Ana içeriğe atla

Kış ve Grip *

Kış dendi mi soğuk, ayaz, don ve -şimdilerde görmeye hasret kalsak da- kar akla gelir. Bir de hastalıklar. Çünkü kış mevsimi, hastalıkları da beraberinde getirir. Öksürük, ateş, baş ağrısı, burun akıntısı, hapşırık, yorgunluk ve boğaz ağrısı şeklinde kendini gösteren, halk arasında ortalık hastalığı da denen, kış aylarında kendini iyiden iyiye hissettiren bu hastalığın adı griptir.

Önceki yıllarda kuş gribi, domuz gribi gibi adı verilen gribin bu kıştaki adı nedir bilmiyorum ama hastalığa yakalanan kolay kolay atlatamıyor. Geldi mi kolay kolay gitmiyor. İnatçı mı inatçı çünkü. Hem öyle inatçı ki hastalığa yakalananı, anasından doğduğuna pişman ettiği gibi bir başkasına da bulaştırmadan gitmiyor; o çekti, sen de çekeceksin dercesine. Ev halkından birine sirayet etti mi diğerlerini de boş geçmez. Sırayla hepsini yoklar. Çok adil anlayacağınız.

Hastane ve aile hekimliklerinde gripten dolayı hasta sayısında bir artış olsa da gribe yakalananın çoğu, doktora da gitmez. Kimi doktorun önerdiği ilaçları kullanarak hastalığı savma yolunu tercih ederken kimi de kendi kendine geçip gitmesini bekler. Yine halk arasında gripten kaynaklanan bu hastalığı savmak için "İlaç kullanan yedi günde, kullanmayan ise bir haftada iyileşir" denir.

Grip deyip de geçip gitmeyelim. Zira bu hastalığa yakalananın kimi ağır atlatır bu hastalığı, kimi de hafif. Bazen ölümlere de sebebiyet verebiliyor. Gribin aynı zamanda bulaşıcı özelliği de var. Buna rağmen grip konusunda çoğumuz duyarlı değiliz. Bundandır ki biri bu hastalığa yakalandı mı kiminle temas etmişse hastalık o kimseye sirayet eder. Gribe yakalananın bazısı, başkasına bulaştırmayayım diye gerekli özeni gösterirken bazıları, zorunlu olmadığı halde toplum içerisine giriyor; düğün, cenaze ve taziyeye katılıyor, alışverişe gidiyor. İnsanlarla tokalaşıyor, olmadı sarılıyor, öpüyor, öpüşüyor. Ardından da size bulaştırmayayım, biraz hastayım diyor gülerek. Merak ediyorum, hastalığı satmak için başka ne yapması gerekiyor?


Kimin vücudunu zayıf bulursa orada arzı endam eden bu hastalığı basite almayalım. Bu hastalığın en iyi ilacı yatıp istirahat etmek, bol bol sıvı tüketmektir. Zorunlu olmadıkça kalabalıklar arasına girmemek lazım. Eğer illa girilecek ve işe güce devam edilecekse insanlara pek yakın durmayalım. Çok yakın bulduğumuz, sevip saydığımız insanlarla görüşmemiz gerekiyor veya karşılaşmışsak yakın temas diyebileceğimiz tokalaşma, sarılma gibi eylemlere kalkışmayalım. Pekala oturup kalkmayı, hal hatır sormayı temas etmeden de gerçekleştirebiliriz. Sarılmadığımız için içimizde bir burukluk hissediyor ve ayıp oldu diyorsak, iyileştiğimiz zaman bir fazla sarılarak önceki sarılamadığımızın kazasını yapabiliriz. Namazın, orucun kazası olur da sarılmanın kazası olmaz mı? Yeter ki iyileş. Sonra dön dön bir daha sarıl. Ama ne olur, hasta iken bu samimi görünümden uzak duralım, biraz resmi takılalım. Bu konuda “Hastayım, size bulaşmasın, sizden uzak durayım” diye yanındakileri uyararak tokalaşmayan az sayıdaki insanları tebrik etmek lazım.  Gerçi böyle uyaranlara karşı bazılarımız da “Olsun, fark etmez” deyip sarılmanın yoluna gidiyor. Böylelerinin yaptığına cinslik mi denir yoksa cahil cesareti mi? Kararı siz verin. Ama kendi düşen ağlamaz. Zira kendisi istedi.

*24/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde