Ana içeriğe atla

İlm-i siyaset *

Tanzimat(1839) ve Islahat(1856)  Fermanlarıyla birlikte yıkılmaktan kurtulmak için dış devletlerin müdahalesine açık hale gelmişiz. Dış ülkeler hiç ellerini çekmediler ülkemizin üzerinden. Topla tüfekle gelerek koca Osmanlı Devletini parçaladılar. Kurtuluş mücadelesi verilerek 783.562 km2’lik bir toprağı kurtarabildik ellerinden. Bir daha topla tüfekle gelmediler, fakat sinsi mücadeleyi de elden bırakmadılar. Bu sefer içimizden yetiştirdikleri hainlerle bizi hizaya getirmeye çalıştılar hep. Son yıllarda hem PKK, hem de FETÖ üzerinden bize had bildirme yolunu seçtiler.

Kuruluşları aynı yıllarda gerçekleşen bu iki terör örgütünden PKK, bizden canlar alarak oyaladı durdu bizi yıllardır. 40 yıldır korunup gözetilerek büyütülen FETÖ ise 15 Temmuz’da gerçek yüzünü gösterdi. Bundan sonra da ya bu örgütlerle, ya da başka besledikleri beslemeleriyle yine çıkacaklar karşımıza. Çünkü dış güçlerin bizimle ilgili emelleri tükenmedikçe bu ülkede piyonlar boy göstermeye devam edeceklerdir.

Hendek kalkışmasıyla farklı bir hüviyete giren PKK ve okumuşların ihaneti diyebileceğimiz FETÖ ile devlet, amansız bir mücadeleye girişmiştir. Her iki eli kanlı örgütle mücadele konusunda halk hiç olmadığı kadar devlete destek vermektedir. İnşallah bu ülkede bir daha hainler yetişmeyecek şekilde  bu var olma  savaşında başarıya ulaşılır.

Devlet bir taraftan bunlarla mücadelesini yaparken böylesi ihanet şebekelerinin bir daha bu topraklarda neşvünema bulmaması için neler yapması gerektiğini mutlaka masaya yatırmalıdır. Suçluyla mücadele konusunda masuma zarar vermeden tıpkı arkeologların kazı çalışması gibi bir yöntem geliştirmelidir. Bizde ve ülkemizin geleceğinde gözü olan devletlerle mücadele edebilmek için ülke içinde mutlaka toplumsal barış sağlanmalıdır. Önce ülke içinde birlik ve beraberlik sağlanmalı, yaralarımız hep birlikte sarılmalıdır. Kimse ötekileştirilmemelidir. Yerli işbirlikçiler yetişmezse bu ülkede, dışarının topu tüfeği bize vız gelir.

Türkiye hiç olmadığı kadar içeride ve dışarıda bağımsızlık mücadelesi vermektedir. Yine ülkemiz hiç olmadığı kadar yalnızlara oynamaktadır. İçeride toplumsal barışı sağlarken dış devletlerle diplomasiyi elden bırakmamak lazımdır. Devletler arası ilişkilerde mutlaka diplomatik bir dil kullanılmalıdır.  Müzakere hiç ihmal edilmemelidir. Menfaate dayalı devletler arası ilişkilerde bugün düşman olan devletle yarın dost, dost olan devletle de düşman olabiliriz. Türkiye, içeride konuştuğu dili dışarıda konuşmamalıdır. İnsanlar dobra insanı severiz der. Bu sevgi, kuyruğuna basıncaya kadardır. Kullandığımız dil, haklı olduğumuz bir meselede bizi yalnız bırakabilir. Çünkü nasıl ki insanlar güç karşısında sesini çıkaramıyorsa insanların organizesi denen devletler de güçlü, süper ve sömürgeci devletlere karşı sesini çıkaramamaktadır. Her doğru, her yerde, her zaman söylenmemelidir. Mücadeleyi masada kazanmak için çabalamalıyız. Bunun için biraz ilmi siyaset bilmek gerekir. Yazımızı bir hikayeyle bitirelim:

Eski zamanlarda ülkeye nam salmış bir okulu birincilikle bitiren bir öğrenci okuldan ayrılıp hocalık yapmak ister. Hocasının biraz daha kal, ilmi siyaset öğren tavsiyesini kulak ardı eder. Memleketine giderken yolu bir köye düşer. Namaz kılmak için bir camiye girer. Camide vaaz veren hocanın söyledikleri gerçekle örtüşmeyen bilgilerdir. Başarılı öğrenci: Ey cemaat! Hocanızın söyledikleri hep yalan ve dolandan ibaret, sakın ona inanmayın” diye seslenir. Cemaati tarafından çok sevilen hoca: “Bu adam aramıza nifak sokmaya gelmiş, bunun katli vaciptir” diyerek cemaati üzerine salar. Ölmekten gücün kurtulan öğrenci geriye dönerek hocasının yanına gelir, bir müddet daha ilmi siyaset öğrendikten sonra tekrar Cuma kıldığı camiye gelir. Aynı imam yine bol keseden konuşmaya devam etmektedir. İlmin siyasetini de okuyan öğrenci, namaz çıkışı: “Vallahi sizin hoca gibi hoca zor bulunur, ben diyorum ki sizin hocanın sakalından bir kıl koparan cennete gider” der demez cemaat, sakalından kıl koparmak için hocanın üzerine çullanır. Ücretsiz sakal tıraşı olan hoca canını zor kurtarır.”


Haklı olduğumuz bağımsızlık mücadelesinde mesafe alabilmek ve mazlumların hamisi olmak için biraz ilmi siyaset öğrenmeye ne dersiniz? 10/10/2016

* 12/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde