Ana içeriğe atla

Din Ulemasının Siyaset ve Güçle İmtihanı *

Birbirine benzer gibi görünse de imtihanlar farklı farklıdır ve bundan tüm insanlar nasibini alır. Kimse gücü üzerinde bir imtihana tabi tutulmasa da kimi bu imtihanın altında kalır kimi de yüzünün akıyla bu sınavı geçer. Kimin sınavı geçip geçemeyeceğini Allah bilir. Bu da öbür dünyada belli olacak. Zira yaptıklarından ve yapamadıklarından dolayı herkes hesabını orada verecek.

Referansı din ve dini değerler olan din uleması da imtihana tabi tutulanlardan. Çünkü sarığı beyazdır. Kir götürmez. Pek azı hariç ulema da sınıfı geçemeyenlerdendir. Her ne kadar kimin sınavı geçip geçemediğinin karnesi mizanda belli olacaksa da alametlerini bu dünyada iken görebiliriz. Bunu da toplumda bir karşılığı ve ağırlığı olup olmaması ile ölçebiliriz.  Toplumun çoğu, dinini tam yaşayamasa da din adına söz sahibi olanlardan beklentisi büyüktür. Toplum din ulemasından;

-Özü ve sözü bir; söz ve eylem birliği içerisinde, yaşantısıyla örnek olmasını,

-Doğru bilgi vermesini, hakikatleri haykırmaktan çekinmemesini, her halükarda doğru ve doğrucu Davut olmasını,

-Gizemi bırakıp ayakları yere basan bir din anlatmasını, halkın seviyesine inmesini ve sorunlarına çözüm bulmasını,

-Makam, mevki ve şöhret içerisinde yok olup gitmemesini,

-Giyimine-kuşamına, yediğine-içtiğine, üslubuna dikkat etmesini; oturmasını-kalkmasını, yol-yordam ve metot bilmesini, ağır-azam olmasını, gönüllere dokunmasını, meseleleri analiz etmesini ve çözüme sağlam delillerle katkı sunmasını,

-Siyaset ve gücü elinde bulunduranlarla arasına mesafe koymasını, aradaki ince çizgiyi iyi ayarlamasını, onların dümen suyuna girmemesini, gücün karşısında eğilmemesini ve boyun eğmemesini, zorluklara karşı pes etmemesini, güçle paralel yürümemesini, gücün tasdikleyicisi olmamasını, gücün icraatlarına kılıf bulmamasını, kimseye eyvallah dememesini vs. ister.

Ulema bunlara dikkat ettiği oranda halk nezdinde itibarı olur ve ağırlığı kabul edilir. Tersi olana ise temkinli yaklaşır, yanında bir ağırlığı olmaz, fetva ve görüşlerine kuşkuyla yaklaşır. Bu da ulema için itibar kaybı demektir. Bu demek değildir ki ulema siyaset ve güçle ile iletişim halinde olmayacak. Elbette olacak ama siyasetin tasdik makamı gibi çalışırsa bu tip ulemanın, siyaset ve güç yanında bir itibarı olsa da halk nezdinde bir itibarı olmaz. Çünkü halk ulemayı her yönüyle kabul eder ama siyasetin icraatına kılıf bulmasına asla tahammülü yoktur. Çünkü siyaset icraat yaparken bu dine uygun veya değil diye bakmaz. Halkta karşılık bulsun dini kılıf bulmaya çalışır. Bunun için de ulemayı kullanmak ister.

Kısaca halk, ulemadan İmamı Azam gibi olmasını ister. Çünkü Ebu Hanife büyük imam unvanını bedel ödeyerek almıştır. Devrinde ne Emevilere ne de Abbasilere boyun eğmiştir. Ödediği bedel canına mal olmuştur ama halkta ve o günden bugüne sair ulemaya göre hep bir itibarı olmuştur. Büyüklüğü de buradan gelmektedir. Darısı günümüz ulemasına.

*16/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde