Son yıllarda televizyonlarda evlilik programları
yayınlanmaya başladı. Hem de saatlerce süren. Üstelik canlı yayınla evlerimizde
arzı endam ediyorlar.
Bildiğim kadarıyla birkaç kanalda bu tür programlar izleyicinin karşısına çıkıyor. Aynı program yıllar yılı devam ettiğine göre seyirci kitlesi bakımından izlenme oranı yüksek olsa gerek.
4-5 yıl önceleri mesai bitip eve geldiğim zaman kanalları
gezerken karşılaşmıştım böylesi programla. Önceleri nedir, ne değildir diye
hayret, ibret ve dehşetle izlerken baktım bağımlısı yapacak.
Kendimi kurtardım. Kurtardım kurtarmasına da sanal alemde gazeteleri takip
ederken “ Bilmem ne programında x hastalığı olan gelin adayının yalanı
ortaya çıktı” haberlerini okuyunca “Evlilik programlarını” kaleme
almalıyım dedim kendi kendime.
Bu tür programların yayın akışı içerisinde seyirciyi
çekmek, izlenme oranını yükseltmek için yayıncı veya sunucu tarafından bazı
konuşma ve hareketlerin senaryo gereği yaptırıldığı kanaati hakim bende. Günlük
hayatta bu programların seyircisinin ne kadar da çok olduğunu konuşmalar
arasında gözlemlemekteyim.
Nereden nereye. Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar
evlenecek yaşa gelmiş çocuğumuza aday aramak için eşe dosta haber bırakırdık.
Çoğu zaman haber bıraktıklarımızdan ses çıkmaz, herhangi birini tavsiye
etmezlerdi. Acaba geçim olmaz da ben sorumlu olur muyum düşüncesiyle… Bazıları
da eş adayı arama zamanı geçti. Artık gençler kendileri buluyor demeye başladı.
Bulan buluyor. Bulamayan da soluğu TV’lerdeki evlilik programlarında alıyor.
Bu tür programlar için ihtiyaç olan eleman sıkıntısı
yok gibi görünüyor. Programı yapacak/sunacak kişi var. Programa çıkacak damat
ve gelin adayı var. Programa izin veren TV sahibi var. Programa seyirci olarak
katılanlarımız var. Evinin köşesinde izleyen insanımız zaten var. Yani
anlayacağınız: Yok yok. Yetkili makamlardan ses seda yok. Bu tür programlara
sıcak bakmayan sessiz milyonlardan zaten tık yok. Her türlü yardımlaşmada boy
gösteren sivil toplum kuruluşlarından hiçbir tepki yok. Gördüğünüz gibi alan
razı, veren razı. O halde sanane be Ramazan.
Doğru. Banane demem lazım. Halen yılan bana/sana
dokunmuyor. Tedavisi olmayan bu toplumsal virüs halen ne zamana
kadar devam edecek. Yarın benim oğlumun, senin kızının oralarda boy
göstermeyeceğine dair bir garantimiz mi var? Toplumsal dokumuz bozuluyor. Bu
gidişle aile yapımız, değerlerimiz diye bir şey kalmayacak. Zaten şimdiki
gençler çok seçici. Ya evlenemiyor. Ya evlenmek istemiyor. Ya da evlenmesiyle
boşanması bir oluyor. TÜİK raporlarına göre zaten evlenmelerde bir azalma,
ayrılmalarda ise bir artış söz konusu. Bir toplumu bozmak/yıkmak
istiyorsan topa, tüfeğe ihtiyaç yok. Ailenin temeline dinamit koy yeter.
Bu tür programlar dinamit koymaktan beterdir.
Bu konuyu dile getirmemi abartılı bulabilirsiniz. Ama ben
oldum olası “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözünü sevmedim. Sevmeyeceğim
de. Kanayan bu yaramıza parmak basılması gerekir. Etkili ve yetkili kurum,
kuruluş ve kişilerimizin bu konuya acilen el atmasını istiyorum.
Kadın ve Aile Politikaları Bakanlığı, Tv’lerden sorumlu
bakanlık, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, TBMM, DİB, STK’lar, RTÜK lütfen
bu evlilik programları komedisine/rezaletine son vermek için ellerinden
geleni yapmalı. Bu evlilik programları kaldırılsın. Yok kaldırılamıyorsa nasıl
ki futbol için şifreli kanallar var. Bu tür programlar şifreli hale getirilsin.
İzlemek isteyen bu tür programlara abone olsun.
Vatandaş olarak bizler de şikayet mekanizmamızı işletelim.
Kamuoyu oluşturalım. Dert ediniyorsak bu meseleyi dertlenelim. “Bir kötülük
görürsek elimizle, gücümüz yetmezse dilimizle, ona da gücümüz yetmezse
kalbimizle buğzedelim.”
Yok, hiçbir şey yapamıyorsak en azından izlemeyelim.
Neredesin ey edep!
*17/02/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder