17 Şubat 2016 Çarşamba

"Yemekte pırasa var"

-Alanya’ya seminere gitmişsin. Yolculuk nasıl geçti?
-Yolculuk meşakkatsiz olmaz biliyorsun. Menzilimize iki saat gecikmeli vardık.
-Niye?
-Cevizli’ye yaklaşırken otobüs su koyuverdi. Hararet yaptı. Yeni otobüs gelinceye  kadar bekledik.
***
-Seminer nasıldı?
-Verimli geçti.
- Alanya güzel miydi?
-Bilmiyorum.
-Ne demek bilmiyorum.
-Alanya'ya 10 km kala bir oteldeydi seminerimiz.
-Eee?
-3 gün boyunca otelden dışarı çıkmadık.
-Yani sizi gezdirmediler mi?
-Hayır.
-Ya ne yaptınız?
-Seminer için geldik. Sabahtan akşama ders yaptık. Dersin arasında namaz kıldık, yemek yedik. Çay içtik. Akşam 17.00’den sonra isteyen havuz, sauna, hamam vb. yerlerden faydalandı o kadar.
-Otelin yemekleri nasıldı?
-Güzeldi.
-Çeşidi?
-Kuş sütü yoktu.
-Doya doya yediniz mi?
-Doyduk doymasına da. Otel yetersizdi.
-Hangi açıdan?
-Gözümüzü doyuramadı.
-Göz doymaz. Açgözlü olur.  Nefsin istekleri de bitmez. Belki de nefis: “  Ya Rabbi! Ya midemi  genişlet, ya da canımı al” bile demiştir.
***
-Kaç gün kaldınız?
-3 gün.
-Dönüşünüz nasıldı? Gidişiniz gibi maceralı olmamıştır umarım.
-Belli bir süre orta kapı iyice kapanmadan yol aldık. Doğal klimamızdı yani. Sonra alışveriş molasında kapatılabildi.
-Ne aldınız?
O yörenin meşhur meyvelerinden aldık.
-Hesaplı ve organik olmalı.
-Muz aldık kilosu 3.5 liradan. Portakal aldık 1.50 liradan.
-Konya’da ne kadar bunların fiyatı?
-Hanım muzu 3 liradan, portakalı da 1.50 liradan almış.
-Alanya'nın meyveleri kaliteli olmalı.
-Kalitesini bilmem de muzun tadı aynı. Portakal ise Konya’dan  alınan daha sulu ve lezzetli. Alanya'daki portakalın suyu bile yok. Ta oradan buraya hamallığını yapmam da cabası oldu.
-Portakalın kötü olduğunu anlayamadın mı?
-Anlardım anlamasına da. Kelli-felli bir müdürü portakalı seçerken gördüm. Sordum o değilden; hocam! Çok mu kötü diye. Kötü değil, iyi cevabı aldım. Anlar mısın dedim. Anlarım dedi kendinden emin bir şekilde. Aslında portakalı elime bir aldım. Beğenmemiştim. Müdür arkadaşımızın beğenmesini görünce ‘Sen ne anlarsın Ramazan' dedim içimden. Onun tecrübe ve aklına uydum. Yenmeyen portakala verdiğim paradan ziyade Konya'ya kadar hamallığını yapmam zoruma gitti. Bir de portakaldan anladığını söyleyen yoldaşımın kendinden emin konuşması... Neyse aklını kullanmayan akılsız başın ceremesini ayaklarım ve kollarım çekti. Bir defa daha aklımı kiraya vermemin pişmanlığını duydum. Bu pişmanlık, yine güven esasına dayalı bir başka pişmanlığa kadar devam edeceğe benziyor.
***
-Dönüş yolculuğu bitmek bilmez. Zor olmuştur.
-Zor olmaya zor oldu gerçekten. Bitmek bilmedi. Bir de yolda iken “Ne zaman inersin? Sofrayı hazırlayalım” diye evimden telefon gelince; “Sanırım benim için ziyafet hazırlandı” diye kendi kendime gelin güveyi oldum.
-Eve dönünce “Kuş sütü eksik” açık büfeden sonra ev halkı seni nasıl karşıladı?
-Pırasa yemeğiyle karşılandım.
-Şaka yapıyorsun.
Hiç öyle bir halim var mı? Eve girince en küçük oğlum daha hoş geldin bile demeden: “Baba, pırasa yemeği var” diyerek müjdeyi verdi. Şaka mı dercesine eşimin yüzüne baktım: “Zeytin yağlı” dedi. Zeytin yağını bari heba etmeseydiniz dedim içimden.

Gözümü sofraya çevirdim. Her şey gerçekti. Pırasa beni bekliyordu. Böyle bir karşılama bana sürpriz oldu.
-Pırasa yemeğini sevmiyor musun?
-Yemek seçmem normalde. Hepsi bir nimet. Ama pırasayı ölmeyecek kadar yerim. Hasılı açık büfe, tam pansiyon -ne dersen de- yemeklerinden sonra akşam menüm pırasaydı. Ya yersin. Ya yersin. Ev halkı bana pırasa ikram etti. Ben de onlara susuz portakal ikram ederek birbirimize hediyelerimizi verdik. Ama ne yalan söyleyeyim, evimde yediğim zeytin yağlı pırasa bana açık büfe yemeklerden daha hoş, daha lezzetli geldi.
-Afiyet olsun.
-Bilmukabele...  17/02/2016





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder