Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yaşlı Dul Erkeklerin İmtihanı *

Eşi bir yıl önce vefat eden bir hemşerimle karşılaştım. Selam ve hal-hatırdan sonra yalnız mısın? Yeni bir evlilik yaptın mı diye sordum. Önce “ne yapacağım bu yaştan sonra” dedi. Yaşın kaç soruma “1940'lıyım. 80 yaşındayım” dedi. Maşallah hala dirisin. Eşi vefat ettikten sonra çoğu erkek durmuyor. Yalnız başına olmuyor deyip mutlaka evlenme yoluna gidiyor. Gerçi bu devirde evlenmek de zor. Kocası vefat eden kadınların çoğu evliliği tercih etmiyor. Az sayıda evliliği tercih eden varsa da genelde erkeğin parası için evleniyor. Niyet bu olunca yeniden evlenmeyi seçen çoğu yaşlı erkeğin yüzü pek gülmüyor. Tabi, herkes böyle değil, dedim.  Derin bir iç çektikten sonra “Bir ara evlenmeyi düşündüm. Bir tanıdığım, ‘bir kadın var. Meram'dan, üzerine yapacağın bir ev, 10 bilezik istiyor,’ dedi. “Bana böyle gelecekse kalsın dedim.”  Bir ev ve 10 bilezik isteyen kaç yaşında imiş dedim. “76 yaşındaymış” dedi. “Şimdi soranlara evlenmeyi düşünmüyorum diyorum” dedi. “Benden evlenme karşı

Her Derde Deva Kahve *

Zaman zaman gelip geçtiğim bir yerde bir kuruyemiş dükkanının yanına stant açmış, bir kahvenin reklamını yapan bir kız çocuğunun sesine kulak misafiri olurum: "Kahve ikram edelim, bir kahvemi içmez misiniz" diye seslenir durur. Kimdir, necidir, bu kahve nasıl bir şeydir diye merak etmeden bu kahve ikramını bugüne kadar hep geri çevirdim. Bugün o sese kulak verdim. Standa yaklaştım. Stantta iki kız çocuğu vardı. "Buyur amca" deyip pet bardağının küçüğünün küçüğü bir pet bardakta kahve ikram ettiler. Ilıkça imiş. Bir dikişte bitirdim. Elinize sağlık demeden kahvenin reklamını yapmaya başladı bir tanesi. “Yedi karışımdan oluşan bu kahve; migren ağrısını gideriyor, sindirim sistemini kolaylaştırıyor, mide ağrısını kesiyor…Şu anda kampanya var. Paketi 15 lira iken 13 liraya indi. Bu kahvenin paketi 200 gramdan oluşuyor ve diğer kahvelerin fiyatına. İki paketi… ” dedi. Kızım! İkram dediniz geldim. İkram ettiğiniz kahveyi daha boğazıma göndermeden kahve satışına başl

Yürüyen Merdivenlerde Yürüyenlerden misiniz? ***

Yürüyen merdivende ne yapılır desem, işin yok mu deyip bana kızarsınız. Çünkü adı üzerinde yürüyen merdiven. Aşağıya gideni var, yukarı gideni var. Bineceksin üzerine. O yürüyecek, sen de üzerinde dikileceksin. Sağı solu seyrederken hem soluklanacaksın hem de akılsız başının cezasını ayağın çekmeyecek. Cevabınız bu değil mi? Ben de sizin gibi düşünüyorum. Daha doğrusu böyle düşünüyordum. Ta ki aşağıya doğru inen yürüyen merdivene bininceye kadar. *** İlk yürüyen merdivenlerle muhatap olduğumda uzun süre binmedim. Yanımdakiler merdivende dikilerek yürüdü. Ben ise B planını uyguladım. Yan taraftaki doğal basamakları teptim. Eşim dostum yürüyen merdivenden gülerek bana baktı durdu. Öyle ya. Ayağım takılır veya sıkışır. Ondan sonra göreyim günümü.  Baktım binenlere bir şey olmuyor. Nice sonra korka korka ya Allah ya bismillah diyerek binmeye başladım. Fena değilmiş hani! Alıştım artık. Şimdi nerede bir yürüyen merdiven görürsem B planını uygulamıyorum, tercihim hep A planı. Be

ABD ve İsrail’e Niye Kızıyoruz ki? ***

Daha önce ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyan ve Golan Tepeleri’ndeki İsrail egemenliğini tanıyan ABD Başkanı Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, “Yüzyılın Anlaşmasını” açıkladı. Adına barış planı dedikleri bu projeye göre; -Kudüs İsrail’in bölünmez başkenti olacak. -İsrail’in güvenliğinden ödün verilmeyecek. -Batı Şeria gibi yerlerdeki İsrail yerleşimcileri kalıcı olacak ve bu yerleşim yerleri İsrail tarafından ilhak edilecek. -İsrail’in güvenliği için Ürdün Vadisi ilhak edilecek. -Filistinliler bu anlaşmayı kabul ederlerse bağımsız devlet kurmalarının önü açılacak. -1948’den beri yerlerinden olan Filistinliler geri dönemeyecek. -Filistinliler terörü reddedecek, silahlı direnişi terk edecek… Açıklanan bu barış planına İslam dünyası ve dünya, beklendiği gibi tepki gösterdi: Filistin Devlet Başkanı Abbas “Bin kere hayır” dedi. Hamas, “safsata” olarak değerlendirdi. İran, “ihanet” açıklamasını yaptı ve Filistin’de bir intifa

Kimler Sinek Avlasın? *

Olması mümkün değil. Ama yine de bu yazımda, olmasını istediğim temennilerimden bahsedeceğim. Şu aşağıda yazacağım esnaf, kurum, kuruluş, işletme adı her ne ise hepsi sinek avlasın, müşteri bulamasın, işsizlikten kepenk kapatmak durumunda kalsın istiyorum: 1.Hastane poliklinikleri, aciller ve doktorlar hasta bulamasın. 2.Eczacılar, bir tek ilaç satamasın. 3.Avukatlar, tek bir dava alamasın. 4.Savcılar, hiç iddianame hazırlamasın. 5.Hakimler, yargılayacak zanlı bulamasın. 6.Kefen satıcıları, bir karış kefen satamasın. 7.Mezar kazıcıları, eline balta ve kürek almasın. 8.Polis, kimsenin peşinden koşmasın. 9.Asker, savaş ve operasyon yapmasın. 10.AFAD'a, UMKE'ye iş düşmesin. 11.İçki, sigara satıcılarına selam veren olmasın. 12.Uyuşturucular uyuşturucu baronlarının elinde patlasın. 13.Ülke yönetimine talip olan, iktidara gelmiş veya iktidar adayı olan, özü-sözü bir değilse, verdiği sözü yerine getirmiyorsa, iş yapmaktan ziyade demagoji yapıyorsa, olaylar

Burnumuz Çektirmesin! *

İnsanın faydasına olan her şey bir nimettir. Özellikle ihtiyaç hissettiğimizde ve yokluğunda o şeyin ne büyük bir nimet olduğunu ifade ederiz. Say say bitmeyen bu nimetlerden biri de beş duyu organımızdan burundur. Nefes alma uzvumuzdur her şeyden önce. Her ne kadar ağız yoluyla da nefes alabiliyor isek de ağızdan alınan nefes, boğaz kuruluğuna sebep olmaktadır. Burun yoluyla aldığımız nefes/hava, önce burnumuzda nemlendikten sonra boğazımıza kıvamında geçmektedir. Bu organın kıymetini nezle, grip, soğuk algınlığı gibi bir hastalığa yakalandığımız zaman daha iyi anlarız. Çünkü burundan nefes alamadığımız gibi koku da alamayız. Yerinden nefes ve koku alamayınca hayatın bir anlamı kalmıyor. Bu durum ister istemez konuşmamıza da yansıyor. Rahat nefes alabilmemiz, rahatlayabilmemiz ve burnumuzun tüm işlevlerini tam yerine getirebilmesi için burnumuzun tıkalı olmaması gerekir. Burnumuzu sürekli açık tutmanın yolu da burnumuzu yerinde, zamanında ve uygun yerde temizlemektir. 

Depremin Ardından *

Yıkıcı, öldürücü ve acımasız yönleriyle birlikte afetlerin en büyük faydası, insanlığımızı ortaya çıkarmasıdır. Bir evren yasası olan, evrenin olmazsa olmazı depremlere karşı tedbirini ve nasıl korunması gerektiğine dair önceden önlem almayanların, yapıp ettiklerini "Alın, eserinize bakın" dercesine yıkıp yerle bir eden ve öldüren depremler; deprem esnasında ve sonrasında herkesin tıraşını ortaya koyuveriyor: Kimlerin insan olduğunu, kimlerin de insanlıktan nasibini almamış ne menem varlıklar olduğunu ortaya döküveriyor. Kıyametin küçük bir provası olan belki de bu alemin ömrünü uzatmak, geri kalan dünya yaşamının daha sağlıklı yürümesi için elzem olan ve dünyayı bir nevi rektifiye eden depremler, Daha fazla para kazanmak hırsızla demir ve çimentodan çalan müteahhitlerin gerçek yüzünü, Yapılan binaları doğru dürüst denetlemeyen ve kaçak binaların yapılmasına göz yuman yerel yönetimlerin yönetim anlayışını, 1948'den beri üç beş oy uğruna gecekondu evlere göz yum

Payitaht "Abdülhamit" ***

TRT1 kanalında cuma akşamları yayımlanan Payitaht "Abdülhamit" dizisini bugünlerde fırsat buldukça izlemeye çalışıyorum. Dizi, ne kadar gerçeği yansıtıyor bilmiyorum ama ümit ediyorum tarihi gerçekleri yansıtmaz.  Dizi, adı üzerinde Abdülhamit üzerine kurgulanmış. Yurtdışı ve ülke sorunlarını çözmede hiçbir paşanın esamisi okunmuyor. Her bir soruna padişah koşuyor. Etrafında kendisine yardımcı olmak üzere görev verdiği ne kadar paşa varsa hepsi birer zayıf halka: Daha önce muhalifler arasında yer almış kız kardeşinin kocası olan paşa enişte, ciddiyetten ve düşünce üretmekten uzak pastırma hastası bir tip. Bu damat paşanın elinde güç olsa üç beş kilo pastırmaya ülkeyi satar. Diğer paşaların çoğunun, düşmanları tarafından bilinen yumuşak karnı var. Kendisine bir masa verilmiş oğlu muhalif, yeğeni Abdülhamit'i tahttan indirmek isteyen ve Osmanlı'yı yıkmak isteyen hainlerle işbirliği halinde. Kardeşi paşa hakeza düşmanlara bilgi sızdıran ve ikili oynayan bir tiptir

Tepki Çeken ve Duygulandıran Deprem Mesajları ***

Bu yazımda merkez üssü Sivrice olan 6,8 şiddetindeki Elazığ depremi olduğu andan itibaren sosyal medyada paylaşılan mesajların bir kısmına yer vereceğim. Paylaşımlarda göreceğiniz gibi depreme sevinen, tiye alan ve kin kusan sözüm ona insanımız olduğu gibi elindeki imkanları depremzedelere sunmaya hazır büyük bir kitle var. Türkiye’de kimlerle beraber yaşadığımızı bilelim istedim.   Önce tepki çeken paylaşımlar: "Hiç umurumda değil. Çoğu Kürt zaten. Yardım göndermeyin. Hepsi PKK'ya destek veriyor. Şehitlerimizin kanı yerde kalmıyor işte." (Kürt kadar başına taş düşsün emi!) "Kürde bak. Çok felaket sallanıyor. ...Kürdü" (Kafatasçı bir tipin hezeyanı. Buna hasta ruhlu da diyebiliriz.) "Enkaz altındayım. Durumum iyi ama sesim duyulmuyor. Herhalde telefon çekmiyor." (Bu paylaşımı yapan enkazın altında kalmış biri değil. Sosyal medyada keyif çatan, arama-kurtarma ekibini uğraştıran ve onlara vakit kaybettiren benmerkezci bir tip) "Biz her ş

Dürüstlük Sınavında İslam Dünyası

Bilim ve teknolojide İslam dünyasının geride kaldığı; başkalarının ürettiği ve icat ettiğini kullanan, çalışmayı sevmeyen, rahatına düşkün insan topluluklarından oluştuğu hepimizin malumudur. Bu durumumuzdan geçtim. Zira bugün çalışmaya ve üretmeye kalksak dünyayı yakalamamız mümkün değil. Zira üretme gibi bir derdimiz ve bunu sorun ettiğimiz de yok zaten. Bu, Allah'ın bir kaderi olmasa da biz bu durumu kader belleyip yolumuza devam ediyoruz. Yolumuza devam ederken kendimizi sorgulayacağımız, haddimizi bileceğimiz ve bu durumdan utanç duyacağımız yerde dürüstlükten, çokbilmişlikten, başkasına akıl vermekten ve kendimizden başka kimseyi beğenmemekten de geri kalmıyoruz. Ne mi yapıyoruz? Eforumuzu birbirimizi yiyerek bitiriyoruz. Başkası dünyayı bitirip Aya, Marsa çıkıp buralarda yaşanabilir mi üzerine kafa yorarken biz, hadisleri tartışıyoruz. Kimimiz silip atıyor, kimimiz de hadis kitaplarında yer bulmuş her sözü, her haberi sahipleniyor. Sünnetle hadisi birbirine karıştırar

Çok Ders Almadığımız Görülüyor *

Cuma akşamı 20.55'de merkez üssü Elazığ Sivrice olan 6.8 şiddetindeki depremde, şu ana kadar vefat edenlerin sayısı 35, yaralıların sayısı 1607, enkaz altından sağ kurtarılanların sayısı 45 kişi olarak açıklandı. Yazıyı kaleme aldığımda AFAD yetkililerinin enkaz altından canlı arama ve kurtarma çalışmalarında sona yaklaşılmıştı.  Deprem ülkesi olan ülkemizde, geçmişten günümüze bazı dersler çıkardığımız anlaşılmaktadır: 1.Önceki depremlere göre devlet daha bir organize ve daha hızlı. Devletin kurum ve kuruluşları arasında bir koordinasyon söz konusu. Bakan seviyesinde devlet yetkilileri kısa zamanda deprem bölgesine ulaştı. Devlet, vatandaşını yerinde ve zamanında bilgilendirmekte. Deprem bölgesine yapılacak her türlü yardımın AFAD eliyle yürütülmesi sağlandı. 2.TV'lerimiz tam puan aldı. Yetkili ve uzmanları kanallarına misafir ederek vatandaşı bilgilendirdi. Felaket tellallığı yapılmadı. Vatandaşın ne yapması gerektiği konusunda anlık bilgilendirme ve uyarılar yapıl

Şimdi Yaraları Sarma Zamanı

Cuma akşamı Türkiye, şiddeti birçok ilden hissedilen Elazığ-Sivrice merkezli 6.8 şiddetinde bir depreme maruz kaldı. Yapılan ilk açıklamalara göre Elazığ ve Malatya’da vefat edenlerin sayısı 35 olarak açıklandı. Hastanelere intikal eden yaralı sayısı 1607, enkaz altından sağ çıkarılan sayısı ise 45 olduğu bildirildi. Depremin ikinci (Pazar) günü öğle saatlerine kadar enkaz altında kalanları kurtarma çalışmaları devam etti. Bundan sonra yıkılan binaların enkazını taşıma işine ağırlık verilecek. Devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla deprem bölgesine ilk saatlerde seferber oldu. Temennimiz odur ki ölü sayısında bir artış olmaz. Bu yıkıcı depremin ardından tesiri büyük başka deprem olmaz. Kışın etkisini fazlasıyla hissettirdiği bugünlerde evine giremeyen, evi yıkılan insanlarımıza büyük geçmiş olsun derken onlara sabırlar diliyorum. Yaralılara acil şifalar, vefat edenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Allah yardımcıları olsun. Bu kışta imtihanları daha büyük olacak. Allah, üstesinden

Terör Örgütünün Siyasi Ayağı *

Terör örgütünün siyasi ayağı var mı, yok mu bilmiyorum. Ama bu konu siyasi parti mensupları tarafından rakiplerini köşeye sıkıştırmak için zaman zaman ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur. Ben bu yazımda siyasi ayak üzerinde durmayacağım. Meramımı anlatmak için aşağıda iki hikayeye yer vereceğim. Niyetim bu kıssalardan hisse alınsın. “Çin’de açlık ve susuzluktan bitkin düşmüş bir ihtiyar, dayanamayıp bir armut çalar. Yakalanıp imparatorun karşısına çıkarılır. Hırsız, ‘Çok aç olduğum için dayanamayıp çaldım ve yedim. Beni affederseniz, size paha biçilmez bir armağanım olacak’ der ve avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır. ‘Bu çekirdeği ekerseniz, bir gün içinde altın meyve veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz,’ der. İmparator, ‘Ek o zaman. Şayet altın meyve verdiğini görünce seni affederim’ deyince suçlu, ‘Efendim! Bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu sadece ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zam

Yine Poşet mi Demeyin!

01 Ocak 2019 tarihinden itibaren alışveriş poşetlerinin beherini 25 kuruş gibi bir ücretten alır olduk. Amaç poşet satışını azaltmak suretiyle doğanın kirlenmesinin önüne geçmek. Çünkü doğaya atılan bir poşet, çevreyi kirlettiği gibi yok olması da uzun yılları aldığından, poşetin toprakla temasından dolayı toprağa vereceği zarar da poşetin ücretle satılmasında rol oynamıştır. Poşetler mademki başta sağlığımız olmak üzere çevre ve doğaya zarar veriyor. Yapılması gereken poşetlerin parayla satılmasından ziyade, poşet ve plastik kapların tamamen hayatımızdan çıkarılması idi. Ama görüyorum ki naylon ve plastikler hemen hemen her türlü gıdada ambalaj görevi görüyor. Demek ki naylon ve plastikin ya alternatifi yok ya da kaldırılmasına gücümüz yok. Poşetlerin para ile satılmasından geçtim. Zira alıştık. Ayrıca her şeyin bedeli varsın poşet bedeli kadar olsun. Burada üzerinde durmak istediğim, aldığımız eşyayı taşımak için içine koyduğumuz poşetler ya doldururken ya da taşımak için elimiz

İslam Ahkamının Her Çağa Hitap Etmesi (2)

Geçmişte fıkıh alimlerinin meselelere çözüm üretmek ve sorunu çözmek için başvurdukları asli ve feri deliller, bugün bize yol gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Bu yoldan gittiğimiz takdirde İslam, her çağın sorunlarına çözüm üretebilecek bir canlılığa sahip olacaktır. Böyle değil de "İslam adına geçmişte her şey söylenmiş" deyip zamanında bir ihtiyacı gidermiş ve sorunu çözmüş olan geçmiş fetvalara bel bağlamak, yeniye dair bir şey söylememek, çağın yeni sorunlarına yen bir soluk getirmemek, İslam her çağa hitap eder prensibine aykırıdır. Çünkü geçmişten günümüze insanlığı ilgilendiren sorunlar, bugünkü sorunlara benzese de sorun aynı değildir. Şartlar, ihtiyaçlar değişmiştir. Şartlar ve ihtiyaçlar değişince yeni fetvalara ihtiyaç olur. Bu da Kur'an, asıl olmak üzere diğer asli ve feri delillerden yararlanmak ve hüküm çıkarmakla mümkün olur. Bunun için geçmiş müktesebatı bir kenara atmadan ayetlerin illetini ortaya koymamız ve ayetin indiği dönemde toplumun yapı

İslam Ahkamının Her Çağa Hitap Etmesi (1)

Hukuk türleri dendiğinde; Pozitif (müspet, meri, yürürlükte olan) hukuk, mevzu (yürürlüğe konulmuş yazılı) hukuk, tarihi (ilga edilmiş/yürürlükten kaldırılmış) hukuk ve ideal (doğal, natürel, tabii) hukuk türleri akla gelir. Halen yürürlükte olan hukuklar pozitif hukuk olarak adlandırılır. Eksik aksak, beğenelim ya da beğenmeyelim, daha tam hukuk devleti olamasak da, devletin ve devlete bağlı bireylerin uymakla yükümlü olduğu Türk hukuku da pozitif hukuka verebileceğimiz bir örnektir. İdeal hukuka verebileceğimiz en iyi örnek İslam hukukudur. Bu hukuk, bugün her yönüyle yürürlükte olmasa da Müslümanları yakından ilgilendirmektedir. Çünkü İslam hukuku doğuştan gelen insan haklarını ve genel geçer kuralları savunmakla beraber gündelik hayata ve toplum ilişkilerini de düzenleyen bir hukuktur. Müslümanlar, İslam hukuku ile yönetilmiyor ve bu hukukun devlet nezdinde bir geçerliliği olmasa da İslam; evlenme, boşanma, ticaret, ekonomi, miras gibi toplum ilişkileri konularında inananların

Kış ve Grip *

Kış dendi mi soğuk, ayaz, don ve -şimdilerde görmeye hasret kalsak da- kar akla gelir. Bir de hastalıklar. Çünkü kış mevsimi, hastalıkları da beraberinde getirir. Öksürük, ateş, baş ağrısı, burun akıntısı, hapşırık, yorgunluk ve boğaz ağrısı şeklinde kendini gösteren, halk arasında ortalık hastalığı da denen, kış aylarında kendini iyiden iyiye hissettiren bu hastalığın adı griptir. Önceki yıllarda kuş gribi, domuz gribi gibi adı verilen gribin bu kıştaki adı nedir bilmiyorum ama hastalığa yakalanan kolay kolay atlatamıyor. Geldi mi kolay kolay gitmiyor. İnatçı mı inatçı çünkü. Hem öyle inatçı ki hastalığa yakalananı, anasından doğduğuna pişman ettiği gibi bir başkasına da bulaştırmadan gitmiyor; o çekti, sen de çekeceksin dercesine. Ev halkından birine sirayet etti mi diğerlerini de boş geçmez. Sırayla hepsini yoklar. Çok adil anlayacağınız. Hastane ve aile hekimliklerinde gripten dolayı hasta sayısında bir artış olsa da gribe yakalananın çoğu, doktora da gitmez. Kimi doktoru

Bir İlki Gerçekleştirmek İstiyorum

—Büyük ödüllü bir yarışma programına katılma düşüncem var. "Kim Milyoner Olmak İster," mesela. —Milyoner mi olmak istiyorsun? —Kim istemez! Ama öyle bir niyetim yok. Zira bilgime çok güvenmiyorum. —Madem bilgine güvenmiyorsun. Büyük para hedefin de yok. O zaman ne diye çıkacaksın ekrana? —Hedefim, bir ilki gerçekleştirip Türkiye gündemine oturmak olacak. —Nasıl? —Çıkınca görürsün. —Yarışmada bir ilk ne olabilir? Yıllardır devam eden bu yarışmada gerçekleşmeyen ilk kalmadı. İlk soruda elenmek ise sayısını hatırlamıyorum ilk soruda elenenin. İlk barajı geçmekse niyetin, onu da geçen çok oldu. İkinci barajı geçen hakeza. 30 bin, 60 bin, 125 bin, 250 bin ise niyetin, bu ödülleri de alan oldu. Bir milyon dersen onu da bilen oldu. Geriye ne kaldı başka? —Söylemem. Sürpriz olsun. —Merak ettim. Haydi söyleyiver. Belki izlemediğin programlarda senin ilk dediğini gerçekleştirmiş olan olabilir. —Olsa duyardım. Benim ilkim bir milyonu alandan daha fazla gündem olaca

FETÖ Sınavında Biz (2) ***

*TSK'da subay olmak isteyenlerin sülalesini didik didik inceleyen, okuduğu okul ve gittiği dershaneleri araştıran zamanın TSK'sı suçludur. "İrticayla mücadele ediyorum, laikliğin ve Atatürkçülüğün bekçisiyim, ülkenin esas sahibiyim. Orduya mürteciler, laiklik ve Atatürk düşmanları giremez" düşüncesiyle, esas görevi ülkeyi dışa karşı korumak olduğu halde vatandaşın değerleriyle mücadele etmeyi birinci tehdit gören dönemin askeri erkânı, orduyu FETÖ militanlarıyla doldurmuştur. Ordu, başörtüsü ve sakal ile uğraşırken burnunun ucuna kadar sokulan esas düşmanı görmemiş ya da görememiştir. Düşman, TSK'nın içinde yuvarlanırken asker, cumhurbaşkanı seçimine müdahil olmuş, e-muhtıra yayımlamış, 28 Şubat Post modern darbesini yapmış; Ay Işığı, Sarıkız gibi darbe planlarıyla uğraşmıştır. YAŞ kararlarıyla orduda tespit ettikleri ne kadar mürteci varsa askeriye ile ilişiğini kesmiştir. Disiplinsizlik adı altında ordu ile ilişiği kesilenler içinde bir tane FETÖ'cü subay

FETÖ Sınavında Biz (1) ***

FETÖ konusunda bu örgütün kökünü kurutmak için bir taraftan mücadele ederken diğer taraftan, tarafların birbirini suçlaması devam ediyor. Örgütün tabanında tavizsiz bir mücadele sürerken siyasilerin birbirini karşılıklı suçlamaları havada uçuşuyor. Sonuç havada kalıyor. Çünkü kayıkçı kavgası gibi tartışanlar bir zarar görmüyor. Her birine göre yekdiğeri ya FETÖ'cü ya da onları koruyor. Ülkemizde 17/25'den bu yana önce Paralel Devlet Yapılanması, sonraları Fethullahçı Terör Örgütü denen örgütün, devletin her kademesinde örgütlendiği herkesin malumu. Devletin kılcal damarlarına girdiği söylenen bu örgütün "Siyasi ayağı yok mu" sorusu hep sorulur. Araştırılsın diye Meclise getirilir. Nasıl bir ayaksa ortaya çıkmaz. Çünkü araştırma isteği reddedilir. Niçin reddedilir? Ya yoktur; Meclisi uğraştırmaya değmez ya da vardır ama gizlenmesi gerekir. Hangisidir bilinmez. Ben FETÖ'nün siyasi ayağı vardır veya yoktur iddiasında bulunacak değilim. Burada şunu söyleyebilirim