Hukuk
türleri dendiğinde; Pozitif (müspet, meri, yürürlükte olan) hukuk, mevzu
(yürürlüğe konulmuş yazılı) hukuk, tarihi (ilga edilmiş/yürürlükten
kaldırılmış) hukuk ve ideal (doğal, natürel, tabii) hukuk türleri akla gelir.
Halen
yürürlükte olan hukuklar pozitif hukuk olarak adlandırılır. Eksik aksak,
beğenelim ya da beğenmeyelim, daha tam hukuk devleti olamasak da, devletin ve
devlete bağlı bireylerin uymakla yükümlü olduğu Türk hukuku da pozitif hukuka
verebileceğimiz bir örnektir. İdeal hukuka verebileceğimiz en iyi örnek İslam
hukukudur. Bu hukuk, bugün her yönüyle yürürlükte olmasa da Müslümanları
yakından ilgilendirmektedir. Çünkü İslam hukuku doğuştan gelen insan haklarını
ve genel geçer kuralları savunmakla beraber gündelik hayata ve toplum
ilişkilerini de düzenleyen bir hukuktur. Müslümanlar, İslam hukuku ile
yönetilmiyor ve bu hukukun devlet nezdinde bir geçerliliği olmasa da İslam;
evlenme, boşanma, ticaret, ekonomi, miras gibi toplum ilişkileri konularında
inananlarını bağlayan kurallar vazetmektedir. Buradan hareketle Müslümanlar, TC
vatandaşı olarak Türk hukukuna, ideal hukuk olarak İslam hukukuna tabidirler.
Bundandır ki bir şeyin meri hukuka uygun olması, Müslümanları tek başına
rahatlatmaz. İslam bu konuda ne der, ona da kulak verir. Geçerli hukuk ile
İslam hukuku aynı şeyi söylüyorsa Müslümanlar rahat bir nefes alır, çelişiyorsa
ne yapalım, bu işin içerisinden nasıl çıkarım ikilemi yaşarlar. Çünkü devlete
göre bir şeyin yapılması kanuni iken İslam'a göre caiz olmayabiliyor. Özellikle
dindar ve mütedeyyin insanlar helal/haram, caiz veya değil konularına çok kafa
yorarlar. Bir çıkış yolu için fetvalara bel bağlarlar. Hasılı Müslümanlar bugün
hem pozitif hukuku yaşıyor hem de yürürlükte olmayan ideal hukuk olan İslam
hukukunu yaşıyorlar.
İslam
ve onun hukuku bütün çağlara hitap ettiğine, uygulanabilirliği kıyamete kadar
geçerli olduğuna göre Müslümanlar, çelişki durumunda ne yapmalı? Allah kelamı
olan Kur'an ve Kur'an'ın bir nevi açıklaması diyebileceğimiz sünneti pozitif
hukuka göre uyarlayamayız. Burada İslam fıkhına ve bunun ilmini yapan
fıkıhçılara büyük iş düşüyor. Günümüz problemlerine çözüm üretmeleri gerekiyor.
Bunun yolu da içtihattır. İslam fıkhı Kuran, sünnet, icmâ ve kıyası şer’i delil
olarak kabul etmiştir. Bunlara ilaveten sahabe görüşü, istihsan (bir şeyi güzel
saymak), mesalih-i mürsele (maslahat) istishab (geçmişte sabit olan bir hükmün,
sonradan değiştiği bilinmiyorsa ve/veya değiştiğine dair bir delil
bulunmuyorsa, aynı kalmasına hükmetmek), örf-âdet, öncekilerin şeriatları
ve sedd-i zerayi (harama giden yolların tıkanması), feth-i zerayi (helale giden
yolların açılması) de hüküm çıkarmada fer'i delil olarak kabul edilmiştir. (Bu
konuya devam edelim)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder