Ana içeriğe atla

Eften püften bahanelerle ayrılma isteği

Aile kavramımız yok oluyor, boşanan boşanana. Bin bir umutlarla yapılan evlilikler eften püften bahanelerle yıkılıyor. Bu hızla giderse orta yerde sağlam bir aile de kalmayacağı gibi aile kavramı da kalmayacak.

Son yıllarda boşanmalarda hızla bir artış var. Yeni evlenip ayrılanların yanında eski evlilikler de çatırdıyor. Toplum olarak sadece seyrediyoruz.  Birileri aileyi korumak amacıyla sorumluluk alıp araya girmeye kalksa bile kimse aracıyı dinlemiyor. Sen ne karışıyorsun der gibi yüzüne bakıyor. Tarafların anne ve babası araya girip evliliği kurtarma yoluna gideceği yerde "Ne zaman boşanma davası açacaksın kızıma" bile diyebiliyor artık. Nereye varacak bu gidişin sonu?

Ayrılmalarda olan da yarının anne ve babası olacak olan orta yerde kalan çocuklara oluyor. Kimi annenin velayetinde kalıyor, baba görmek isterse misafir gibi haftalık veya iki haftada bir çocuğunu görmek istiyor. Kimi babaanne, kimi anne annenin yanında kalıyor. Kimse kabul etmezse devletin korumasına veriliyor. Çocuk nerede kalırsa kalsın, ne kadar imkanları yerinde olursa olsun, bir dediği iki edilmese bile; çocuk bir eksiklik hissediyor. Hem de doldurulmayacak bir eksiklik: Sevgi, şefkat eksikliği...

Bugün tüm Türkiye'de TEOG sınavları dolayısıyla sınav görevi verilmediğinden erkenden okula gidip eve geldim. TV'yi bir açtım. Bir sunucu canlı yayında, sahnesine aldığı iki uzman konuğuyla birlikte gelen telefonlara cevap veriyorlar. Canlı bağlanan bir izleyici, "Eşinden ayrılmak istediğini" ifade etmeye çalışıyordu. Uzman ayrılmak isteme gerekçesini sorunca: "Eşim bana ve aldıklarıma yardımcı olmuyor, benim aldığım mamayı, bezi beğenmiyor, sürekli başka marka bez ve mamaları önerip bana baskı yapıyor, falan markayı niye almadın diyerek ucuz fiyatlı bezleri almamı istiyor" dedi. İkinci telefonu açan: "Eşimle ayrılmak istiyorum, çünkü iletişimimiz yok, benimle yeterince ilgilenip konuşmuyor, çocuklarına yarım saat vakit ayırmıyor, başkalarıyla konuştuğu gibi benimle konuşmuyor..." diyor. Uzmanların açıklamasını dinledim. Bereket uzmanlar yangına körükle gitmiyor: "Şöyle şöyle yolları deneyin" şeklinde cevaplar veriyorlar. Üçüncü bir arayan: "35 yaşına geldiği halde evlenemeyen görümcesi olduğunu, ilk görüşmeden sonra ikinci defa taliplileri ile görüşmek istemediğini, bunun için ne yapılabilir" şeklinde bir talepte bulunuyordu. Fesüphanallah! Ne günlere kaldık dedim, kapattım TV'yi.

Program evde kalıp TV izleyen bayanlara yol gösteriyor anlaşılan. İçerik de ayrılmak isteyenlere yol göstermek. Bu programı izleyen, böyle basit gerekçelerle ayrılma isteklerini görünce herhalde: "Senin derdin dert midir, benim derdin yanında" diyerek soluğu adliye koridorlarına alması kadar doğal bir şey yok. Çünkü bu tür programlar hazırında "Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek" demektir. Programı yapan yapıyor, çıkan uzman çıkıyor, programa canlı olarak telefonla bağlanan bağlanıyor dedim kendi kendime. 80'lerdeki televizyonların yayına başlaması daha iyiymiş. Saat 18.00'den itibaren yayına başlar, tüm aileye hitap ederdi. 24 saat yayın yapacağız diyen kanallar ne tür programlar yapacağız diye şaşırıyorlar. Hiç iyi niyet göremedim bu tür programlarda. Öğleden önce boşanma programları, akşama doğru da -bir zamanlar vardı, sanırım yine devam ediyordur- evlilik programları. Zehir saçıyor bunlar. beyinleri yıkıyor, kişilerde ve toplumda algılar oluşturuyor. Evliliklerin ne zorluklarla kurulduğunu, ne masraflar edildiği, doğan çocukların gelecekte ne olacağı, ne tür zarar ve sakıncaları olacağı üzerinde durulmuyor.

Birçoğumuzun ebeveyni belki okumamıştı ama taraflar her zorluğa göğüs gererek evliliklerini devam ettirmişlerdi.  En ufak bir sorunda çat kapı terk edilse idi, soluğu mahkemelerde alsalardı evli insan kalmazdı. Helal olsun onlara.

Evlilik bir defa çocuk oyuncağı değil, verilen bir ahittir. İyi günde ve kötü günde zorlukları beraber aşmadır. Sabır işidir bir defa. TV'ye bağlanarak problem çözülmez. Herkesin aklını başına alması, birbirine tahammül etmesiyle yürür bu tür evlilikler. Sadece tek taraflı fedakarlıkla yürümez. Taraflar karar vermeden önce bin düşünüp bir konuşma yolunu seçmelidir. Yoksa problemi çözdüm derken hayatları boyunca ne annenin ne babanın ne de çocukların yüzü güler. Kendilerine hayatlarını zindan etmiş olurlar. Herkesin aklını başına alması gerekir.

Boşanma, her yol denendikten sonra en son çare olmalıdır. Bu da, "Allah'ın hoş karşılamadığı bir helaldir," bir yoldur. Herkese huzur ve mutluluk versin. Allah, evliliklerini devam ettirenlerden eylesin. 23/11/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde