Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kendi ellerimizle cayır cayır yaktıklarımız*

Kanlı darbe teşebbüsü, yıllar yılı devam eden PKK katliamları, güneyimizde savaş hali, komşu ülkelerin durumu, ekonominin gidişatı, Batı ile ilişkilerimizdeki soğukluk... yetmezmiş gibi şimdi de Adana Aladağ'da ortaokul öğrencilerinin kaldığı özel bir yurtta 12 öğrencinin yanarak can vermesi...Türkiye'nin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Hiçbir günümüz geçmesin ki olay olmasın. Milli Şairimiz Mehmet Akif ERSOY'un " Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?" adlı şiirinde dediği gibi: "Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?/Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!  / Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!/"Yandık" diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!...Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?/Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!"   dediği gibi musibet, bela ve felaketler maalesef bir türlü başımızı bırakmıyor.   Ümidimizi kesmedik, her sabah kalkınca acaba bugün normal bir şekilde güne başlayabilecek miyiz diyoruz. Ama nafile

"Armut piş, ağzıma düş!"

Yaratılanı severiz Yaratan'dan ötürü mutlaka. Farklı farklı tıynetleri vardır insanoğlunun. Hepsine "amenna ve saddekna." Huy anlamına gelen tıyneti zamanla insan kazanır. İnsan yaşadıkça, bir araya gelip irtibat kurdukça insanları daha iyi tanıyor. Kimine iyi ki tanımışım dersin, kimine de eksik olsun, benden ırak Allah'a yakın olsun dersin. Karşılaşmamaya çalışırsın, fırsatını bulursan yolunu bile değiştirirsin. Huy değişir mi? Değişir değişmeye. Yeter ki insanoğlu değiştirmek istesin. Tabii bunun için ilk önce böyle kişilerin kendi huyunu beğenmediğini bilmesi ve kabul etmesi gerekir. Genelde böyleleri huyunu da mükemmel hatta kendisini dev aynasında görür. Hatta kendisiyle yüzleşmeye fırsat bile vermez nefsi. O yüzden vicdanının sesine kulak vermez. Sürekli kaçar yüzleşmekten. Çünkü vicdanıyla karşı karşıya gelse öz eleştiri yapıp kendini sorgulaması gerekir. Bunu yapması sorumluluk demektir. Bu ne demek? Yapması gereken görev ve vecibeleri üstlenmektedir. Kim

"Sarı Hoca, Ak Hoca, Yok Hoca"

Benim gibi havuç rengi turuncu saçlara sahipti. İsmi Durmuş idi. Ama kimse ona ismiyle hitap etmezdi. Herkes onu Sarı Hoca olarak bilir,  o şekilde çağırır, o şekilde hitap ederdi. İlçenin yetiştirdiği hocaların en önde gelenlerinden idi. Kendi muhitine hizmet etti yıllar yılı. En büyük camisi Büyük Caminin imam ve hatipliğini yaptı. Hafızı kelam idi. Öyle 'ha'sı gitmiş 'fız'ı kalmış hafızlardan değildi. Taş gibi hafızdı. Yaşadığı müddetçe Kur'an'dan hiç uzak kalmadı, hep onunla hemhal oldu. Görevini dört dörtlük yerine getirirdi. İzin nedir bilmezdi. Maaşın Çumra'dan alındığı yıllarda çoğu zaman öğle namazına yetişirdi. Haftalık izin yanına uğramazdı. Canı tez biri idi. Fakat iş namaz kılma ve kıldırmaya gelince ağır ağır, sindire sindire, hazmede hazmede kılardı namazını. Hiç acelesi yoktu namazı bitirme konusunda. Baştan savma nedir bilmezdi. Diğer camilerde namaz bitse bile Büyük Camide namaz devam ederdi.  Hatta bazıları, "Sarı Hoca namaza b

Elimdeki para

Kış geldi mi sülaleden Veysel Emmim ava giderdi. Yine kar yağmıştı. Gün artık Veysel Emmim'indi. Keyfine diyecek yoktu. Tüfeğini hazırladı. Fakat barut ve saçma lazımdı. Evde kalmamıştı. Beni çağırdı, al şu parayı Koca Hüseyin'e git, barut ve saçma al gel diye. Verdiği paraya bir baktım. Daha önce hiç görmediğim bir kağıt para idi. 75-76 yılının en büyük parası. Şimdinin 100 lirası diyelim. Üzerimi giyindim, eldivenleri elime geçirdim, çünkü hava buz gibiydi. Parayı da cebime koymadım kaybederim diye. Elimin içine koyup sıkı sıkıya elimi kapattım. Ayağım kaymadan hızlı bir şekilde gitmeye başladım. Ara ara da elimdeki paraya bakıyorum duruyor mu diye. Cellogilin evlerinin yanına vardığımda yukarıdan aşağıya kayanlar vardı buzun üzerinde. Etrafında ise kayanları seyredenler. Hiç onlara takılmadan Büyük Caminin oradaki Koca Hüseyin'in dükkanının yolunu tuttum. Tam dükkana gireceğim zaman elimdeki paraya bir göz attım. Elimde paradan eser yoktu. Ne kadar cebim varsa hepsini

Patates mi kumpir mi?

Köydeki oturduğumuz evin önüne bir oda çıkılıyordu. Evde inşaat vardı anlayacağınız. Benim işim helik toplamaktı. Bir gün babam elime para verdi. Hüseyin Dayına git, 3 kg kumpir, 4 kg da patlıcan al gel, çalışanlara yemek lazım dedi. Koca Hüseyin lakaplı Hüseyin Dayının dükkanı Büyük caminin yanında idi. Elime pazar çantasını aldım, şimdiki gençlerin yaya yürümediği yolu aşındırmaya  başladım hızlı hızlı. Giderken de alacağımı unutmayayım diye ara ara tekrarlıyorum içimden: 3 kg kumpir, 4 kg patlıcan şeklinde.  Kendi kendime kumpir köylülerin söylediği bir kelime. Bunun yerine patates diyeyim dedim. Yine yolda tekrarlıyorum içimden: 3 kilo patates, 4 kilo patlıcan... O kadar tekrarladım ki sayısını bilmiyorum. Sular-seller gibi ezberlemiştim alacağımı. Nihayet dükkana girdim hış-mış: "Dayı, babamın selamı var. 3 kg kumpir, 4 kilo patates verecekmişsin" demişim. Şükür, unutmadan söyleyebilmiştim meramımı.  Ben bekliyorum dayı tartıp verecek diye. Fakat dayı iskelet

Çocuğundan daha çocuk veliler

Rehber öğretmenler genelde konuşmalarına "Problem çocuk yoktur, problem anne ve baba vardır" diye başlarlar. Birçok veliyi görünce rehber öğretmenlerin sözlerindeki doğruluk payının yüksek olduğuna hak vermemek elde değil. Bazı anne ve babalar vardır, anlayışından, olaylara bakışını görünce sırtında taşıyasın gelir. Bazılarını da görünce bu anne ve babaya göre bu çocuk çok iyi diyorsun. Anne ve baba vardır, olayları soğukkanlı bir şekilde değerlendirir. Nezaket ve efendiliğine derman yetmez. Bazıları vardır, öğretmene, idareye yol göstermeye çalışır, bazıları hep suçlama yoluna gider. Bazıları karşına çıkmaz, oturur bilgisayarın başına. İsminin açıklamasını istemeyecek şekilde 'Bilgi Edinme'ye şikayet eder okulu, öğretmeni ve yönetimi. Hızını alamazsa 'Alo 147'yi arar. Güya ismi belli olmadan meseleleri çözecek, karşı tarafa haddini bildirecek. Bazıları ise başlı başına bir sorundur, çocuğundan önce yangına körükle gider, kavgacıdır. Ne laftan anlar, ne de s

Trafik Dilimiz ve Bayanlar

Hangi yolu denersek deneyelim, ne kadar çaba ve gayret sarf edersek edelim, bir türlü bir yabancı dil öğrenemiyoruz. Ama yabancılarda olmayan bir dilimiz daha var: Trafik dili.  Kimsenin anlaşamadığı kadar anlaşırız biz arabadan arabaya. İster karşımızda olsun, ister yanımızda, isterse arkamızda olsun. Kah selektör yaparak, kah korna çalarak, kah el-kol işareti yaparak... Meramımızı anlatmada bir numarayız desem herhalde abartmış olmam.  Selektör sanki bizim için icat edilmiş. Trafiğini engellemediğin biri sana selektör yapıyorsa sana kopya veriyordur mutlaka. Tedbirli git, ileride trafik polisi veya radar var demek istiyor. Ardından selektör yapıyorsa yol ver demek istiyor, burun buruna geldiğin zaman selektör yapıyorsa burada iki durum var: Ya ben geçeceğim sen dur demek ister ya da haydi buyur sen geç demek ister. Bunu da sürücüler az bir tereddütten sonra çözerler. bazen de selamlaşma olarak kullanılır. Sen ona selektör yaparsın o da sana. İlk araba sürmeye

Ön yargılardan kurtulabilmek

Bazılarının kafasında öyle bir ön yargı oluşmuş ki, böylelerini ne ikna edebilir, ne de değiştirebilirsin, kafasının ve beyninin içine girip bu organlarını kırsanız, yerine yeni kafa ve beyin taksanız oluşturduğu algıları değiştiremezsiniz. Çünkü vücudunun her bir yerine sirayet etmiştir bu hastalık. Atomu parçalarsın ama bu illeti tedavi edemezsin. Kafasında oluşturduğu bu algıdan kurtulmanın tek yolu, bu tiplerin kendisini dinlemesi ve öz eleştiri yapmasıdır. Yalnız başına kaldığı zaman "Kafamda oluşturduğum bu fikirler doğru mu, savunduğum fikirlerden başka doğru fikir var mı, ben olaylara hangi açıdan bakıyorum, başkası nasıl bakıyor" şeklinde beyin jimnastiği yapması gerekiyor. Olaylara ve kişilere pozitif yaklaşmayı denese aslında her şeyde bir mantık ve çıkış yolu bulabilecektir. Hep olumsuz bakınca ne kendisine ışık verir ne de çevresine. Müzmin muhaliftir böyleleri. Kendi düşüncesi hakim olmayınca herkesi, her şeyi eleştirir durmadan. Kompleks halinden bir türlü

Batı'nın maskesi düştü

Medeniyetin beşiği olarak tanıttılar kendilerini. Demokrasi ve insan hakları, ilerlemişlik, bilim ve teknoloji onlardaydı. Terör örgütlerine karşı mücadele ettiklerini göstermeye çalıştılar. Güya bir zamanlar PKK'yı terör örgütü kapsamına aldılar. Nasıl almaysa. PKK, Avrupa'da istediği gibi cirit attı bu güne kadar. TV'leri bile vardı. Özdemir Sabancı'nın katili olan  Fehriye ERDAL'a bu güne kadar ne yaptıklarını anlayan varsa beri gelsin. PKK burunlarının dibinde istediği gibi çalışma, propaganda yaptı, örgüt adına para topladı. En azılı teröristleri ellerini kollarını sağlayarak dolaştı güpegündüz.  PKK'lı teröristleri saldığı yetmediği gibi şimdi de terör örgütleri kapsamından çıkarmaya çalışıyor Batı. Gerekçe de PKK'nın, DAİŞ ile mücadele ettiği. Biliyorduk gerçek yüzünü de bu kadar gemi azıya alabileceklerini, bu kadar alçalabileceklerini de görmüş olduk. Allah uzun ömür verirse daha ne pisliklerine şahit olacağız. Lügatımızda bir zamanlar 'Vah

Nesil ardından gelir. Yeter ki samimiyet görsün...

Sevgi, samimiyetin verilmediği bir yerde istenen neslin yetişmesi çok zor. Çaba sarf eden arkadaşlarımızın sayısı çoktur. Ama yeterli değildir. Herkese örnek olabilecek bir neslin yetişmesi için uzmanların gerçekten kafa yorması gerek. Bir defa sevgisini vermediğimiz nesil de bizim değildir, din de. Din eğitiminde görev alabilecek, bu okullarda görev yapan kişilerin iyi bir iletişim diline sahip olması, öğrencinin dilinden anlaması gerekir. Bu okullarda görev yapacak arkadaşlar öncelikle diğer okullarda görev yapmalıdır ki buraya gelen çocukların değerini bilsin. Çocuğun psikolojisini bilmeden bir yere varılamaz. Öğrenci, öğretmenindeki samimiyeti görsün, inanın canını verir onun için. İHL'lerde adam adama markaj dönemi başlatılmalıdır. Cami cemaatine hitap eder şekilde vaaz kültüründen kaçınılmalıdır. Her bir bireye önemli olduğu hissi verilmelidir. Polisiye tedbirlerden, kızmaktan, bağırmaktan ve dövmekten, bastırmaktan öte, yeni bir şeyler söylemek lazım bu nesle. 2 sene önc

Din, samimiyettir her şeyden önce

"Din nasihattir" der bir hadisinde Peygamberimiz. Biz genelde nasihati 'öğüt verme' anlamında alırız. Halbuki nasihat, samimiyet demektir. Kur'an'da geçen 'nasuh tevbe' ile aynı anlama gelir. 'Öğütçü, öğüt veren" anlamına geldiği gibi 'temiz, saf' anlamı da vardır. İkinci anlamıyla aldığımız zaman hadis: "Din samimiyettir" anlamına da gelir. Bir başka hadiste peygamberimiz: "Yapılan amel ve fiillerin niyetlere göre" olduğunu ifade eder. "Allah öbür dünyada bizim etimize ve kanımıza bakmayacak, takvamız, samimiyetimiz, niyetimiz ulaşacak ona." Bu dünyada çektiklerimiz belki de samimiyet eksikliğindendir. Bu konuda bir kaç fıkra paylaşmak istiyorum sizlere. *** Küçük kasabanın birinde, bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, arazisi üzerine bir genelev inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler, ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da

Dünyada hep kazanan kesim

İnsanlara dünyayı dar edip kendisi dört köşe olan bir  kesim var: bankacılık. Darda kalanın elinden tutan iyilik meleği görünümündedir. Güler yüzle karşılar seni, hem de kapıda. Odasına kadar götürür. Çay, kahve ardı arkasına gelir. Öyle bir ilgi ve alaka gösterir ki, "Ben neymişim be" dedirtir insana kendi nefsi. Gururu okşanır. İpler bankacının elindedir. Sen çayını yudumlarken: "Efendim çayımızı içerken bu arada şuralara da bir imza atıverelim, formalite yerine gelsin" der görevli. Oturup okumaya kalksan bir haftanı alır o küçücük sayfalar dolusu yazılar... Görevlinin dostane tavrı öyle güven verir ki formalitenin lafımı olur. İhtiyaç sahibi parmağıyla gösterilen her yere imza atar, ne olduğunu bilmeden. Kapıya kadar da uğurlar bu sevimli misafirini. Çünkü  verdiği tavuk ona kaç tane kaz getirecekti. Vatandaşı yakarken kendisi ihya olacaktı. Belki de prim verilecekti kendisine. Kara listeye bir kişi daha almanın sevincini uzun süre taşır içinde. Bu sevinç yeni

Maksadın dışında anlaşılma

Şaka, hayatımızda zaman zaman kullandığımız yollardan biridir. Çünkü hayatın bir parçasıdır. Zira hayat hep ciddiyet ve resmiyetten ibaret değildir. Şakadan amaç aradaki muhabbet ve sevgiyi artırmaktır. Hayat hepten ciddiyetten ibaret olsaydı sanırım bu yalan dünya çekilmez olurdu. Hz Muhammed, hayatı tamamen bir mücadeleden ibaret olmasına rağmen zaman zaman da olsa hayatında mizaha yer verdiğini görmekteyiz. "Beni bir deveye bindir" diyen birine Peygamberimiz: "Seni yavrusuna bindireceğim" deyince adam şaşırır: "Ben yavrusunu ne yapayım" der. Peygamberimiz: "Her deve birinin yavrusudur" cevabı verir. Yine bir yerden geçerken, cennete girmek istediklerini temenni eden kadınlara Peygamberimiz: "Siz yaşlı kadınlar, cennete giremezsiniz" buyurunca kadınlar korku ve hayret içinde üzüntülerini dile getirince Peygamberimiz: "Ancak genç ve güzel olarak gireceksiniz" cevabı verir. Az önce şaşıran kadınlar gülmeye başlarlar. Esprid

Meb'de görev yapan ilahiyat mezunları üvey evlat mı?

Ülkemizde hac farizasını yerine getirmek için her yıl rekor düzeyde bir başvuru olur. Suud yetkililerinin koyduğu kota gereğince her yıl ortalama 70-80 bin kişi gidebilmektedir bu kutsal görevi ifa edebilmek için. Yazılalı 6-7 yıl olmasına rağmen çıkmayıp hala sırasını bekleyen sanırım yüz binlerce hacı adayımız var. Bu konuda Türkiye'nin yapabileceği bir durum yoktur. Bu konuda son söz Suud yetkililerinde. *** Her yıl kur'a yoluyla hac vazifesi çıkan hacılarımıza refakat etmek, onlara mukaddes beldede rehberlik yapmak için DİB, kendi personelinden görevli göndermektedir. Bu yol ile giden diyanet görevlileri hem hacılarımıza yardımcı oluyorlar, hem de hac görevini icra etme imkanı buluyorlar. Hac organizasyonunu yapan Diyanetin kendi personelini görevli tayin etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Rabbim daha fazla gitmeyi, hacılarımıza yardımcı olmayı ve haclarını kabul etmeyi nasip etsin. Yüzbinlerce kişi parasıyla sıra beklerken bu görevlilerin genç yaşta gidip gelmeleri, bilg

Burnunun ucunu göremeyen şıh

Dini gizemli halden kurtarıp ayakları yere basacak şekilde hayatın içine çekmediğimiz müddetçe dini kullanıp dinden faydalanan ve nemalanan insanların sayısında azalma değil, artış olacaktır. Bu konuda nasılsa epey müşteri var. Bir yerde müşteri varsa mutlaka satıcı da olur. Bu durum işin doğasında vardır. Niyetim keramet var mıdır, yok mudur, hak mıdır, değil midir değil. Ama öbür dünyada bu dünyada bazı insanların gösterdiğine inandığımız kerametlerden soru gelmeyecek, ona niye inanmadın denmeyecek bunu biliyorum. Esas keramet kişinin istikamet üzere olmasıdır. Dosdoğru yolu takip etmesi, ardından gelenlere de bunu hatırlatmasından ibarettir. Bir tarikat veya tasavvufi harekete mensup bazı  kişilerde genelde dilden dile menkıbe şeklinde anlatılır  efendisinin gösterdiği kerametler. Bu tip anlatılanlar müridin efendisine daha fazla bağlanmasını sağlar. Anlatılana kendi inanmıştır. Şimdi sıra bu kerameti başkalarına anlatıp ikna etmede. Muhatap inanmadığı takdirde muhatapların aras

Ne zaman adam oluruz? **

- Pazarcı, kullandığı pazar yerini temiz bırakıp satışa; ön ve görünen yerden vermeye başladığı zaman, -Araç park ederken yaya ve araç trafiğini engellemediğimiz zaman, -Kurban keserken çevreye görüntü çirkinliği vermediğimiz zaman, -Toplu taşıma aracına binenlerden ayakta kalanların arka taraftan itibaren doldurmaya başladığı zaman, -İnsanlara küsmeyip iletişim yolunu hep açık tuttuğumuz zaman, -Park yasağı olan yerlere aracımızı koymadığımız zaman, -Esnafın kaldırımın üstüne eşya koymayıp ve mağazasının önüne aracını park etmediği zaman, -İnsan yoğunluğu olan yerlerde ihtiyacımızı gidermek için sıraya girip sıramızı beklediğimiz zaman, -Herhangi bir işe girerken ya da işimizi yaptıracağımız zaman araya birini koymadığımız zaman, -Hiçbir sınavda kopya çekmediğimiz zaman, -Trafik kurallarına uyduğumuz zaman, -Şehir planlamasında bina yapımında yüksek katı, şehir merkezindeki  caddelerden değil de –sinema salonları gibi- şehrin en uç noktasından başlayarak yaptığ

Boşluk

Evrene baktığımız zaman her şeyin yerli yerine oturtulduğunu görürüz. Çünkü Allah evreni yaratırken başıboş yaratmamış. Yeter ki bakacak gözümüz, işitecek kulağımız, hissedecek kalbimiz olsun. Yeryüzü Allah'ın 'Sünnetullah' dediğimiz kanunlarıyla bezenmiş, her biri ölçülüp tartılarak yaratıldıktan sonra yerli yerinde kullanabilmesi için emanet olarak insanın hizmetine verilmiştir. Yaratılan canlı ve cansız her şeyin bir görev ve sorumluluğu vardır. Yaratılan her şeyin bir sorumluluğu varsa insanın sorumluluğu yok mu? Var elbette. İnsanın da bu dünyada yapacağı, yapması gereken sorumlulukları vardır. Çünkü insanoğlu da başıboş yaratılmamıştır. Başıboş olduğu zaman ne olur? Başıboş insan şeytanın oyuncağı olur. Oyuncak olan insan şeytanın ve nefsinin elinde madara olur. Toplum olarak adına muhabbet, sohbet dediğimiz dedikodu ve gıybet yine başıboş olmanın bir sonucudur. Nasıl ki Allah kainatı yaratırken lüzumsuz, başıboş bir şey bırakmadı. İnsanoğlu da yeryüzünde soruml

Cami-okul yararına ortaklık

İçinizde farklı ortaklıklar yapanlar vardır mutlaka. Cami-okul işbirliği yapan var mı bilmiyorum. Eğer böyle bir ortaklık yapanınız yoksa o zaman ilk olma bakımından bu şeref bana ait. 2014 yılında kısa süreliğine görev yaptığım okuluma 100 m. mesafedeki caminin görevlisi yanıma geldi: "Hocam pazar günü seçim var biliyorsun. Gelene gidene okul yararına çay satalım, kazancı paylaşalım. Çay seti ve çay malzemesini ben temin ederim. Okulun önüne kurarız. Okuldan sadece elektrik kullanırız" dedi. Yapabilir miyiz dedim. "Hocam hepsini ben hallederim, ben uzun yıllar market işlettim. Ticaretten anlarım, sen merak etme, sadece çay ve suyun fiyatını gösteren yazı çıkartıver"  dedi. Tamam hocam olur dedim. Pazar günü okula geldiğimde imam arkadaşımızın çay tesisatını kurduğunu gördüm. Kazanın başında eşi çay dolduruyor, 14-15 yaşlarındaki iki çocuğu da sandıkların kurulduğu sınıflara çay getirip götürüyorlar. Kendisi de tesisatın yanında altına çektiği bir sandalyeye otu

Münafığın özellikleri**

Bir ilmihal kitabını açıp bakarsanız inanan insan topluluklarını 3'e, hatta 4'e ayırır: mümin, münafık, kafir ve müşrik diye. Bu inanan tiplerin içerisinde en tehlikelisi olarak münafık zikredilir.  İçi dışına benzemeyen bu kişi, içten inanmadığı halde dıştan inanmış gibi görünür. Medine'de Peygamberimize kök söktüren, kuyusunu kazmaya çalışan, boğmaya çalışan yine bu tiptir. Ömrü ikili oynamakla geçer, Müslüman dairesi içerisinde yer alır. Müslüman görünür, başkasıyla iş tutar. Pirincin içindeki pirince benzeyen beyaz taş gibidir. Dost görünümlü düşman dense yeridir. Asla sırtını dönmeye gelmez bu tiplere. Hadisi şerifte Peygamberimiz münafığın alametlerini üç olarak sayar: * Konuştuğu zaman yalan konuşur, * Söz verir, sözünde durmaz, * Emanete ihanet eder. Kur'an-ı Kerim'de cehennemin en alt tabakasının münafıklara ayrıldığı zikredilir.  İçimizde kim münafıktır, kim değildir bilmem. Herhangi bir kesimi, kişiyi "şudur" şeklinde bir tasnife tabi tu

Çok da tın *

Kendisini medeni gören tek dişi kalmış canavar AP(Avrupa Parlamentosu), Avrupa Birliğine girmek isteyen Türkiye ile müzakereleri geçici olarak dondurma oylaması yapmış. Yapılan oylamada müzakereleri dondurma kararı büyük bir oy oranıyla kabul edilmiş. Çok da tın ya! 1963 yılında başlamış  bu birliğe girme serüvenimiz. 53 yıl olmuş. Benimle yaşıt yani. Bizden 30-40 yıl sonrasında buraya girmek için müracaat edenlerin hepsi alındı. Nedense bir türlü sıra bize gelmedi. Yarım asırdır kapısında bekletiyor, ne alıyor, ne de kovuyor. Ağza çalınan bir parmak bal ile bizi oyaladı da oyaladı. Devlet politikası haline geldi bizde bu AB aşkı. Her hükümet bu müzakereleri yürüttü, yürütmeye çalıştı, kör-topal da olsa. 2016 yılında gerilen ortam dolayısıyla güya bize had bildirmeye kalkıyorlar. Kendilerini ne sanıyorlarsa. Aslında asıl suç bizde. Ne işimiz vardı onların kapısında bizim? 1963 yılından beri her ne dedilerse "Tamam efendim, elbette efendim, nasıl isterseniz beyefendi...&qu

Dil insanı vezir de yapar, rezil de

Bana hangi dil daha iyi dense iletişim dili derim. Zira Allah'ın insana bahşettiği en büyük nimettir. İnsanı vezir de yapar rezil de. Günümüzde yanlış anlamaların, dargınlıkların, kavgaların temelinde iletişim sorunu var. İnsan, Allah'ın verdiği bu nimeti yerli yerinde, ön yargısız bir şekilde kullandığı takdirde inanın çözülemeyecek sorunumuz kalmaz. Hani bizde hayvanlar koklaşa koklaşa insanlar konuşa konuşa anlaşır denir ya. Benim de demek istediğim budur zaten. İletişim dilinin önemini yanlış anlamalarda daha iyi anlarız. İnsan iyi niyetli bile olsa ifade ettiği yanlış anlaşılırsa yine sorun ortaya çıkar. Bu yüzden bin düşünüp bir konuşmada fayda var. Çıktı mı ağızdan bir söz, geriye dönüşü yoktur. Tıpkı bir ok gibidir. Bazı insanlara ne kadar fasih, ne kadar açık, ne kadar anlaşılır konuşsan da pek fayda etmez. Çünkü bazılarının kulakları iletişim diline kapalıdır. Sanki duvara konuşursun, aynen sana geri gelir. Bu tiplere ağzınla kuş tutsan meramını anlatamaz

Yaşasın dalkavukluk!

Padişahın biri, patlıcanı çok severmiş. Ne zaman; ‘Şu patlıcan musakkaya bir türlü doyamıyorum’ dese, dalkavuğu da; ‘Aman padişahım, siz söyleyince ağzımın suyu akıyor. Akşam olsa da yesek’ dermiş. Padişah imambayıldıdan söz edecek olsa; ‘Padişahım, şu imambayıldıyı icat edenin mekanı cennet olsun, nefis bir yemek. İnsan yemeye doyamıyor’ dermiş. Padişah; karnıyarıktan, patlıcan dolmasından, kızartmasından, kebabından, patlıcan salatasından, turşusundan ve reçelinden söz ettikçe, dalkavuk da göklere çıkarırmış... Gel zaman git zaman, padişah patlıcandan nefret etmiş. Sofraya değil yemeği, salatası, turşusu, tatlısı, patlıcanın (P) harfinin gelmesini bile yasaklamış. ‘Şu patlıcan musakkanın neresini beğenirler de yerler, bir türlü anlamıyorum’ dediğinde, dalkavuk da padişahın sözünü tamamlamış; ‘Aman padişahım, bu musakkanın yenilmesini yasaklamak lazım...’ Padişah, bir başka gün; ‘Bu insanlara hayret ediyorum. O kadar güzel salata çeşidi varken akşam yemeğinde tutup pa

Her boş geçen ders boş değildir...

Devlet kurumlarında çalışan bir görevli işine gelmediği zaman ne yapılır? Hiç düşündünüz mü?  Düşünmeye gerek yok. Onun görevini yanındaki bir başka eleman yapar. Yapacak eleman yoksa gelen kimseye: “O işe bakan arkadaşımız raporlu/izinli/sevkli, falan gün gelecek. O gün gelin size yardımcı olsun” denir. O kurumla işi olan mecburen belirtilen gün gelip işini yaptırması gerekir. İşi olacak vatandaş mağdur olur. O kadar. Peki işine gelmeyen/gelemeyen öğretmen ise bu durumda ne yapılır? O gün kaç saat dersi varsa dersi/dersleri boş geçer. Normali nöbetçi öğretmenin doldurmasıdır. Ya gelmeyen o gün nöbetçi ise, ya da nöbetçi olan öğretmenin boş dersi yoksa bu durumda ne yapılır? Okulun müdür veya yardımcısı dersi doldurur. Müdür ya da yardımcının dersleri doldurma imkanı yoksa öğrenci ya sınıfta bekletilir, ya bahçeye çıkarılır, ya da inisiyatif alınarak evine gönderilir. Boş geçen dersler nöbetçi öğretmen ya da idare tarafından doldurulsa da öğrenciye sınıfta sadece bekçilik yapılır

Akıl ve vahiy

Adana'da görev yaparken ders esnasında "Akıl ile vahiy çatışmaz, hatta örtüşür" şeklinde bir söz söylemiştim. Öğrencilerin garibine gitmiş olmalı ki, bu okulun Felsefe öğretmenine aktarmışlar sözümü. Felsefe öğretmenimiz yanıma geldi: "Hocam nasıl böyle bir şey söylersin, Allah bir şey söyler, insanlarsa farklı farklı şeyler söyler, akıl ile vahiy çelişir, görüşüne katılmıyorum" dedi. Kendisine, "insanlar hiçbir şeyden etkilenmeden salt akıllarıyla konuşsa vahiy ile aynı çizgide yürür, fakat birbirini destekler. Aklımızla konuştuğumuzu sandığımız bugün çoğumuz bazen midemizin, bazen nefsimizin, bazen menfaatlerimizin esiri olur, karnımızdan konuşuruz. Bu durumda akıl ve mantığa uygun hareket etmeyiz. Sadece işimize öyle geldiği için o şekilde konuşur ve davranırız" içerikli bir açıklama yapınca "Şimdi oldu" dedi, anlaştık.  "Aklın yolu birdir" atasözümüzü yabana atmamak lazım. Allah yüce kitabımızda sürekli aklı kullanmamızı vurgu

Kışta kıyamette taşınma

1991 yılında fakülteyi bitirince öğretmen olarak atanabilmek için girdiğim sınavdan yedeklerden bir sıra bulabildim kendime. Atanacaktım  ama.  Ne zaman?  Beklemeye tahammülüm yoktu. Zira fakülte 2.sınıfta iken evlenmiş, okul bittiği zaman hane sayım 5 olmuş ve çoluk çocuk ekmek beklerdi evde. Vekil öğretmenliğe müracaat ettim. Konya'ya 70 km uzaklıktaki Kemerli Kolça'da göreve başladım. Asaleten atanamamıştım ama uzun bir unvanım vardı: Müdür yetkili vekil öğretmen. Tek odalı birleştirilmiş bir okulda; okulun hem hizmetlisi, hem öğretmeni,  hem de müdürü oldum. Yaz boyunca kırılan camların ölçüsünü alıp hafta sonu gittiğim Konya'dan ölçüye göre cam kestirip kendim taktım. Teknisyenliğim de fena değilmiş hani. Kendi kendime gıpta ettim. Sobayı yakmak ve külünü almak da zor değilmiş meğer. Yeter ki iş başa düşsün. Kırık camdan giren kuşların tünediği soba borularındaki kurumuş doğal gübreyi temizlemek ve geçen yıldan beri temizlenmeyen boruların isini temizleme konusund