Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

On parmağında 10 marifet

Cumartesi 13.00 suları. Bir elinde poşeti, diğer elinde kol çantası, yanında çocuğu ile otobüse binip  ters istikametteki boş olan iki koltuğa oturmuş bir anne dikkatimi çekti. Otobüs  sonraki duraklarda durdukça dolmaya başladı. Şoförün “Arkaya doğru ilerleyin” sözüyle birlikte anlayış göstererek 6 yaşındaki çocuğunu kucağına aldı. Yanındaki çocuğundan boşalttığı koltuğa oturan olmadı. Bana göz ucuyla “Otur” dendi. Ben de oturmadım, çocuğunu oturtsun diye. Küçük otobüsün en arkasına sırtımı verdim. Hanımefendi, sağ eliyle çocuğunu kucağına bastırdı. Koluyla çocuğunu tutmaya, eline; içerisinde çocuğunun yedek giysisi olması muhtemel poşeti yerleştirdi. Aynı zamanda  0.5 litre su şişesini avucunun içiyle beraber tuttu. Diğer eliyle  kolundaki  çantasını kendisine doğru bastırdı. Şimdi boşa çıkarttığı elini değerlendirmeliydi. O da ne? Boş olan eline telefonunu  aldı. Başladı girmeye. Nereye girdi bilinmez. Ama kısa  yolculuğuna diyecek yoktu. Gördüğüm profil nereye kadar gi

Kendine temiz**

Toplu taşıma aracının sağında giderken bir ses işittim. Ses sağ taraftan gelmişti. Sağıma baktım.  Sağ tarafta aracını park yerinden çıkarmaya çalışan, görüntüsünden şık giyimli bir beyefendi vardı. Yanında da eşi olması muhtemel bir hanımefendi oturuyordu. Elinde de içmeye çalıştığı ayranı vardı. Yolun ortasında ise içilerek ambalajı yola atılmış bir ayran.. Evet ses, o ayranın sesiydi. Suçun sahibi olmaz ama. Suçlu ayan beyan belliydi: Beyefendi görünümlü zat. Arabasının modelinden ve markasından zengin olduğu belliydi. Adama iftira atma. Önceden atılmış olabilir diyebilirsiniz. Bal gibi adam -sandığım- attı. Çünkü çöpün sesine baktığımızı gören adam kafasını kaldırdı bize baktı. Başını öne eğseydi, az da olsa bir utanma duygusu kalmış diyecektim. Maalesef o da kalmamış. Yere atılan ayranın markasıyla eşinin içmeye çalıştığı ayran da aynı marka idi zaten. Üstelik çöp daha çiğnenmemişti, öylesi trafiğin yoğun olduğu bir yerde.  Haydi hepsi iftira dediniz. Peki o ses neydi?

Bugün sayfamda bir misafirim var*

            27/02/2016 günü gazetemizde yayınlanan yazımda bahsettiğim gibi bugün sizleri, katsayı mağduru bir öğrencimin  yazısıyla baş başa bırakıyorum: “Zulüm herkese, katsayı  ise İmam Hatiplereydi…  Kâhta’nın Kilise köyünde dünyaya gelmişim. Babam bütün çocuklarını okutma gayretinde olan biriydi. İlkokulun ilk iki yılını köyümüze yarım saat mesafedeki komşu köydeki okulda, üç yılını da köyümüze yapılan okulda tamamladım… Lisede üniversite sınavlarına hazırlanmaya başladım. Hiçbir ön duyuru ve bilgilendirilme yapılmadan lise son sınıfta 28 Şubat’ın, İHL öğrencileriyle ilgili kararları  uygulanmaya başlandı. Bizler lise son sınıfa geçmenin heyecanı içinde iken bu kararlarla birlikte ne yapacağımızı bilemez olduk. Hiçbir konuda net bilgi alamıyorduk. Okul idarecilerimiz de bize gerekli yol göstericiliği maalesef yapamadılar. Bazı arkadaşlarımız okuldan kaydını sildirip açık liseye geçti ve katsayı zulmünden kurtulmuş oldular. Bizler ise imam hatipli kimliğimizi bırakmak

İlklerin adamıydı

Ömrünü mücadeleye adamış bir dava adamıydı. Ülkesine ve İslam dünyasına hizmetten geri kalmadı. Bilim adamı ve siyasetçi. Dini, ilahiyatçılardan daha iyi bilen biri idi. Gözlerinin fıldır fıldır etmesi zekasındandı. Bilim adamı ve yüksek mühendis olarak hayatını devam ettirseydi bir eli yağda, diğeri balda olacak, paraya para demeyecek, sıkıntı çekmeyecekti. Leopard tanklarına imzasını attığı gibi yeni icatlara da mührünü basardı. Memlekete hizmetten başka bir düşüncesi olmadığından rahatı değil zoru seçti. Memleketin gelişmesi için ağır sanayiye ihtiyacı vardı. Önce Gümüş motoru kurdu ve üretimini gerçekleştirdi. Yeterli desteği görmeyince TOBB genel sekreteri, ardından başkanı oldu. Baktı ki; üretim, sanayi siyasetsiz olmuyor. Bağımsız olarak siyasete adım attı. Tamı tamına 5 parti kurdu. Her kurduğu parti irticanın odağı olarak görüldü. Laikliğe aykırı görülerek kapatıldı. Çoğu zaman siyasi yasaklı hale geldi. Hapiste yattı. Pes etmedi. Yılmadı. Onlar kapattı. Bu yeniden açtı.

Öteki mahalleye gönderdiklerimiz/göndereceklerimiz *

Bir zamanlar  bir fikir, bir düşünce, bir ideal uğruna bir araya gelen insanlar iyi bir sinerji meydana getirerek büyük işlere imza atarlar. Başarı geldikçe birbirlerine iyice kenetlenirler. Dostlukları düşman çatlatır cinsinden olur. Aynı mahallenin insanları olurlar artık. Mahallenin içerisinde durdukça farklı fikir söyleme imkânın yoktur. Şayet söylemeye kalkarsan bir çırpıda tu kaka   olmaya başlar; dışlanırsın, bir kenara itilir; horlanırsın. Hain ve nankör muamelesi görmeye başlarsın. Farklı fikir söyledikçe üzerine top mermisi gibi gelen eleştiri ve saldırılara karşı savunmaya geçmek durumunda kalırsın. Bundan sonra geri kalan ömrünü kendini defansta savunma yapmakla geçirirsin. Mahallen sana vebalı gibi bakmaya başlar. “Ben de sizin gibi düşünüyorum. Aynı amaca hizmet ediyorum. Sadece şöyle olursa daha iyi olur” desen de saldırı cephesi: “Hayır, sen dediğin gibi değilsin. Sen artık bizden değilsin”  şeklinde bakmaya devam eder. İçlerinde durdukça hal ve hareketleriyle

Yol kenarlarında yöresinin mahsulünü satanları nasıl bilirsiniz?**

Zaman zaman başka il ve ilçelere yolunuz düşmüştür. Kimini transit geçmiş,  kiminde de soluklanmışsınızdır. Şehrin girişinde ya da çıkışında yol kenarlarında o yöreye özgü ürünlerin satışının yapıldığı dikkatinizi çekmiştir. Albenisi bazen durdurur alışveriş yaptırır. Çünkü: Doğaldır, tazedir, yöreye özgüdür. Aynı zamanda memleketine götüreceğin en güzel hediyedir.  Fiyatının makul olması da muhtemeldir. Çünkü her şey yerinde ucuzdur. Nakliye binmez. Bu duygu ve düşünceler içerisinde alışverişini yapar, yoluna devam edersin. Bazen de içimizde bir ukde kalır,  almadan geçer gideriz. Belki de zamanımız yoktur. Sonunda alış veriş yapmadan geçip giden “Keşke durup alışveriş yapsaydım” diye bir pişman, alavere yapan ise bin pişman olur. Çünkü yörenin en ıskarta, en bayat, en kötü malının tezgaha konduğu ve kendi memleketindeki fiyatından daha fazlaya satın alındığı menziline vardıktan sonra ortaya çıkınca “Keşke almasaydım” pişmanlığı baş gösterir. Eve kadar getirip hamallığını

T9’un azizliği*

T9’un azizliği 20/02/2016 tarihinde gazetemizde yayınlanan “ Cinayetlerden katliamlara ” isimli  yazıma göz gezdirirken  gözüm, ikinci paragraftaki  “ Sonuç: Masun insanların hunharca öldürülmesi, geride gözü yaşlı, öksüz ve yetim kişilerin bırakılması, yaralananların özürlü ve sakat kalması...vs.”   cümlesindeki “Masun” kelimesine ilişti. ‘Masum’ şeklinde  olması gereken kelime, ‘Masun’ diye çıkmıştı. Toplumumuzun yapısında hemen karşı tarafın suçlama vardır ya, benimkisi de o türden. Gazetemizdeki redaktörün bir yanlışını buldum dedim içimden. Ardından gönderdiğim yazının kendimdeki orijinaline baktım. Yazımı düzenleyen/düzelten redaktörün suçu yoktu. Çünkü bendeki yazıda da ‘Masun’ şeklinde yazılmıştı. Halbuki ne de hazırlamıştım kendimi: Sayın hakimim ben masumum diye. Hasılı yanlış tamamen bana aitti. Burada masum olan gazetemizin redaktörü idi. Burada ben bir defa daha T9’un azizliğine uğramıştım. Yazdıktan sonra okumuş olmama rağmen görmeyince görmüyordu göz. Düze

Bir nesli yok ettik

Her devirde bu ülkede belli bir kesim ihya olurken diğer kesimler mağdur olmaktadır. Gücü elinde tutanların rakiplerini alt etmek ya da cezalandırmak için yürürlükteki mevzuatla oynamaları olağan hale gelmiştir bu ülkede. Yapılan mağduriyetler bazı zamanlar zulüm seviyesine çıkmıştır. Bana bu ülkede yapılan en büyük zulüm nedir diye sorsanız katsayı adaletsizliği derim. Şimdi katsayı adaletsizliği mi kaldı. Bu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Genelde unutkan bir milletiz. Amacım geçmişi kurcalamak değil. Gözden kaçırılan bir ayrıntıya dikkat çekmektir.  1999 yılında genelde meslek liselerini özelde İHL'yi ilgilendiren bir katsayı zulüm ve komedisi uygulamaya kondu bu ülkede. Bir buldozer geçti üzerlerinden: Günahsız, masum, gepegencecik genç dimağların. Meslek liselerini yok etme ve okuyanlarını cezalandırma zulmü 2012 yılına kadar sürdü. Zulüm bunun neresinde? Herkes kendi alanında okumak için yapılan bir düzenleme diyebilirsiniz. Burada bilgiye, bir zihniyete s

Arabamdaki ses

-Ustam  geçen gün kış lastiklerini değiştirdik burada. Dönüşlerde bu arabanın sağ tarafından ses geliyor. Bir bak. -Kış lastikleri takılınca olur. Bakmaya gerek yok. -Geçen yıl da takmıştık ama ses yoktu. -Geçen sene kar yağdıktan sonra takıldı. Şimdi daha kar yağmadı. # Arabada sorun yok diye binmeye devam ettik sese rağmen... Kar yağdı ama ses yine eksilmedi. Hatta arttı. ***  Sonunda tamirciye götürdüm sabahın erken saatinde. Usta halen gelmemiş. Kalfası var. Arabanın sağından, solundan ses geliyor dedim. Arabayı şuraya çek ve çıkart” dedi. Arabayı çekip çıkarttım. Ustan gelince söyle. Yapacaklarını aha bu kağıda yazdım: -Direksiyonda da  çekme var. -Rot balanscıya götür. Bizlik işi  yok. -Eyvallah. *** Arabayı ustası halen gelmemiş, tamircinin tarif ettiği rot balanscıya bırakıp toplantıya gittim. Usta ardımdan telefonla aradı: “ Sağ üst tablası kırılmış, bilmem neresi eğilmiş, yenisi bu kadar, muadili şu kadar. Ben tamir yapmaya çalışacağım. Ayrıca balans yapılacak.

Cinayetlerden katliamlara*

              Gün geçmiyor ki; kan akmasın, bombalar patlamasın, terör eylemi, canlı bomba saldırısı olmasın, intihar eylemcisi ortaya çıkmasın, bomba yüklü araçlar infilak ettirilmesin.             Sonuç: Masum insanların hunharca öldürülmesi, geride gözü yaşlı, öksüz ve yetim kişilerin bırakılması, yaralananların özürlü ve sakat kalması...vs.             Kabil'in Habil'i öldürmesiyle aktı ilk kan yeryüzünde. Öldürür öldürmez de pişmanlığını duydu. Ama iş işten geçmiş, ok yaydan çıkmış, “E şeğin aklına karpuz kabuğu düşürülmüştü” bir kere. Ardından savaşlar yaptık mübareze usulü: Göğüs göğüse. Meydanlar okuduk birbirimize. Güç-kuvvet denemesi yaptık şu fani dünyada. Şecaat  ön plana çıktı bazen.             Ne zaman ki ateşli silahlar çıktı; mertlik bozuldu. Ardından bombalar, atom bombası vb patlayıcıların hepsi insan öldürmek için icat edildi. Eski savaşlar bir iki saat içerisinde biterken şimdiki savaşlar yıllar yılı devam ediyor. Eskiden öldürülenlerin sayısı say

Daha neler göreceksiniz neler!...

Otobüste okulunun müdüründen dert yanan iki öğrenciye kulak misafiri olur bir maarif müfettişi. Öğrenci, arkadaşına: -Bizim müdür ne biçim adam oğlum öyle! -Ne yaptı ki? -Odasına vardım. Yerinde oturuyordu. Ben gelince ayağa kalkmadı. Ne biçim müdür bu... -... Bundan sonra çocukları dinleyen maarif müfettişimizi dinleyelim: -Arkadaşlar öğrencilerin sizden bu şekilde beklentileri var. Kalkıverin ne olur!.. Güler misiniz ağlar mısınız? Buyurun buradan yakın. Halen okul müdürlüğü yapan arkadaşlara duyurulur. Görevlerinizden bir tanesi daha belli oldu. Hayırlı olsun. Aslında müfettiş eksik bıraktı. Öğrenciyi ayakta karşıladıktan sonra kapıya kadar da uğurlamak gerekiyor. Oturma esnasında çayı ve kahveyi de eksik etmeyin sayın müdürlerim. 19/02/2016

Bu kız paranın kıymetini bilir

Geçen hafta seminer dolayısıyla bulunduğum bir otelde her akşam çay servisi yapan hamarat bir kız gördüm. Hamaratlığının yanında nazikliği ve kibarlığı dikkatimi çekti. Çalışmasından bu işi sürekli yapıyor ve işini de  severek yapıyor imajı edindim. Yine bir akşam seminer bitimi otelin lobisinde kursiyerlerle beraber otururken adını bilmediğim kızımız çay getirdi. Oturanlardan biri, “Kızımız üniversitede öğrenci” deyince dikkat kesildim. Hangi okuldasın soruma “Hukuk son sınıf öğrencisiyim. Yarım dönemim kaldı” dedi. Anlaşılan tatillerde fırsat buldukça çalışıyordu. Çalıştığına göre ihtiyaç sahibi olmalıydı. Böylesi yerlerde hiç kimse zevkine çalışmazdı hem de gecenin geç vakitlerine kadar. Hem çalışıyor hem de okuyor. İnsan yeter ki okumak istesin. Demek ki imkansızlıklara rağmen okuyabiliyor. Ekmeğini taştan çıkartıyor. Ailesine de yük olmuyor. Gözümde bir kat daha değeri arttı. Bu kız alın teriyle kazandığı parayı harcarken de tasarruflu harcar. Çünkü emek sarf edilerek k

Evlilik programları*

Son yıllarda televizyonlarda evlilik programları yayınlanmaya başladı. Hem de saatlerce süren. Üstelik canlı yayınla evlerimizde arzı endam ediyorlar. Bildiğim kadarıyla birkaç kanalda bu tür programlar izleyicinin karşısına çıkıyor. Aynı program yıllar yılı devam ettiğine göre seyirci kitlesi bakımından izlenme oranı yüksek olsa gerek. 4-5 yıl önceleri mesai bitip eve geldiğim zaman kanalları gezerken karşılaşmıştım böylesi programla. Önceleri nedir, ne değildir diye hayret, ibret ve dehşetle izlerken   baktım bağımlısı yapacak. Kendimi kurtardım. Kurtardım kurtarmasına da sanal alemde gazeteleri takip ederken  “ Bilmem ne programında x hastalığı olan gelin adayının yalanı ortaya çıktı” haberlerini okuyunca  “Evlilik programlarını” kaleme almalıyım dedim kendi kendime. Bu tür programların yayın akışı içerisinde seyirciyi çekmek, izlenme oranını yükseltmek için yayıncı veya sunucu tarafından bazı konuşma ve hareketlerin senaryo gereği yaptırıldığı kanaati hakim bende. Günl

"Yemekte pırasa var"

-Alanya’ya seminere gitmişsin. Yolculuk nasıl geçti? -Yolculuk meşakkatsiz olmaz biliyorsun. Menzilimize iki saat gecikmeli vardık. -Niye? -Cevizli’ye yaklaşırken otobüs su koyuverdi. Hararet yaptı. Yeni otobüs gelinceye  kadar bekledik. *** -Seminer nasıldı? -Verimli geçti. - Alanya güzel miydi? -Bilmiyorum. -Ne demek bilmiyorum. -Alanya'ya 10 km kala bir oteldeydi seminerimiz. -Eee? -3 gün boyunca otelden dışarı çıkmadık. -Yani sizi gezdirmediler mi? -Hayır. -Ya ne yaptınız? -Seminer için geldik. Sabahtan akşama ders yaptık. Dersin arasında namaz kıldık, yemek yedik. Çay içtik. Akşam 17.00’den sonra isteyen havuz, sauna, hamam vb. yerlerden faydalandı o kadar. -Otelin yemekleri nasıldı? -Güzeldi. -Çeşidi? -Kuş sütü yoktu. -Doya doya yediniz mi? -Doyduk doymasına da. Otel yetersizdi. -Hangi açıdan? -Gözümüzü doyuramadı. -Göz doymaz. Açgözlü olur.  Nefsin istekleri de bitmez. Belki de nefis: “  Ya Rabbi! Ya midemi  genişlet, ya da canımı al” bile demiştir.

“Ama kıymetimiz bilinmiyor …”***

“Ama kıymetimiz  bilinmiyor  …” 2013 yılında bir kurumdan diğer kuruma  naklen atandığımda  vedalaşmak için komşu bir kaç kuruma ziyarete gittim. Habersiz vardığımdan kurumun amirinin işi dolayısıyla kurum dışında olduğunu öğrendim. Yardımcısının yanına girdik; selam verelim, hal hatır soralım, ziyaret sebebimizi izah edelim, küçük hediyemizi bırakalım düşüncesiyle. Yardımcı, küçük odasında  hummalı bir çalışma içerisindeydi; sağlı-sollu ayakta bekleyen iki karşıt cins ‘yardımcısıyla’ beraber. Oturduk karşısına. Hediyemizi takdim ettik. Vedalaşmaya geldik desek de, işe kendini kaptırmış yardımcı, ara sıra yüzümüze baksa da işinden kendini alamıyordu. Sizinle yeterince ilgilenmeyecek kadar ne  iş yapıyordu derseniz; efendim bu günü sümen altının içindeki gereksiz kağıtları temizlemeye adamıştı anlaşılan: Önce sümen altını kaldırıyor. Aldığı kağıda öylesine bir göz atıyor. Sonra sağdaki ayakta bekleyene veriyor. O , kağıdı buruşturup önündeki çöp kutusuna atıyor. Son

"Harca harca bitmez"

-Bizim burada bir çok  mesken var. Bir çok market var. Fakat  A-101  yok. -Açılma şartı oluşmamıştır. -Şartı ne olabilir ki? -BİM olması lazım. -Ne alaka Bim ile? -Kardeş, bir yere A-101 açılması için orada mutlaka Bim marketi olması lazım. Yoksa asla açılmaz. İstediğin kadar müşteri olsun. -Gerçek mi söylüyorsun? -Denemesi bedava. Git dolaş nerede bir Bim var ise karşısında ya da yanında "Harca harca bitmez'i bulursun. Eğer bir yere Bim açılmış  da, A-101 açılamamışsa bil ki yer yoktur. Bir yerin boşalmasını beklerler. -Ya bina yoksa Bim'in etrafında? -O zaman önce bina yaptırıyorlar. Sonra alt kata A-101 açıyorlar. -Bunun sebebi nedir? Haydi onu da söyle. -Belki mevzuatı öyledir. Kim bilir!... -Peki, isminin altında yazan " Harca harca bitmez" ne demektir? -Ne bileyim ben. Sanırım harcaman bitmez. Durmadan alırsın demek olsa gerek. 14/02/2016

Belli günlere hapsedilmiş sevgilerimiz*

Belli günlere hapsedilmiş sevgilerimiz Üşenmedim, ‘Belirli gün ve haftalara’ baktım. Ne kadar da günümüz varmış gerçekten. Neredeyse 365 günümüz yetmeyecek. Sevgiler, saygılar, anmalar, hatırlanmalar nedense belli günlere hapsedilmiş. Bazı gün ve haftalar vardır; mesajla, basın toplantısıyla geçiştirilir, bazıları formalite icabı etkinliklerle yerine getirilir. Bazılarının gelip gitmesinden kimsenin haberi olmaz. Bir sivil toplum örgütünde görev yapan biri: “Dünya Posta Gününü kutlamak için  PTT müdürünü ziyarete gittim. Gününüz kutlu olsun diye çiçeği takdim ettim. Müdür, ‘Ne günü?’ diye şaşırdı. ‘Efendim, bu gün 9 Ekim sizin gününüz’ deyince şaşırdı. Adamlar günlerini bile bilmiyorlar” şeklinde bir anısını anlatmıştı.  Bazı günler ise tamamen tüketime dönük günler. Özellikle tüketime dönük olan günlerin günler öncesinden gündemimize gelmesi hemen hemen her kesimde beklenir hale geldi. Ayrıca alınan hediyelerde abartıya gidildiğini gözlemlemekteyim. Ömrümüz gün kutlam

Ver elini Alanya

Dedik, çıktık yola. Çıktık çıkmasına da... Konya'nın hemen çıkışında otobüslerden birinin motoru parçalandı. İçerisinde benim de olduğum diğer otobüs de 3 saat yolculuktan sonra hararet yaptı. Motoru parçalanan araca çözüm yolu buldular. Bir saat gecikmeli de olsa araç değiştirerek yoluna devam etti. Hararet yapan ise  önce tamir edilmeye uğraşıldı. Olmayınca araç gönderildi.  Soğuk bir havada hacı bekler gibi aracı bekledik. Ama nafile. Sanki kara trendi. Bekle ki gelsin.  Kara tren olsa çoktan gelirdi. 10 dakika sonra   gelecek denen araç yine gelmedi. Konum bildirilmiş olmasına rağmen bizi almaya gelen takviye araç, bizi almak için bir başka yoldan başka yerde aramaya gitmiş, ipe un serercesine... Sonunda kara göründü. Ver elini Alanya dediğimiz yolculuk parolası bizi Alanya’ya götürmemek için elinden geleni ardına koymadı. Alanya’da bize bir türlü elini uzatmadı. İstenilmediğimizi anladık ama, “ inadımız inat” dedik, pes etmedik. Bir defa biz, bir yüzümüzü karartmaya razıy

Deveyi damda aramak

-Kardeş, ne hayır? İş-güç zamanı  bu otelde işin ne? -Bir proje için buradayım. -Ne projesi? -Eğitim ve öğretimi geliştirme ve artırma... -Eğitim ve öğretim var mı ki, kalitesini artırmaya kalkıyorsun? Sonra yanlış yerde aramıyor musun? -Anlamadım. Ne demek istiyorsun? -Yanlış yerde arıyorsun aradığını. -Ya nerde aramalıydım? -Aslan düştüğü yerden kalkar. ...? -Kaybettiğin yerde. -Nerede kaybettim ki? -Eğitim ve öğretimin kalitesi okullarda kayıp oldu. Yine oradan bulacaksın. Sırça köşklerde değil. -Ama... -Senin bu proje doğmadan ölü doğar, haberin olsun. Seninkisi dostlar alış verişte görsüne benziyor. -...? -Aradığını türkü çağırarak arıyorsun. -...? -Nasrettin Hocanın karanlıkta kaybettiği eşyasını aydınlık yerde aramasına benzer. -Daha başka neye benzer? -Belh Sultanı  İbrahim bin Ethem'in durumuna benzer. - O ne yapmıştı ki? -İbrahim; saltanat sahibi, her türlü imkana sahip biridir. Bir gün sarayında  tahtında uyurken damdan  gelen bir tıkırtıya uyanır.

Öküz ölünce ortaklık neden bozulur?

Öküz deyip geçme. Çünkü öküz bir denge unsurudur. Dünya onun omuzları/boynuzları üzerindedir. Bizi bir araya getiren, birbirimize bağlayan, bir arada tutan, ortaklık yaptıran odur. Öküzün bunca önemine işaret ettikten sonra her fani gibi öküz de ölecektir. Peki, öküz öldükten sonra bir arada olmanın, ortaklığa devam etmenin bir anlamı var mı? Yok elbette. Çünkü varlık sebebimiz öküzdür. Bu yüzden  öküz öldükten sonra ortaklık bozulur. Zaten “Öküz öldü, ortaklık bozuldu” atasözü de bundan dolayı söylenmiştir. Başka da söze gerek yoktur. Bundan sonra “Evli evine, köylü de köyüne. Yorgan gitti. Kavga da bitsin.” artık. Öyle değil mi? 09/02/2016

Gazetecilik mesleği

Çoğumuz çalıştığı işi ve mesleğini beğenmez. Hep başkasının mesleğine, işine gıpta ile bakarız “Davulun sesinin uzaktan hoş geldiği” sözünü unutarak. Hatta yeniden doğsam şu mesleği seçerim gibi temennilerimizi/heveslerimizi de dile getiririz çoğu zaman. Bazı meslekler zor mu kolay mı sorusu garip bir soru aslında. Çünkü her bir mesleğin avantaj ve dezavantajları olabileceği gibi kolaylık ve zorlukları da vardır. Yani hiçbir meslek tek başına kolay değildir. Tabii kim için? Sorumluluğunu bilen için. Bir insan sorumluluğunu taşırsa, işimi en iyi yapacağım derse o meslek zordur gerçekten. Şayet bir insan işini ve mesleğini üzerine vazife edinmez, dostlar alışverişte görsün türünde yürütmeye kalkarsa onun işi hangi meslek olursa olsun kolaydır. Demek ki işlerin zorluk ve kolaylığı sorumluluk duygusuyla alakalı bir durumdur. Çoğumuz çalıştığı işi ve mesleğini beğenmez. Hep başkasının mesleğine, işine gıpta ile bakarız “Davulun sesinin uzaktan hoş geldiği” sözünü unutarak. Hatta