Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Siyasetimizi Nasıl Bilirsiniz?

Tecrübem şunu gösterdi ki bu ülkenin siyaseti, birbirinin tıpkısının aynısının benzerinin ta kendisidir. Yok aslında birbirlerinden farkları. Biri tencere ise diğerleri kapaktır. Alın birini ötekine. Her birinin, yekdiğerinin yaptıklarını kıyasıya eleştirdiği sizi yanıltmasın. Hangisinin eline imkan geçerse o eleştirdiğini yapmada çok mahirdir. Hepsi birbirinden kopya çeker. İyi birer kopyacıdırlar. Bir şeyi yaparken ağızlarına ve yüzlerine bulaştırırlar. Hiçbir şey yokmuş gibi davranırlar ve algılar üzerine siyaset yaparlar. Birini yaparken diğerini kırarlar. Hep sorun üretiyorlar dense yeridir. Konuşurken mangalda kül bırakmazlar. Sanırsın ki hepsi birer dürüstlük abidesidir. Dürüstlükleri imkanlar eline geçinceye kadardır. Birbirlerine hesap soracağız dediklerine bakmayın. Hiçbiri diğerine hesap soramaz. Çünkü hepsi birbirinin eksik yönlerini, yaptıklarını ve zaaflarını iyi bilir. Hepsi bilir ki hesap sorulmaya kalkılırsa her birinin cemaziyelevveli ortaya dökülür. Bu da bir

Mizahın Hayatımızdaki Yeri *

Mizahi bir yönüm var. Yeter ki havamda olayım. Yerini, zamanını ve ortamını bulursam, mizah yapmaktan kaçınmam. Bunu beni tanıyanlar da belirtir. Aynı üslubun izleri zaman zaman yazılarımın bazısında da görülür. Mizah ve mizah türlerine dair bu üslubum çoğunluk tarafından tasvip edilse de mizahtan anlamayan bazıları; dalga geçtiğim, alaya aldığım ve küçümsediğim yönünde eleştiri getirmektedir. Şunu baştan söyleyeyim. Hiçbir insanı küçümseme, hor görme, ayıplama, onları hafife alma gibi bir niyetim hiç olmadı. Bu benim ne hakkım ne de haddim. Zaten Hücürat Süresi 11.ayette Allah, “ Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin; zira onlar kendilerinden daha iyi olabilirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler; çünkü alay edilenler edenlerden daha iyi olabilirler. Biriniz diğerinizi aşağılamayın, birbirinize kötü ad takmayın. İman ettikten sonra fasıklıkla anılmak ne kötüdür! Günahlarına tövbe etmeyenler yok mu, işte zalimler onlardır .” buyurmaktadır. Kur’an

Kürsüde Kalma İnadı

Nasrettin Hoca, vaaz için kürsüye çıkar. Cemaat hınca hınç dolu. Hocanın oğlu da gelmiş babasını dinlemeye. Cemaat bekler hoca konuşacak diye. Hoca da bekler. Bu bekleyiş epey sürer. Hoca bir türlü konuşmaya başlamaz. Arada bir cemaati müslimin dese de arkası gelmez. Zaman kazanmak için camdan gördüğü develer geçiyor, dediyse de cemaat hocanın sadede gelmesini bekler. Sonunda hoca, ne konuşacağımı unuttum diyerek ağzındaki baklayı çıkarır. Hoca suskun, cemaat zaten suskun. Hoca birkaç defa daha konuyu unuttuğunu, aklına bir şey gelmediğini söyleyince, oğlu babasına isyan eder. Baba! Hiçbir şey aklına gelmiyor da kürsüden inmek de mi hiç aklına gelmiyor der. Oğlunun bile isyanlara oynadığını gören hoca, kürsü macerasına devam etmez, inadı bırakır ve bir tevazu örneği göstererek kürsüden iner. Çünkü dursa, kendini daha fazla rezil edip postu deldirecek. Hocanın zamanında yaşasaydım, boşalan kürsüyü hemen doldurur. Hiçbir şey yapamazsam bile dışarıdan geçen develerin fazilet ve

Şu Tiplere Ne Dersiniz? *

İnsanoğlu beşerdir ve şaşar. Hata ve yanlışlar yapar; kanar, kandırır. Artı yönlerinin yanında zaafları vardır. Acemilik çeker, sonra tecrübelenir. Çocukça düşündüğü gibi kanının deli olduğu zamanlar da olur ama zamanla olgunlaşır. Bir konuda, bir zaman bir fikri savunurken bir zaman sonra fikrini değiştirebilir veya vazgeçebilir. Hatta önceki fikriyle çelişkiye de düşebilir. İşi rast gittiği gibi ters gittiği de olur. Hep sevinmez, üzülür de. Başkasını kınar, kınadığı başına gelir. Tercih ve seçimlerinde isabet ettiği gibi bazen de isabet edemez. Yapıp yapmadıklarından dolayı zaman zaman pişmanlık da duyar. Tüm bunlar ve daha fazlası, her insanın hayatında şu ya da bu şekilde olmuştur, olmaya devam edecektir. Hayatın doğal akışı içerisinde hayatın bir cilvesi olarak her insanı bir şekilde yoklayan bu gerçeklere rağmen bazı insanlardan şunları duyabiliyoruz: "Ben hayatımda hiç hata yapmadım". (Onu sen gel benim külahıma anlat.) "Bugüne kadar pişmanlık duyacağım bir geçmi

Sapla Samanı Karıştırmak

—Delikanlı, bana yardım eder misin? —Buyur amca, yapılacak ne vardı? Taşınacak bir şeyin mi var yoksa para mı istiyorsun? —Yok evladım, ne parası. Bunu da nereden çıkardın? —Ne bileyim, yolda giderken bir saniyeni alabilir miyim diyen ne kadar kişi gördümse hepsi dilenci değilim deseler de para istiyor. Sizi de öyle sandım. Ne istiyorsun benden? —Hiçbir şey istemiyorum. Para ihtiyacım da yok. —O zaman ne istiyorsun? —Vaktin varsa beni biraz dinlemeni istiyorum. Derdime ortak arıyorum. Zira dertliyim. —Oğlun, kızın, gelininle mi derdin var? —Yok evlat. Her evde olduğu kadar bu konularda benim de derdim olur. Bunlar da önemli değil. Benim derdim ülkem. —Neyini dert edindin ülkenin? —90 küsur yaşına geldim. Ülkem ne badireler atlattı. Hepsini gördüm. Bugünkü olup bitenler kadar karamsar olmadım. —Ne demek istiyorsun? —Bu gidişatın sonu ne olacak böyle? Kimi gördüm ise yarınını göremiyor. Fiyatlar almış başını gidiyor. Hep zam zam zam. Ne zaman markete gitsem, daha önce aldığım ürünü aynı

Develere Sahip Çıkma Zamanı

Abdulmuttalip'i bilirsiniz. Peygamberimizin dedesidir. Ebrehe, Kabe'yi yıkmaya geldiğinde, saldırıya geçmeden önce adamları tarafından Mekkelilere ait civarda ne kadar mal, mülk ve hayvan varsa el koydurur. El konulan develer arasında Abdulmuttalip'in de 100 devesi var. Develerine el konan Abdulmuttalip, Ebrehe'nin huzuruna çıkarak develerinin geri verilmesini ister. Ebrehe, ben de sandım ki Kabe'yi yıkma diye ricaya geldin. Sen ise develerinin peşindesin, der. Abdulmalip, ben develerin sahibiyim. Develerimi istiyorum. Develerimi korumak zorundayım. Kabe'nin sahibi ise evini koruyacaktır, cevabını verir. Bu anekdotu dindar, mütedeyyin camiada bilmeyenimiz yoktur. Bunu herkes harika cevap şeklinde anlatır durur. Bugüne kadar Kabe yıkılmakla yüz yüze iken Abdulmuttalip'i develerinin derdine düşmüş, mal düşkünü diye kimsenin eleştirdiğini, ayıpladığını görmedim. Aksine ondan bu sözünden dolayı övgüyle bahsederler. Ben de bu sözünden dolayı Abdulmuttalip'i t

Günah Keçisi

Ne zamandır beşli marketler günah keçisi ilan edildi. Öyle bir algı oluşturuldu ki gören de diğer marketlere göre buralarda ürünler kazık mı kazık. Bence algılara teslim olmayalım. Hayat pahalılığındaki diğer sebepleri göz ardı ederek tüm suçu bunlara yıkmayalım. Gören de hayat pahalılığının başı bu marketler sanır. Bu yapılan suç bastırmak ve suçu başka yerde aramak demektir. Hayat pahalılığından dert yanabilirsiniz ama hayat pahalılığındaki tüm suçu beşli marketlere yıkmak, halkı bu marketleri boykota çağırmak hakkaniyete sığmaz. Unutmayalım ki bu beşli marketler, insanları illa bizden alışveriş yapacaksınız diye zorlamıyor. Pahalı bulan alışverişini gider başka marketlerden yapar. Bunda da hakları vardır. Sahi pahalı olan bir ürünün fiyatı başka yerde daha uygunsa kim gider bu marketlerden alışveriş yapar. İnsanları boykota çağırırken işin perde gerisini de düşünelim. Diyelim ki boykot çağrısı bu ülkede dalga dalga yayıldı. Kimse bu marketlere gidip alışveriş yapmadı. Bu firmala

Rektör Olmanın Sırrı

Bugün, bileğinin hakkıyla akademisyen olan bir bilim insanı ile görüştüm. Her türlü kariyeri elde etmiş ve makamları tatmış olmasına rağmen konuşmasından anladığım kadarıyla kendisine yeni bir hedef koymuş. Tutturmuş “İlla ben şu ilkokula yazılıp o okulu bitireceğim” diye. Akademisyenliğinin zirvesinde ne alaka yeniden ilkokula başlamak, üstelik niçin şu okul. Başka ilkokul mu yok dedim. Dedi ki o okulda okuyup okul birincisi çıkacağım. İyi de ne işine yarayacak bu dedim. Benim için tüm kapıları açacak dedi. Biraz daha açık konuş dedim. Konuşmadı. Sadece basını takip et dedi. Basını şöyle bir karıştırdım. Meseleyi anladım. Meğerse bu okuldan mezun biri, taşrada bir üniversiteye rektör olarak atanmış. Gazeteler yeni rektörü haber konusu yaparken geçmiş başarılarına da yer vermek istemiş. Aramışlar, taramışlar. Ortaokul, lise, üniversite ve akademisyenlik hayatında imza attığı bir başarıyı yakalayamamışlar. Gazetecileri bir merak sarmış. Öyle ya rektör olanın geçmişi başarılarla dolu o

Yurt Çocukları *

Bu yazımda korunma ihtiyacı olan çocuklara yer vermek istiyorum. Sosyal Hizmetler Kanununun (Kanun numarası 2828) 3.maddesinde “Tanımlar”a, Tanımların b) kısmında ise " Korunmaya ihtiyacı olan Çocuk"; “beden, ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olup;             1. Ana veya babasız, ana ve babasız,             2. Ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan,             3. Ana ve babası veya her ikisi tarafından terkedilen,             4. Ana veya babası tarafından ihmal edilip; fuhuş, dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen ”, demek suretiyle kimlerin korunmaya muhtaç olduğu belirtilmiştir. Devlet bu kimsesiz çocukları daha önceleri Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne (SHÇEK) bağlı yurtlarda bakımını üstlenmiş. Bu yurtların çoğunda taciz ve şiddet olaylarının ayyuka çıkmasıyla, devlet

Ahmet Özcan Caddesi *

Fetih ve Ahmet Özcan caddeleri alternatif yollarımızdan biri ve önemli bir işlevi yerine getiriyor. Gördüğüm kadarıyla bazı yerlerde üç şeritli olsa da iki şeridi işleyen bir yol. Bir ışığa yakalanan, 60 hızla gittiği takdirde bir daha ışığa yakalanmıyor. Çünkü caddede yeşil dalga var. Araçlar zamanında kalkar, yolun sağında ve solunda gezinmez, ara yollardan hızı kesen araçlar girmezse, pat önünde biri durmazsa, hiç ışığa yakalanmadan iki şeritli yoldan Ahmet Özcan Caddesinin son ışıklarına kadar varmak mümkün. Çünkü yeşil dalgada saniyeler bile önemli. Bazı sürücülerde duyarlılık olmadığı için yeşil dalga çoğu zaman geçerli olmuyorsa da her ışıkta durmaktan iyidir. Niyetim bu iki caddeyi anlatmak değil. Burada bir aksaklığa ve trafikteki kargaşaya dikkat çekmek istiyorum. Meram İtfaiye ışıklarından sağa dönüp önümüze gelen ilk ışıktan sonra yol iki şeritli olmasına rağmen tek şeride iniyor. Çünkü şeridin bir tanesi, sağ taraftaki yüksek katlı bina sahiplerinin araçları tarafından i

Başarımın Sırrı

—Helal olsun baba sana. —Hayırdır evlat. —Kriz yönetimini iyi beceriyorsun. Bugüne kadar içinden çıkamadığın hiçbir mesele kalmadı. Öyle ki suçu olmayan bile senin konuşmandan sonra kendini suçlamaya başlıyor. Nasıl çıkıyorsun bunun içerisinden böyle? —Bu başarımı çocukluğuma borçluyum evlat. —Nasıl? —Bazı derslere çalışmadan sınava girerdim. Haliyle kötü puan alacağım. Daha sonuç açıklanmadan basardım yaygarayı. Ne kötü öğretmen. Doğru dürüst ders anlatamıyor. Kendi doğru dürüst bilmiyor ki bize anlatsın. Derse zaten geç geliyor. Sınavlarda kazık soruyor. Notu kıt. Gramla veriyor. Sınıf hep dökülecek gibi şeyler söyleyerek alacağım zayıfla bahane bulur, zemin hazırlardım. Sonuçlar açıklandıktan sonra kimse beni suçlamazdı. Çünkü suçlu ders öğretmeniydi. Yüksek puan aldığım dersler yok muydu? Vardı elbet. Bu derslerden yüksek notu ben alırdım, zayıfları ise öğretmen verirdi. Kısaca iyi olan şeyler benden, kötü olanlar ise öğretmenden kaynaklanıyordu. Büyüdüğüm zaman da aynı y

Karaman Caddesi *

  Şehir içi araç trafiğinin her yıl arttığı, mevcut yolların belli saatlerde çekmediği hepimizin malumudur. Belediyeler, trafik yoğunluğu olan bazı cadde ve yollar için alternatif güzergahlar üretmiş olsa da Karaman Caddesi bugüne kadar alternatifi olmayan yollardan birisidir. Karatay Terminali civarından, Fetih ve Ahmet Özcan Caddelerinden çıkıp Karaman Yoluna çıkmak isteyenlerin güzergahı bu yoldur. Karaman Caddesi ve Karaman Yolunun sağında ve solundaki mahallelerde ikamet edenler, İçeriçumra, Alibey Hüyüğü, Çumra, Akören, Bozkır, Hadim, Güneysınır, Karaman gibi yerlere gidecek olanların bazısı, çevre yollarından Karaman Yolunu takip etse de küçük araçların büyük bir çoğunluğu bu caddeyi kullanır. Bilenler bilir ama bilmeyenler için Karaman Caddesini kısaca anlatayım. Bu cadde işlek bir cadde. Hem gidiş hem de gelişe açık olan bu yol, ortasından çizgi ile bölünmüş durumda. Çoğu yerlerinden iki aracın yan yana geçemeyeceği kadar da dar bir yol. Altıyol köprüsü ile Karaman kavşağı

Puslu Hava *

Bazıları oturduğu yerden esnafın zam üstüne zam yaptığından dert yanar. “Şu ürün dün şu kadardı, bugün bu kadar yapmış. Bunlar KDV indirimi öncesi fiyatları yükseltti. Yüzde 7 KDV indirimi de berhava oldu. Bu esnaf çok vicdansız, merhametsiz, insafsız açgözlü. Bunlarda Allah korkusu yok. Varsa yoksa ceplerini doldurmak. Devlet bunları denetlemeli. Bunlara bol cezalar yazmalı”. Hatta bazıları daha da ileriye giderek “bunların işyerlerini bir hafta kapatmalı. Bak bakalım, fiyatları yükseltebiliyorlar mı” şeklinde yazılan yazıların ve paylaşımların haddi hesabı yok. Tüm bu yazılanlarda haklılık payı var mı, var. Esnaf veya sektörler ürünlerine zam yapıyor mu, yapıyor. Esnafın içerisinde daha fazla kazanayım diye fırsatçılık yapan var mı? Var. Bunlar kızılmayı hak ediyor mu? Ediyor. Buraya kadar eyvallah. Yalnız yağmur gibi gelen zamları sadece esnaf, firma ve sektörlerin üzerine atıp onlara kızmak ne derece doğru? Zamların müsebbibi tek başına onlar mı? Bunun böyle olmadığını hepimiz bi

Bilmediğini Bilmeyen Bir Sürücü

2017 yılında bir ziyaret için bir grup arkadaşla cuma namazından sonra Karaman'a gidip geleceğiz. Gruba katılabilmem için cuma namazını çarşıda kılmam gerekiyor. Ezana beş on dakika var. Meslektaşlara, çarşı tarafına gidecek var mı diye sordum. Ben gidiyorum, sizi götüreyim dedi. Bindik arabasına. Tali yoldan ana caddeye doğru yanaştık. Sağlı sollu araç yoğunluğu arasında bizim kaptan, sol tarafa sinyal vererek gelen araçlara aldırmadan araçların arasına daldı. Hoca Hanım, tali yoldan giriyoruz. Araçlar vızır vızır geçiyor. Beklememiz gerekmiyor muydu dedim. “Sinyal verdim hocam” dedi. Hocam, sinyal verdiniz de yol bizim değildi ki deyince “Sinyal verdim ya sinyal verdim mi iş biter” dedi. Bence sinyal de versek beklememiz gerekirdi dedim. “Sorun yok hocam. Ben trafik kurallarını iyi bilirim. Bugüne kadar hiç kaza yapmadım” deyince böyle kuralları bilen ve bugüne kadar hiç kaza yapmayan usta şoföre ne denebilirdi ki. Sesimi kesip işine hiç karışmadım. İhsaniye ışıklarına varınca, e

Skor, Maç Sonucu ve Şampiyonluk *

Futbol, kıyasıya mücadeleyi gerektiren, seyredenlere seyir zevki veren, hem oyuncu hem de seyirciler için heyecan ve stresin bol olduğu bir spordur. Bir zamanlar amatörce oynanan futbol bugün para kazandıran devasa bir sektördür. Futbol varsa maç vardır, rakipler vardır ve maç doksan dakikadır. Maç başlamadan önce rakibin eski maçlarına bakılır. Rakibin güçlü ve zayıf yönleri tespit edilir ve rakibe göre bir plan ve taktik geliştirilir. Kimin kimi tutacağı, hangi futbolcunun rakibi kesebileceği belirlenir. Hazırlık maçları bunun üzerine bina edilir. Maç başlar, maçta gol atmak esastır. Her gol, gol atana moral verdiği gibi rakibi de strese sokar. Skoru artırmak, skoru korumak ve maçın sonucunu galip bitirmek önemlidir. Çünkü 90 dakikanın sonucunda alınan puan, attığın gol sayısına göre değil, bir gol de olsa rakibini yenmene bağlıdır. 90 dakikanın sonucunda galip gelmek ve 3 puan almak önemli ama esas önemli olan tüm rakipleri geride bırakarak ligi şampiyon bitirmektir. Bu yüzd

Eleştiri Kültüründe Biz *

2003-2004 yılları olsa gerek. Numune hastanesi bevliye servisinde babama refakat ediyorum. Babamın yattığını duyan herkesçe tanınan bir dostu ziyaretine geldi. Büyüğümüz, babamdan sonra yan odada hasta olarak kalan başka birini ziyaret etti. Ziyaret ettiği kişi bir öğretmen. Aynı zamanda bir ilçenin tarikat temsilcisi imiş. Ziyaret eden de şehrin bazı ilçelerinden sorumlu tarikat temsilcisi idi. Ziyaretçi servisten ayrıldıktan sonra yan odada tedavi gören kişi ziyaretime geldi. Kimsin, necisin tanıştık. Havadan sudan konuşsak da ağırlıklı konumuz, her iki tarafı da ziyaret eden büyüğümüzdü. Nereden tanıdığımızı ve kim olduğumuzu sordu. Hoşsohbet biriydi. Sair zamanlarda ara ara koridorda da lafladık. Çünkü o hasta olsa da diğer hastalar gibi yatağa bağlı değildi. Görünüşüne göre sapasağlamdı. Bir gün yine buluşma yerimiz koridordayız. Tarikatından bahsetmeye başladı. Konuşmasından, beni de tarikatçı olarak gördüğünü sezdim. Babam, sizin tarikata bağlı ama benim ne bu tarikatla ne

Problemin Kaynağı *

Adana'da çalışırken aynı okulda beraber görev yaptığım bir büyüğüm vardı. Abi-kardeş ilişkisi vardı aramızda. Çok doğru, dürüst biri idi. İnsanlara da değer verirdi. Fazla konuşmaz. Başkalarını dinler. Onları anlamaya çalışırdı. Anlamadığını da soru olarak sormaktan kaçınmazdı. Konuştuğunda da oturaklı konuşurdu. İçine sinmeyen bir duruma tepki göstermesini de bilirdi. Planlı bir hayatı vardı ve ayağını yorganına göre uzatmasını bilirdi. Peşin çalışırdı. Kredi kartı nedir bilmezdi. Ne olur ne olmaz diyerek bir maaşını bankada bekletir. Diğer maaşın yatmasından bir gün önce gider maaşını çeker, alışverişini yapardı. Yeni maaşını diğer ayın 14'üne kadar bekletirdi. Yaşı ilerlemiş ve imkanı olmasına rağmen araba almadı. Gelip gideceği yere emektar motosikletiyle gider gelirdi. Uzun süre bir araba al diyenlere de kulak asmadı. Sonunda ısrarlara dayanamadı ve bir araba aldı. Araba aldı ama doğru dürüst sürmesini bilmezdi. Sabah erkenden kalkar, son kattaki evinin pencere veya

YÖK'ten Eğitime Kibrit Suyu *

Onca sıkıntının arasında boğuşurken, sevindirici haber YÖK'ten geldi: "2022 Yükseköğretim Kurumları Sınavından (YKS) itibaren ön lisans ve lisans programlarını tercihte 150 ve 180 olan TYT ve AYT baraj puanları uygulaması kaldırıldı". 135 dakikalık sınav süresi de yarım saat artırılarak 165 dakika oldu. Anne-babalar ve gençler, alınan bu karara çok sevinecekler. Çünkü 150 ve 180 barajı haksız bir uygulamaydı. Çocuklarımız kıl payı baraj altı kalabiliyor ve tercih yapamıyordu. Bu haksız uygulama yüzünden Anayasa'nın eğitim ve öğretim engellenemez, fırsat ve imkan eşitliği ayaklar altına alınıyor, çocuklarımız üniversite imkanından yararlanamıyordu. Haliyle üniversitelerin gelecek vadeden bölümleri de tercih edilemiyor ve bölümler boş kalıyordu. Boş kalınca da o bölümlerin öğretim görevlileri ders veremediği için boş bekliyordu. Bina boş, öğretim görevlisi boş, öğrenci ise üniversite kapısında kalıyordu.  Bu yeni kararla; Üniversitelerin boş bölümlerini sıfır çeke

Din Ulemasının Siyaset ve Güçle İmtihanı *

Birbirine benzer gibi görünse de imtihanlar farklı farklıdır ve bundan tüm insanlar nasibini alır. Kimse gücü üzerinde bir imtihana tabi tutulmasa da kimi bu imtihanın altında kalır kimi de yüzünün akıyla bu sınavı geçer. Kimin sınavı geçip geçemeyeceğini Allah bilir. Bu da öbür dünyada belli olacak. Zira yaptıklarından ve yapamadıklarından dolayı herkes hesabını orada verecek. Referansı din ve dini değerler olan din uleması da imtihana tabi tutulanlardan. Çünkü sarığı beyazdır. Kir götürmez. Pek azı hariç ulema da sınıfı geçemeyenlerdendir. Her ne kadar kimin sınavı geçip geçemediğinin karnesi mizanda belli olacaksa da alametlerini bu dünyada iken görebiliriz. Bunu da toplumda bir karşılığı ve ağırlığı olup olmaması ile ölçebiliriz.   Toplumun çoğu, dinini tam yaşayamasa da din adına söz sahibi olanlardan beklentisi büyüktür. Toplum din ulemasından; -Özü ve sözü bir; söz ve eylem birliği içerisinde, yaşantısıyla örnek olmasını, -Doğru bilgi vermesini, hakikatleri haykırmaktan çe