Ana içeriğe atla

"Yemekte pırasa var"

-Alanya’ya seminere gitmişsin. Yolculuk nasıl geçti?
-Yolculuk meşakkatsiz olmaz biliyorsun. Menzilimize iki saat gecikmeli vardık.
-Niye?
-Cevizli’ye yaklaşırken otobüs su koyuverdi. Hararet yaptı. Yeni otobüs gelinceye  kadar bekledik.
***
-Seminer nasıldı?
-Verimli geçti.
- Alanya güzel miydi?
-Bilmiyorum.
-Ne demek bilmiyorum.
-Alanya'ya 10 km kala bir oteldeydi seminerimiz.
-Eee?
-3 gün boyunca otelden dışarı çıkmadık.
-Yani sizi gezdirmediler mi?
-Hayır.
-Ya ne yaptınız?
-Seminer için geldik. Sabahtan akşama ders yaptık. Dersin arasında namaz kıldık, yemek yedik. Çay içtik. Akşam 17.00’den sonra isteyen havuz, sauna, hamam vb. yerlerden faydalandı o kadar.
-Otelin yemekleri nasıldı?
-Güzeldi.
-Çeşidi?
-Kuş sütü yoktu.
-Doya doya yediniz mi?
-Doyduk doymasına da. Otel yetersizdi.
-Hangi açıdan?
-Gözümüzü doyuramadı.
-Göz doymaz. Açgözlü olur.  Nefsin istekleri de bitmez. Belki de nefis: “  Ya Rabbi! Ya midemi  genişlet, ya da canımı al” bile demiştir.
***
-Kaç gün kaldınız?
-3 gün.
-Dönüşünüz nasıldı? Gidişiniz gibi maceralı olmamıştır umarım.
-Belli bir süre orta kapı iyice kapanmadan yol aldık. Doğal klimamızdı yani. Sonra alışveriş molasında kapatılabildi.
-Ne aldınız?
O yörenin meşhur meyvelerinden aldık.
-Hesaplı ve organik olmalı.
-Muz aldık kilosu 3.5 liradan. Portakal aldık 1.50 liradan.
-Konya’da ne kadar bunların fiyatı?
-Hanım muzu 3 liradan, portakalı da 1.50 liradan almış.
-Alanya'nın meyveleri kaliteli olmalı.
-Kalitesini bilmem de muzun tadı aynı. Portakal ise Konya’dan  alınan daha sulu ve lezzetli. Alanya'daki portakalın suyu bile yok. Ta oradan buraya hamallığını yapmam da cabası oldu.
-Portakalın kötü olduğunu anlayamadın mı?
-Anlardım anlamasına da. Kelli-felli bir müdürü portakalı seçerken gördüm. Sordum o değilden; hocam! Çok mu kötü diye. Kötü değil, iyi cevabı aldım. Anlar mısın dedim. Anlarım dedi kendinden emin bir şekilde. Aslında portakalı elime bir aldım. Beğenmemiştim. Müdür arkadaşımızın beğenmesini görünce ‘Sen ne anlarsın Ramazan' dedim içimden. Onun tecrübe ve aklına uydum. Yenmeyen portakala verdiğim paradan ziyade Konya'ya kadar hamallığını yapmam zoruma gitti. Bir de portakaldan anladığını söyleyen yoldaşımın kendinden emin konuşması... Neyse aklını kullanmayan akılsız başın ceremesini ayaklarım ve kollarım çekti. Bir defa daha aklımı kiraya vermemin pişmanlığını duydum. Bu pişmanlık, yine güven esasına dayalı bir başka pişmanlığa kadar devam edeceğe benziyor.
***
-Dönüş yolculuğu bitmek bilmez. Zor olmuştur.
-Zor olmaya zor oldu gerçekten. Bitmek bilmedi. Bir de yolda iken “Ne zaman inersin? Sofrayı hazırlayalım” diye evimden telefon gelince; “Sanırım benim için ziyafet hazırlandı” diye kendi kendime gelin güveyi oldum.
-Eve dönünce “Kuş sütü eksik” açık büfeden sonra ev halkı seni nasıl karşıladı?
-Pırasa yemeğiyle karşılandım.
-Şaka yapıyorsun.
Hiç öyle bir halim var mı? Eve girince en küçük oğlum daha hoş geldin bile demeden: “Baba, pırasa yemeği var” diyerek müjdeyi verdi. Şaka mı dercesine eşimin yüzüne baktım: “Zeytin yağlı” dedi. Zeytin yağını bari heba etmeseydiniz dedim içimden.

Gözümü sofraya çevirdim. Her şey gerçekti. Pırasa beni bekliyordu. Böyle bir karşılama bana sürpriz oldu.
-Pırasa yemeğini sevmiyor musun?
-Yemek seçmem normalde. Hepsi bir nimet. Ama pırasayı ölmeyecek kadar yerim. Hasılı açık büfe, tam pansiyon -ne dersen de- yemeklerinden sonra akşam menüm pırasaydı. Ya yersin. Ya yersin. Ev halkı bana pırasa ikram etti. Ben de onlara susuz portakal ikram ederek birbirimize hediyelerimizi verdik. Ama ne yalan söyleyeyim, evimde yediğim zeytin yağlı pırasa bana açık büfe yemeklerden daha hoş, daha lezzetli geldi.
-Afiyet olsun.
-Bilmukabele...  17/02/2016





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde