Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Darbe yapanların psikolojisi **

Bazı kişiler, 15 Temmuz darbesini bir senaryo olarak görmektedir. Yapıya ait kişiler ise, darbeyi yapanların arkasında Fetö yok,  belki yapıya ait olan bazı kişilerin darbeye katılmış olabileceğini iddia etmektedirler. Bir an için birilerinin kurgusu diyelim bu darbe işini. Hangi bir vicdan sahibi yüzlerce insanın ölmesini göze alabilir. Anlaşılan darbeyi kurgu ve senaryo olarak görenler bol bilgisayar oyunu oynamış kişiler olmalı. Darbenin arkasında Fetö yok, yani biz yokuz diyenlere basit bir soru sormak lazım. Madem ki siz yoksunuz. Peki yapının tüm ileri gelenleri yurt dışında ve özellikle ABD'de firari durumdalar. İnsan niye kaçar? Bir suç kendisine isnat edilir, korkusundan kaçar. Ya da suçludur, yakalanmamak için kaçar. Eğer kendilerine iftira atılmışsa aklanmak için bizzat gelip teslim olacaklar. Kendilerine atılan suçlar için gelip savunma yapacaklar. Kaçarak bir suç ve suçlu yok olmaz. Sadece kafanızı kuma gömmüş olursunuz. Haydi size iftira atıldı diyelim. Siz t

FETÖ'den öğreneceklerimiz

Kırk yıl boyunca içimizde neşvünema bulan FETÖ'ye geçmişte kah cemaat, kah "Nur talebesi", kah "Hizmet hareketi" dendi. En son 15 Temmuz itibariyle intihar etti. Kendisiyle beraber bir milleti de devletiyle beraber götürmek istedi fakat beceremedi. Gerçeği anlamak isteyenler onların nihai hedefini anlamış oldu. Biraz pahalıya mal oldu ama sonunda anladık. Şehitler verdik, gazilerimiz oldu, birbirimize güvenimiz hiç olmadığı kadar kayboldu. Menfur olaya bilfiil katılanlar yargılanmak üzere içeriye alındı. Olayın baş kahramanı elebaşısı zaten dışarıdaydı. İçimizde yaşayan birinci derece sorumluları ve baş aktörleri soluğu dışarıda aldı. Her hayır bildiğimizde bir şer, şer bildiğimizde de bir hayır olabilir. Hiçbir şey % yüz doğru, ya da yanlış olamaz.  Başımıza gelen her bir şerden mutlaka tecrübeler ediniriz, bir daha aynı duvara toslamayalım diye. "Tecrübe, hayatta yenen kazıkların bileşkesi" denir kimilerince. İçerideki ve dışarıdaki devasa

Ağzından çıkmaya görsün... Öğretmen seçimi

30.10.2014 tarihinde bir felaket tellalının öğretmen seçimiyle ilgili önerisi: BİR OKULDA 8 YILINI TAMAMLAYAN ÖĞRETMENLER İÇİN..... * ÖĞRETMENLERİN YETERLİ OLUP OLMADIĞINI TEST EDECEK HER İLDE BİR KOMİSYON KURULMALIDIR. * ÖĞRETMENLER SÖZLÜ MÜLAKATA ALINMALIDIR. * ROTASYON İÇİN ÖĞRETİM YILI SONU BEKLENMEMELİDİR. * HER BİR ÖĞRETMENE 3 DAKİKADA 3 SORU SORULMALIDIR. KOMİSYON ÖĞRETMENİN FİZİĞİNİ, YETERLİLİĞİNİ...VB ÖLÇSÜN. * YETERLİ OLMAYAN ÖĞRETMENİN GÖREVİNE SON VERİLEREK MEMUR OLARAK BİR DEVLET KURUMUNDA GÖREVLENDİRİLSİN VE ÖĞRETMEN ÜNVANINI BİR DAHA KULLANMASIN. * BAŞARILI OLAMAYAN ÖĞRETMENLERİN YERLERİ MÜLAKATTA BAŞARILI OLAN ÖĞRETMENLERE TERCİHTE BULUNDURULSUN. * BAŞARISIZ KILINAN ÖĞRETMENLERE, ATANINCAYA KADAR EĞİTİM VE ÖĞRETİM İÇERİSİNDE YAZ TATİLİ İZNİ KULLANDIRILSIN. * BAŞARISIZ OLUP HERHANGİ BİR KURUMA ATANAN ÖĞRETMENLERİN YERİNE ÖĞRETMEN İHTİYACINI KARŞILAMAK İÇİN YENİ MEZUN OLANLARDAN MÜLAKAT YOLUYLA BAŞARILI OLANLARDAN ÖĞRETMEN OLARAK GÖREVLENDİRİLME YAPILSIN. BU MÜL

Yakıt parasının yerini fotokopi parası aldı

Devletin yakıtını tam veremediği zamanlarda okullar öğrenci velilerinden yakıt parası isterlerdi. Devlet yakıtını tam verdiği zamanlar da bile okul yönetimi para istediği zaman veli bu parayı yakıt parası olarak bildi hep. Kayıtlarda paralar alınmaya devam etti yine. Her kayıt döneminde Bakanlık, kayıt parası adı altında para alınmaması şeklinde uyarılar yaptı. Cazibe merkezi olan okullar velilerden yüklü miktarda kayıt parası almaya devam etti. Kenardaki okullar ise sembolik yardımlarla kayıt yapabildi. Bir zaman okullar pul parası, zarf parası adı altında para aldı. Hiç alamayan bir top fotokopi kağıdı istedi. Bakanlık sonunda kayıtları otomatik olarak yapmaya başladı. veli oturduğu yerden çocuğunun hangi okula kayıt olduğunu sistemden öğrendi. Bakanlık her okulun yakıt, elektrik, telefon ve su giderlerini tamamen üstlendi. Temizlik ve kırtasiye giderlerinin ekseriyetini de karşılamaya başladı. Okullar artık para isteyen yerler olmaktan çıktı dense yeridir. Fakat yine de okullar

Yok mu bu işin ortası?

Perakende alışverişi sevmeyiz. Toptancıyız toptancı. Bizim için bir şey ya vardır ya da yoktur. Hiç ortası olmaz. Hep kenarlardayız. Aşırı uçtur bizim mesken edindiğimiz yerler. Bereket inananlar arasında ortak bir Allah'a inanıyoruz. Allah nazardan saklasın. Allah'a inanıyoruz ama nasıl bir Allah? Daha işin başında başlıyor bizim ayrılığımız. Kader anlayışımız zaten evlere şenlik. Ne anlatan anlattığını anlar ne de dinleyen. Kafamızdaki problemler çözüleceği yerde iyice sarpa sarar. İman esaslarından mı değil mi? Kabir hayatı var mı yok mu? Hz Muhammed, son peygamber. Şükür bir ortak noktamız daha. Fazla sevinme dur hele. Peygamberin şari yönü var mı/yok mu? Hadisleri nereye koyacağız? Sahih mi/uydurma mı/zayıf mı/ amel edilir mi? Kur'an tek başına bize yeter/yetmez. Tarikat/cemaat/şefaat/keşif/tasavvuf/keramet vardır/yoktur. Mehdi/Mesih/Deccal gelecek mi? Kıyametin alametleri olur/olmaz. Teravih diye bir namaz vardır/yoktur. Recm var/yok. Mürted öldürülür/öldürülmez.

Bu toprağın insanı bunu yapmaz!..

Biri çıksın ortaya. Altın nesil yetiştirmek amacıyla etrafına topladığı az sayıdaki öğrenciyi yetiştirsin. Ardından öğrenci evleri, dershane, okullar ve  yurtlar açsın. Zeki çocukları bulup buluştursun. Kendisine inanan, ardından giden samimi insanlar tarafından, dişinden tırnağından biriktirerek eğitim yuvaları yapılsın. Yapılan hizmetler dolayısıyla ülkenin her bir yerinde marka haline gelsin. Yetiştirdiği öğrencileri askeriye, emniyet, yargı başta olmak üzere insanın olduğu her yerde olsun. Marka haline gelen eğitim kurumları dolayısıyla okulları cazibe haline gelsin, her bir yerden himmet ve yardım paraları gelsin, bu paralarla birinci sınıf binalar yapılsın. Ardından ticaretten, basın ve medyaya varıncaya kadar paranın olduğu her yerde olsun. Oluşturduğu güç ve kuvvet sayesinde devletin her kademesinde kadrolaşsın, istediği adamı istediği yere getirebilsin, istemediğini tu kaka yapabilsin. Siyasi ve ekonomi çevreleriyle ilişkileri sıcak tutsun, güç olduktan sonra devletin b

Helal be sana Diyanet! *

Eskiden hutbeleri devlet başkanı ya da bölgenin en yüksek mülki amiri i'rad ederdi. Hutbelerde siyasi, sosyal, ekonomik, dini vb Müslümanları ilgilendiren her konu  hutbe konusu olurdu.  Abbasilerle birlikte hutbeleri i'rad etme görevi kadılara bırakıldı. Kadılarla beraber hutbenin konusu da tamamen dini bir içeriğe büründü. Türkiye'de bir zamanlar okunan hutbeler etliye, sütlüye dokunmayacak şekilde hazırlanmış, bazı zamanlar hükümet veya devletin resmi politikasının anlatıldığı, belirli gün ve hafta konularının işlendiği  bir durum söz konusu olmuştu. Son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığının hazırlatıp yayına verdiği ve okuttuğu hutbeleri daha bir seçici bulmaya başladım. 28/10/2016 günü "Din-i Mübin-i İslam" başlıklı hutbesini daha bir can kulağıyla dinledim. Dinlerken heyecanlandım, duygulandım. Keşke hatip konuyu ve cümleleri bitirmese diye temenni ettim. Cuma namazına gidenler mutlaka dinlemiştir. Gidemeyip konusunu merak edenler de bir zahmet Di

"Bu yaptığın vatan hainliğiyle eş değer!.."

-Müdür Bey! Bana sınıf listelerini getirir misin? -Buyurun müfettişim! -Hocam senin bir kişilik sınıfın mı var? -Evet! -Nasıl açtın bu sınıfı? -Yabancı dil alanı bir öğrenci seçti, ilçede aynı statüde bir başka okul olmadığı için ilçeye yazı yazdım, ilçeden gelen yazıya binaen yönetmeliğe dayanarak açtım. -Yönetmelikte bir kişiye ders açılır yazıyor mu? -Yazıyor. -Böyle bir yönetmelik olmaz hocam. Bu, vatan hainliğiyle eş değerdir. Getir bakalım, o dediğin yönetmelik neredeymiş, gösterebilir misin? -2005 yılında yapılan bir değişikliğe göre açmak zorunda kaldım. İşte yönetmelik maddesi. -Allah Allah! Ben yönetmeliğin bu maddesini nasıl es geçmişim. Müdür bey, sizi tebrik ederim. Açmakla iyi yapmışsınız. Yoksa eğitim ve öğretimi engellemekten hapis cezası bile alabilirdiniz... *** - Arkadaşlar! Alan seçimi dolayısıyla 10.sınıflarda yabancı dil alanından bir öğrenci ve sosyal ilimler  alanından dolayı üç öğrenci için zorunluluk dolayısıyla sınıf açmış bulunmaktayız. 10.sınıfl

Aslanın kediye boğdurulacağı bir sistem geliyor

Meb'de değişim tüm hızıyla devam ediyor. Ne zamandır uygulamak isteyip de uygulayamadığını yürürlüğe koymakla meşgul Bakanlık. Şimdilerde 2004 yılında pilot okullarda denenmiş fakat uygulanamamış bir sistem gündemimizde. Eğitimimizde sorun var. Anladığım kadarıyla temel sorun olarak öğretmen görünmektedir. Bu yüzden öğretmeni harekete geçireceği düşünülen performans sistemine geçmeyi düşünmektedir Bakanlığımız. 2004 yılında bir MLO okulunda çalışırken okulum pilot okul seçilmişti. Öğretmeni değerlendirme kriterleri, veli ve öğrenci sayısınca çoğaltılmış ve belirlenen sayı kadar öğrencinin notla değerlendirmesi istenmişti: *** Beni değerlendirmeleri için okul yönetimi okulumuz Coğrafya öğretmenine değerlendirme kağıtlarını verir. Sınıf olarak 10/D veya 10/E seçilir. Öğretmen kağıtları dağıtıp gerekli açıklamaları yapar. Öğrenciler kendi arasında fısır fısır konuşmaya başlar. Öğretmen ne konuştuklarını sorsa da söylemek istemezler. Israr üzerine sınıf: "Hocam b

İnsanları suçtan kurtarıp kazanma yoluna gidelim!

1992 yılında Gaziantep'de çalışırken birlikte görev yaptığım bir bayan öğretmen, dersin sürekli ahengini bozan bir öğrenci için ne yapacağını şaşırır. Bir meslektaşı kendisine disipline ver diye tavsiyede bulunur. Öğretmen öğrenci için okul müdürlüğüne dilekçe verir. Disiplin kurulu öğrenciyi üç gün kısa süreli bir ceza ile tecziye eder. Okul müdürü cezayı tebliğ etmek için öğrenciyi odasına çağırır: "Üç gün ceza aldın. Yarından itibaren okula üç gün gelmeyeceksin. Bundan sonra senin resmi hayatın bitti, bu cezadan dolayı asla devlette görev alamazsın" der ve öğrenciye cezasını tebliğ eder. Öğrenci okuldan çıkar, evine gider, yolda bir plan yapar. Morali de bozuktur. Kendi kendine: "Madem ki benim memuriyet hayatım hiç olmayacak, devlette görev alamayacağım, ben de benim hayatımı söndürenin hayatını söndüreyim, der. Babasının beylik tabancasını alır. Okul çıkışı okula gelir. Okulun dış kapısının önünde kendisini disipline veren öğretmenin boynuna tabancayı dayar

Camilerimiz cazibe merkezi olmalıdır...

Son zamanlarda sanal alemde: "En iyi cemaat,  cami cemaatidir"  paylaşımları revaçta bugünlerde. Çünkü cemaat görünümlü  bazı yapılardan dilimiz yandı.  Bu olay bize gösterdi ki özellikle gizli ajandası olan ve merdiven altı olan yapılardan uzak durulmalı. Cami cemaati denince benim aklıma; kimsenin kimseye karışmadığı, kimsenin kimseden haberinin olmadığı,  namazdan önce bir araya  gelen insanların sadece namazlarını kılmak için saf tuttukları,  safların düzgün olması için görevlinin her defasında uyarı yaptığı, namazdan önce ve sonrasında imamın cemaate,  cemaatin de imama karışmadığı bir ortam  gelir. Bazen de görevli ile namaza gelenler arasında uyuşmazlık olur,  birbirinin ayağını  çekmeye çalışır. Namazdan 10-15 dakika önce camilerimiz şenlenir,  namazdan sonra yeniden sessizliğe  bürünür o koskoca mabetler. Genelde başka bir amaç için kullanılmaz. Peygamberimizin Medine'ye gidince ilk yaptığı Mescidi Nebi olduğunu biliriz. Bu mescit, namaz kılmanın ötesinde çok

Kayıp eşekten son dakika

Kaybettiğim eşeği bulmak için uğradığım zor bir geçitte yetkililerle 2-3 dakika görüştüm. Çok da iyi davrandılar, sıcak bir sohbet oldu, hatta eşeğimle ilgili bazı sorular da sordular. Hasılı Yetkililer: "Önceki eşeğin başkasına verildiğini, emsal eşeklerin çokça olduğunu ama eşeklerin önemli sahiplerinin olduğunu, benim mevcut göz önündeki eşeklere kapasitemin yetmeyeceğini; bana kenar, köşede, gözden ırak ve gönülden ırak bir yerde verebilecekleri bir eşeklerinin olduğunu, bu yaptıkları kıyağı da asla unutmamam gerektiğini, ayrıca bulunmaz Hint kumaşı olmadığımı, yerimi ve haddimi bilmem gerektiğini ve kendileri için iyi bir meze olduğumu lisan-i hal ile ifade ettiler. Ben de "Kararınız mahşeri vicdanda karşılığını bulmuştur, eyvallah bundan sonra haddimi bilirim ayrıca bir delikten ikinci defa ısırılmamam gerektiğini de bana hatırlattınız" diyerek uykumdan uyandım. 26.10.2014

Atom parçalandı ama...

Ortaokulda okurken atom: "Maddenin en küçük yapı taşı" olarak tanımlanırdı. Bölünemez ve parçalanamaz denirdi. Günümüzde atomun parçalanabileceği de ifade edilmeye başlandı ve parçalandığı da doğrulandı. Parçalanamaz ve bölünemez denilen atom bölündü bölünmeye. Ama parçalanamayan bir şeyimiz daha var. Kafamızdaki doğmalar, ön yargılar ve yanlış bilgiler. Genelde mesleğin dışından olanlar öğretmenleri eleştirir. Bu çocuklara doğru olan niye anlatılmaz diye. Eskiden öğrenci bilginin kaynağı olarak sadece öğretmeni görürdü. Kafasına ilk bilgiyi öğretmen verirdi. Şimdilerde ise öğrenci bilgiyi ailesinden, sokaktan, mahallesinden, görsel ve yazılı medyadan ve sanal alemden öğrenerek geliyor. Bilgi doğruysa eyvallah! Ya öğrendiği bilgi yanlış ise yedi düveli bir araya getirsen öğrencinin kafasında oluşan yanlış bilgiyi düzeltemiyorsun. Çünkü öğrencinin bilgide önceliği öğretmen değil artık. Öğretmen ağzıyla kuş tutsa, doğruyu anlatmak için takla atsa öğrenciyi maalesef ikna ede

Okul başkanlığı seçimleri

Ekim ayı okullarda öğrenci meclis başkanlığı seçimlerinin yapıldığı ay. Bugünlerde öğrencilerde bir heyecan baş gösterir. Aday olanlar, ona destek verenler, vaatler, propagandalar hız kazandı bile okullarda. Tam derse kendini verdiğin esnada kapı çalınıp içeriye 3 öğrenci gelmişse bilin ki seçim çalışması var demektir. Dersin anası ağlatılıyor ama olsun, bu da demokrasinin bir cilvesi olsa gerek. Gelen her bir aday, yanında iki destekçisi ile birlikte kazanırsa neler neler yapacağını bir bir sıralıyor. Genelde vaatler uçuk-kaçık hep. Boyundan büyük vaatler birbirini izliyor. Aday önce neler yapacağını anlatıyor, ardından seçmeninden isteklerini soruyor. Kendinden emin bir şekilde cevaplar da veriyor daha küçücük dimağlar. Vaatler sıralanınca kalkan bir parmak: "Bunlar büyük masraf gerektiren yatırımlar. Bunları nasıl yapacaksın" diye bir soru soruyor. Aday: "Babamdan alacağım" diyor. Genelde tuvalet kapılarına kilit, WC'lere peçete, kaliteli sıvı sabun, okul b

Kimler ilahiyat eğitimi almalıdır?

Bir büyüğüm : İmam Hatip Lisesini bitirenler ve İlahiyat fakültesini bitirenler dini kaynağından öğrenerek diğerlerine göre daha iyi bildiklerinden dolayı akıllarını kiraya vermezler.." demişti. Zaman zaman ben de benzer kanaatleri taşırdım. Dini iyi bilen sorgular diye. Cemaatler ve özellikle FETÖ denilen yapı kolay kolay İlahiyatçıları içine alamaz. Çünkü her dediklerini yaptıramazlar diye düşünürdüm. 15 Temmuz itibariyle işin içinde olanlara şöyle bir göz attım. Hatırı sayılır türden ilahiyatçının işin içinde veya pasif destek verdiğini maalesef gözlemledim. Camiam adına üzüldüm gerçekten. Dini iyi bildiğini sandığım insanların nasıl savrulduğunu gördüm. Hatta bir çok yerde elebaşıları olduğuna şahit oldum. Dinini tam kaynağından öğrenmemiş, dini tedrisat verilen yerlerde okumamış insanların bu tuzaklara daha kolay düşebileceğini düşünürdüm de, bir ilahiyatçının hiç sorgulamadan, aklını kullanmadan böyle yapıların içerisinde olmasını bir türlü anlayamadım. İşin garibi hali

Memur sendikaları ne işe yarar?

Türkiye'de işçi sendikaları var. Bir zamanlar çok etkili idiler. Özellikle zamlarının konuşulduğu dönemlerde anlaşamazlarsa grev olacak şeklinde gündemimize gelirdi. İşçi temsilcileri hükümetlerle sıkı bir pazarlığa girer genelde istediklerini elde ederlerdi. 90'lardan sonra kamu sendikaları da kurulmaya başlandı. 50'ye yakın kamu görevlileri sendikası mevcut. Memur sendikalarında ip hükümetin elinde. İşçinin oturduğu gibi masaya oturamıyor kamu sendika temsilcileri. Hükümetin verdiğiyle yetinmek zorunda kalıyorlar çoğu zaman. Üye sayısı fazla olan 3-4 sendika var. Ne yaptıklarını hep merak etmişimdir. En fazla üyeye sahip olan memurlar adına pazarlığa oturuyor iki yılda bir. Bizde garip olan üyelerin aidatını da devlet öder. Toplanan paralar nereye gider, ne yapılır, nerede harcanır? Bunu ancak sendika yönetiminde olanlar bilir. Üyeler de sormaz zaten bu paralar nereye gitti diye. Çünkü kimsenin cebinden bir şey çıkmaz. Sendikaların çok bir ağırlığı yok. Her bir send

Dinin muhabbetini seviyoruz...

Sizi bilmem  ama ben nasıl bir dine  inandığımızı bir türlü çözemedim gitti. Özden ziyade dinin  teferruatıyla uğraşıyoruz gibi geldi bana. Sorumluluk vermeyen bir dine inanıyoruz sanki.  Durmadan tartışıyoruz "Kıyametin  alametleri  var mı,  yok mu? İsa gelecek mi,  Mehdi kimdir. . ." gibi konulara giriyoruz.  Kıyametin alametleri vardır,  şunlardır diyenler eleştiriliyor, yoktur diyenler de...  Aslında var desek de bize faydası yok,  yok desek de. Konuştuğumuz  bu tür konular ne imanî bir meseledir,  ne ibadet konusuna girer,  ne de ahlaki bir konuya  taalluk ediyor. Yaptığımız  sadece var-yok tartışması. Tartışanların  hiçbiri de doğruyu bulmak için tartışmıyor. Amaç karşı tarafı  alt etmektir,  vakit geçirmedir. Bu konuda hadisler var diyenler bir tarafta, diğer tarafta ise adı geçen hadisler mevzu diyenler. Sonucunda da biri diğerine gelenekçi, diğeri de öbürünü hadis düşmanı olarak görmeye başlıyor. Aslında dini yaşamaktan ziyade muhabbetini seviyoruz. Yaptığımız her

Helal olsun be sana! *

Görsel ve yazılı medyada: "Alaplı'da cami imamının camiye geldiği esnada 'Telefonu şarj ettik. Hakkınızı helal edin' şeklinde camiye bir not  ve üzerinde de 1 lira şarj ücretinin bırakıldığı' haberleri yer aldı. Alaplı nerenin ilçesi diye araştırırken Zonguldak'a bağlı olduğunu ve bu olayın bir benzerinin de mayıs ayında Bodrum'da yine bir camide benzeri bir notla birlikte yanına da bozuk paraların bırakıldığını öğrenmiş oldum.  Duyduğum haberler hep içimi kararttığı için nice zamandır haberleri de izlemez olmuştum. Son zamanlarda duyduğum en güzel haberlerden biri idi. Bu küçük olayın haberlere konu olması özlemini duyduğumuz güzel bir davranış olduğu içindir mutlaka. Konulan paranın bir değeri yok, şarj edilen telefon için tüketilen elektriğin de bir kıymeti harbiyesi yok. Belki de haber konusu  bile olmaması gerekirdi. Ama değerlerimizin kaybedilmeye yüz tuttuğu, helal ve haramın gözetilmediği günümüzde, mayamızda var olan temiz duyguların nadir d

Ne kadar çok maşamız varmış meğer...

Bize karşı kötü emel besleyenler hiç ellerini Türkiye’den çekmediler. İstiyorlar ki; onların emirlerinden çıkmayalım, hep onların dediğini yapalım, kendimize gelmeyelim. Elimizi, ayağımızı bağlamışlar. Ağzımızı kapatmışlar. Harekat alanımızı daraltmışlar. Düşünmemize bile fırsat vermiyorlar. Her şeyden geçtik…nefes almamızı bile istemiyorlar artık. Yememiz ve içmemiz için her bir yeni güne kan ve gözyaşıyla uyanıyoruz. Emperyalizm çok aşama katetti.  Eskiden beğenmediği ülkeyi topuyla, tüfeğiyle işgal ederdi. Bu şekil işgal çok masraflı geldiği için Batı bundan vazgeçti. İçimizden devşirdikleri yerli işbirlikçileriyle yapıyorlar artık işgallerini. İçimizdeki maşaları koruyup kolluyorlar, onlara her türlü imkanı sağlıyorlar. Belirli bir kıvama geldiği zaman beslemeleri ortaya çıkıyor. Her yeri kan gölü haline çevirebiliyor. Sömürgeciler nerede isterlerse diledikleri kadar maşa bulabiliyorlar. Hem de  aynı havayı teneffüs ettiği soydaş ve dindaşlarına silahları döndürebiliyo

Bu iki ayak ne için var?

Ekseriyetimizin bedenini ve uzuvlarını kullanmadığı bir devri yaşıyoruz. İşimizi ya teknoloji yapıyor, ya da teknolojinin nimetlerinden yararlanarak yapıyoruz. Sonucunda da tembel, üşengeç, rahatına düşkün, rahatından ödün vermeyen bir vücut yapımız ve onun akıl hocası beynimiz var. Konuşma ve laklak yapmaya daha fazla vakit buluyoruz artık. Teknoloji,  külfet ve sıkıntıyı da beraberinde getirdi. Cadde, sokaklar, yollar, evlerin önü  araba yığınıyla dolu. Gidip-geldiğimiz her yere vasıtayla gidip geliyoruz. Ayaklar vasıta olmaktan çıktı. Yürümüyoruz. Kısa mesafeler uzak gelmeye başladı. Direksiyondan aşağıya inmiyoruz. Ekmek almaya bile arabayı kullanıyoruz. Wc ihtiyacımızı gidermek için bile eğer insanlık yol yaparsa oraya da araçla gireceğiz bu gidişle. Çarşıya çıktığın zaman adım attığın yer araba dolu. Park yasağı olan yerlerde ve yayaların yürüyeceği yerlerde bile araç dolu. Çoğu zaman yollar kilitleniyor araç yoğunluğundan dolayı. Eskiden zaruri ihtiyaçlarımızda kullanırız

Doğuştan yorgun olanlar

Günlük hayatta çeşit çeşit insanlarla karşılaşırsınız. Bu da doğaldır. Çünkü Allah insanları farklı farklı yaratmıştır. Hepsine eyvallah! Ama bir tip vardır ki gördükçe hayret edersiniz. Ben bu tiplere doğuştan yorgun tipler diyorum. Ben özelliklerini söyleyeyim. Siz ne isim verirseniz verin. Yaptığı işi gözünde büyütür. Kendi yaptığı işi dünyanın en önemli ve en zor işi olarak görür. İşini gözünde büyüttükçe hayatı kendisine ve çevresine zindan eder. Ne kendisini mutlu eder ne de etrafını. Ne kendi güler ne de çevresi. Yaptığı işin zorluğuna kendisini inandırmıştır. Sırada diğer insanlar vardır ikna edeceği. Onları ikna edince biraz keyfi yerine gelir. Çünkü bu durumda kimse ona iş vermez, iş yapması beklenmez. Hep kendisine yardım edilmesini bekler. Kendisi bir başkasına asla sadra şifa olmaz. Çünkü zaten derdi başından aşkındır. Herkesin yaptığı işler ona dağ gibi gelir: Ütü yapması bir derttir, yemek yapması zaten bir meşakkattir. İşe gitmesi ayrı bir dert, işten gelmesi sıkıntı.

Kazalarda soğukkanlı olabilmek

2000 öncesi idi sanırım. "B" sınıfı bir ehliyet almak için müracaat etmiştim. Bizden öncekilerin ehliyetleri eve teslim yapılırken ilk defa bizde kurs zorunluluğu getirildi. O kadar ciddiye alındı ki İlçe milli eğitim müdürü hafta sonu kurs merkezine gelerek bizzat kendisi yoklama alıyordu. Kurs sahibi ve kurs öğreticilerinin iki sözlerinden biri "Bu sınavda asla yardım edilmeyecek, sınavdan kalabilirsiniz" şeklinde aba altından sopa gösteriyorlardı. Arabam yok, illaki ehliyetim olacak diye bir iddiam yoktu, ama görev yaptığım okulda dersine girdiğim bir öğrenci de vardı kursiyer olarak. Sınavı geçemesem öğrencimin yanında mahcup olmak da vardı. hele bir de okula gelip "Hocamız geçemedi, ben geçtim" derse yandın oğlum Ramazan dedim. Sürücü kursunun verdiği kitaba iyi bir çalıştım mecburiyet karşısında. Sınav günü geldi çattı. Sınavı yaptım çıkacağım zaman cevaplar söylenmeye başladı. Oturdum, seçeneklerimi kontrol ettim. Bir seçeneğin dışında bütün seç

Kıssadan hisse...Arpa ve saman*

Eski Ramazanlardan birinde iki arkadaş adet olduğu üzere Anadolu köylerine ramazan hocalığı yapmaya çıktılar. Rahat birer köy bulmak için yollarına devam ederken bir akşam vakti yolları üzerindeki bir köyde misafir oldular.  Ev sahibi köylü irfan sahibi, umur görmüş biriydi iki arkadaş akşam namazı yaklaştığı için, hazırlanmak istediler. Biri abdest almak için dışarı çıktı. Ev sahibi köylü iç eride kalana sordu. Arkadaşının tahsili, terbiyesi yeterli midir. Kur'an'ı iyi okur mu, tefsir ve hadis öğrenmiş midir? Odada kalan cevap verdi. Yok canım, ne tahsil ve terbiyesi, ne ilmi? Eşeğin biridir, bir şeyden anlamaz biraz şarlatandır, ona güveniyor.  Bu arada dışarı çıkan içeri girdi ve içerideki dışarı çıktı Köylü içeri girene de arkadaşı için aynı soruyu sordu O da arkadaşı için şöyle dedi. Sığırın biridir İlim ve edepten hiç nasip almamıştır İstanbul'da boşuna kaldırım çiğnemiştir.  İki arkadaşın hazırlanması bitince birlikte akşam namazı kıldılar. Namazdan sonra ev sa

"...Nerede o eski öğretmenler..."

Eğitimde sorunumuzun olduğu herkesin malumu. Bunda hemfikiriz. Bir yerde sorun varsa sorunu çözmekten ziyade bir yılan başı ararız. Bulduk mu vururuz abalıya. Keyfimize diyecek olmaz o zaman. Bu şekilde sorunu çözmüş gibi oluruz. Gözlemlerime göre bakanlık, yetkililer, veli, öğrenci ve halk nezdinde sorun olarak öğretmen görünmektedir. Herkesin ortak algısı, eskiye oranla maddi ve manevi imkanlar var. Okumaya önem veriyor herkes. Kimse eğitimde tasarruf yoluna gitmiyor. Bunca imkanın sağlandığı eğitimde beklenen başarı bir türlü gelmiyor. Eskiden kıt imkanlarla başarı geliyordu da şimdi gelmiyorsa o zaman geriye kim kalıyor? O zaman öğretmenler yetersiz... şeklinde ardı arkası kesilmeyen eleştiriler gelmeye devam ediyor. Gerçekten eğitimimizin sos vermesinin sebebi nedir? Sorumlu tek başına öğretmen midir? Öğretmen sorumlulardan sadece bir tanesidir zannımca. Nerede o öğretmenler sahi!.. diye başlarız söze. Ardından bugünkü öğretmenlere döndürürüz keserin ucunu. Evet eskiye oranl