Ana içeriğe atla

İslam Ahkamının Her Çağa Hitap Etmesi (1)

Hukuk türleri dendiğinde; Pozitif (müspet, meri, yürürlükte olan) hukuk, mevzu (yürürlüğe konulmuş yazılı) hukuk, tarihi (ilga edilmiş/yürürlükten kaldırılmış) hukuk ve ideal (doğal, natürel, tabii) hukuk türleri akla gelir.

Halen yürürlükte olan hukuklar pozitif hukuk olarak adlandırılır. Eksik aksak, beğenelim ya da beğenmeyelim, daha tam hukuk devleti olamasak da, devletin ve devlete bağlı bireylerin uymakla yükümlü olduğu Türk hukuku da pozitif hukuka verebileceğimiz bir örnektir. İdeal hukuka verebileceğimiz en iyi örnek İslam hukukudur. Bu hukuk, bugün her yönüyle yürürlükte olmasa da Müslümanları yakından ilgilendirmektedir. Çünkü İslam hukuku doğuştan gelen insan haklarını ve genel geçer kuralları savunmakla beraber gündelik hayata ve toplum ilişkilerini de düzenleyen bir hukuktur. Müslümanlar, İslam hukuku ile yönetilmiyor ve bu hukukun devlet nezdinde bir geçerliliği olmasa da İslam; evlenme, boşanma, ticaret, ekonomi, miras gibi toplum ilişkileri konularında inananlarını bağlayan kurallar vazetmektedir. Buradan hareketle Müslümanlar, TC vatandaşı olarak Türk hukukuna, ideal hukuk olarak İslam hukukuna tabidirler. Bundandır ki bir şeyin meri hukuka uygun olması, Müslümanları tek başına rahatlatmaz. İslam bu konuda ne der, ona da kulak verir. Geçerli hukuk ile İslam hukuku aynı şeyi söylüyorsa Müslümanlar rahat bir nefes alır, çelişiyorsa ne yapalım, bu işin içerisinden nasıl çıkarım ikilemi yaşarlar. Çünkü devlete göre bir şeyin yapılması kanuni iken İslam'a göre caiz olmayabiliyor. Özellikle dindar ve mütedeyyin insanlar helal/haram, caiz veya değil konularına çok kafa yorarlar. Bir çıkış yolu için fetvalara bel bağlarlar. Hasılı Müslümanlar bugün hem pozitif hukuku yaşıyor hem de yürürlükte olmayan ideal hukuk olan İslam hukukunu yaşıyorlar. 

İslam ve onun hukuku bütün çağlara hitap ettiğine, uygulanabilirliği kıyamete kadar geçerli olduğuna göre Müslümanlar, çelişki durumunda ne yapmalı? Allah kelamı olan Kur'an ve Kur'an'ın bir nevi açıklaması diyebileceğimiz sünneti pozitif hukuka göre uyarlayamayız. Burada İslam fıkhına ve bunun ilmini yapan fıkıhçılara büyük iş düşüyor. Günümüz problemlerine çözüm üretmeleri gerekiyor. Bunun yolu da içtihattır. İslam fıkhı Kuran, sünnet, icmâ ve kıyası şer’i delil olarak kabul etmiştir. Bunlara ilaveten sahabe görüşü, istihsan (bir şeyi güzel saymak), mesalih-i mürsele (maslahat) istishab (geçmişte sabit olan bir hükmün, sonradan değiştiği bilinmiyorsa ve/veya değiştiğine dair bir delil bulunmuyorsa, aynı kalmasına hükmetmek), örf-âdet, öncekilerin şeriatları ve sedd-i zerayi (harama giden yolların tıkanması), feth-i zerayi (helale giden yolların açılması) de hüküm çıkarmada fer'i delil olarak kabul edilmiştir. (Bu konuya devam edelim)






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde