Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Toplum Kendini Değiştirmezse *

Kur'an'ı Kerim'de Rad Süresi 11.ayette Allah "Bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe Allah hiçbir topluluğu değiştirmez" buyurmaktadır. Başka ne diyor Allah? Bir de Enfal 53.ayete bakalım: "Çünkü bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirecek değildir." Şimdi bu ayetler ne demek istiyor? Bu ayetler Allah'ın değişmez dediği sünnetullah adını verdiği toplumsal yasalarıdır. Ne demek bu yasa? “ Bizim âlimlerimizin sık sık tekrar ettikleri sünnetullah (Allah’ın yasası) -konumuz bağlamında- şudur: İyi eğitilmiş, uzmanlığa saygısı olan; dürüst, düzenli ve disiplinli çalışan; yöneticisiyle halkıyla israf etmemeyi, ürettiğinden fazla tüketmemeyi, sade yaşamayı kültür haline getirmiş, hukuk ve ahlak kurallarında istisna oluşturmamayı ahlak yasası olarak içleştirmiş toplumlar başarılı olurlar. Böyle toplumlar, savaş gibi büyük felaketler dışında, mesela şu günlerde bizim yaşadığımız ekonomik sıkıntıları, dolayısıyla b

Var mı Bu Veliyi Eğitecek Olan? (2)

2006-2007 öğretim yılı olsa gerek. Okul müdürü olarak görev yapıyorum. Çocuğu 9.sınıfta okuyan öğretmen emeklisi bir velim vardı. Karne haftası yanıma geldi. Okulun Biyoloji öğretmeninden dertli idi. Çocuğunun dersi 41 ortalama ile karneye zayıf düşüyormuş. Benden öğretmenle görüşüp bu zayıfı düzelttirmemi istedi. Kendisine ortalaması 41 olan bir çocuğu kendi dersim olsa geçirebileceğimi, bugüne kadar bu şekil kritik puanları 45'e tamamladığımı, fakat öğretmenin verdiği nota müdahale edemeyeceğimi; çocuğunuzun yazılı ortalaması 36 düşüyor iken öğretmen, kullandığı sözlülerle 41'e yükselttiğini, isterse kendisinin öğretmenle görüşmesinin uygun olacağını söyledim. Bana ders öğretmeninin kendisinin liseden öğrencisi olduğunu, bu konuda kendisiyle görüşmek istemediğini, çocuğunun ortaokulda iken bütün notlarının beş olduğunu, bu okula geldikten sonra bu öğretmenler yüzünden çocuğunun başarısının düştüğünü, sene sonunda  teşekkür-takdirle gelmediği takdirde okuldan alacağına

Var mı Bu Veliyi Eğitecek Olan? (1)

Günümüzde öğretmenlerin yaptığı yazılıların ve verdikleri ders içi etkinlik puanlarının öğrenci, veli ve merkezi sınavlar nezdinde pek bir değeri yok. Daha doğrusu notun/puanın bir önemi yok. Bunda sınıfta kalmamanın ve verilen notların, merkezi sınavlarda katkı yapmamasının etkisi büyüktür. Verilen notlar sadece öğrencinin teşekkür ve takdir almasında önemli. Başka da bir anlam ifade etmiyor.  Öğretmenlerin verdiği bu notların, çocuğun geleceğinde bir etkisi olmamasına rağmen bazı velilerin okul ortamına gelip çocukları adına not istediklerini görünce “Çocuğundan önce bu veliyi eğitmek lazım” diyesi geliyor insanın. Not dilenirken edebini takınıp haddini bilse eh diyeceğim. 27 yıllık öğretmenlik hayatımda sayıları az olmakla beraber öyle veliler gördüm ki “Bu veliye göre bu çocuk, çok çok iyi” dediğim oldu çoğu zaman. Öğretmenleri en fazla uğraştıranlar da maalesef öğretmen velilerdir. Güya öğretmenleri en iyi anlamaları gereken kesim! İnsanı üzen de meslektaşının bile kendis

Siyasilerimiz Bu Ülkeyi Vatandaş Kadar Düşünmüyor ***

—Şu siyasilerin çalışmalarına bak! Gece gündüz demeyip durmadan koşturuyorlar. Herkes bunlar gibi çalışsa bu ülkenin çözülmedik sorunu kalmaz.  —Ne yapıyorlar da? —Baksana! Belediye Başkan adaylarını belirlemek için toplantı üzerine toplantı yapıyorlar. Bir şehre hizmet edecek en iyi belediye başkanını tespit için kılı kırk yarıyorlar. Bir belediye daha fazla kazanmak için gerekirse ittifak içinde yer alıyorlar. Memleket için yanıp tutuşuyorlar. —Evet! —Bu kadar açıklamama tek kelimeyle evet dedin. Gününde mi değilsin, yoksa açıklamamdan hoşnut mu olmadın? —Aynı görüşte değilim. Keşke açıkladığınız gibi olsaydı. —Sebep? —Açıkçası siyasilerin çok memleketi düşündüklerini sanmıyorum. Hepsi demeyeyim ama çoğu kendi ikballeri peşinde. Tüm çabaları da bundan ibaret. Yani memlekete hizmet, öncelikleri değil. —Katılmıyorum bu görüşünüze. Bana bir örnek verebilir misin memleketi düşünmediklerine dair? —Örnek çok. Ben sana en yakın bir örnek vereyim. Biz en son seçimi ne za

Öğretmenim! Niye Ders İşliyorsun?

—Çocuğum! Bak ders anlatıyorum, lütfen dersi dinler misin? Sonra nerede senin defter, kitabın? —Evde kaldı, getirmedim. —O zaman arkadaşının kitabından takip et. Anlatılanları da bir kağıda not al, eve varınca geçersin. —Dersi dinlemek istemiyorum. —Niçin? —Sıkılıyorum. Dışarı çıkıp top oynasak olmaz mı? Ya da film izlesek. —Ders ne olacak? Sonra sen bu okula niçin geliyorsun? —Hep ders ders ders... —Başka ne yapacaktık? —Ben ders işlemek istemiyorum. —Dersi dinlemezsen merkezi sınavlarda başarılı olamazsın. —Niye başarılı olmayayım ki? Ben kendime güveniyorum. —Dersi dinlemeden, çalışmadan bir de kendine güveniyorsun. Evladım! Bu işler çalışmadan olur mu? Milyonlarca insan çalıştığı halde başaramıyor. Sen nasıl başaracaksın? —Ben başaracağım. Öğrenciler boşuna ders dinleyip sınava hazırlanıyorlar. —Başka ne yapacaklardı? —Anlamıyorum sizi ve ders çalışan öğrencileri. Sınav sistemi değişti. Bundan sonra ders çalışmaya gerek yok bence. —Oğlum! Biz de seni anlamıyoruz. Bu

Bu Suçluları Ne Yapalım?

—Efendim! Suç yönünden ne bitek ülkeymişiz böyle! Maden bulmuş gibi deşeledikçe suçlu çıkıyor. Biz bu suçluları ne yapalım? —Sallandırın gitsin! —Ah keşke! Ama idam yasak! Öldüremiyoruz ki! Aslında çözüm o. —Hapse atın, Güneş yüzü görmesin. —Olurdu da hapishanelerimiz tıka basa dolu. Yüzde yüzün üzerinde bir kapasiteyle çalışıyoruz. —O zaman ölmekten ve içeriye girmekten beter yapın, yani sürüm sürüm süründürün. —Nasıl? —Suçlu, kamuda çalışıyorsa görevine son verin, özel sektörde çalışmasına izin vermeyin, çalıştıranı yakın takibe alın, yurt dışına gitmesine izin vermeyin. Suçluya telefon açanı dinlemeye alın, yardım edenin ensesinde pişin. —Faydası olur mu? —Olmaz olur mu? Bu yöntem ölmekten beter yapar onu. Bu durum onun için ha ölmüş, ha yaşamış. Hatta ölmek isterse ölmesine de izin vermemek lazım. Yaşamalı ki her gün ölmeli. —Bu çok insafsızca bir muamele olmaz mı? Bunları kazanmaya çalışsak. —Suç işlemeselerdi efendim! Bunlara merhamet etsek merhamet maraz d

Baba, Ben Siyasete Atılmak İstiyorum!

—Oğlum! Büyüdün artık, ne düşünüyorsun? —Siyasete atılmayı düşünüyorum baba! —Yapma evlat! Siyaset bize göre değil.  —Niye bize göre değil? Yapanlar nasıl yapıyor? Üstelik nimetlerinden faydalanırken ülkene hizmet ediyorsun. —İyi düşünürsün evlat. Siyasete atıldığın zaman en iyisini yapacağına da inanıyorum. Fakat siyaset, ülkeme hizmet edeceğim diye yola çıkan nice insanları yutmuştur. Çünkü bu yola girdikten sonra işleyişi görünce siyasetin kendine hizmet olduğunu görmeye başlıyorsun. Yani evdeki temiz duyguların siyasette yok olup gidiyor. Kusura bakma ama seni kaybetmek istemiyorum. —Niye kaybolacak mışım ki? Niyetim siyasete yeni bir soluk getirmek, farkındalık oluşturmak, işte siyaset böyle yapılır dedirtmek. —Evlat! Bizim ülkemizdeki siyaset adamı bozar. Girme bu yola. Sonra bu ülkede yapılan siyaset değil, politikadır. Siyaset yapılsa eh diyeceğim. —Siyaset ile politika aynı değil mi? —Bugün aynı anlamda kullansak da aynı değil. Bizdeki politikadır. Politika ço

Bir Öğretmen Niçin Yönetici Olmak İster?

—Sana yüz puanlık bir soru. Hazır mısın? —Sınava mı tabi tutacaksın? —Est. Seni konuşturup tecrübenden faydalanmak istiyorum. —İyi. Sor bakalım! —Sorumluluğu çok, fakat yetkisi olmayan bir geçici görev. —Sorumluluğu çok, yetkisi yok... Bu ne demek şimdi? Olur mu böyle şey? Sorumluluk verilmişse yetkisi de olmalı. Yetkisi olmayan sorumluluk ne işe yarar? Bu, neye benzer, biliyor musun? Bir kuşun kolunu, kanadını kırmışsın, haydi uç. Uçamazsan sen bilirsin demektir bu. Böyle bir görev olamaz.  —Var maalesef! —Afrika'da bir ülkede mi bu görev? —Hayır bu ülkede. —Ne olabilir ki? Biraz kopya verebilir misin? En azından meslek grubunu söylerek soruyu bilmeme yardımcı ol. —Öğretmenlik diyelim. —Eğitim uzmanı diyeceğim ama bunlar da ne sorumluluk var, ne de yetki! Bu değil. İl-ilçe milli eğitim müdürü veya şube müdürleri diyeceğim. Bunlarda hem yetki, hem de sorumluluk var. Üstelik geçici görev de değil. —Çok yukarı çıkma, in biraz aşağıya! —Okul müdürü olmasın s

Bir Siyasi Parti mi Kursam Acaba?

—Beklediğin başkan adaylığı gelmediğine göre bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun? —Bir parti mi kursam diyorum. —Parti kurmayı kolay mı sanıyorsun? Tüm Türkiye'de teşkilatlanabilmen için para lazım. Haydi parayı buldun, ekip gerek. Ekibi de buldun diyelim, halkta bir karşılığın olacak mı? Malum yüzde 10 barajı var. —Kolay değil elbet. Siyaset zoru başarma sanatıdır. Biz de sanatımızı göstereceğiz. Ayrıca baraj problemi yaşayacağımızı sanmıyorum. Olursa da sorun olmaz. —Sorun olmaz olur mu? Baraj altında kalınca siyasetin bir anlamı olur mu? —Türkiye yeni sistemle birlikte ittifaklar yapıyor. İrili-ufaklı partiler bir araya geliyor. Bizim parti de ittifakların birinde yerini alır. Bu işe 3-5 vekil ile başlasak fena olmaz. —Buna da tamam diyelim. Seçmenler kutuplaşmış durumda. Her biri takım tutar gibi partisine oy veriyor. Senin partin hangi kesime hitap edecek? —Niyetimiz Türkiye partisi olmakla birlikte kararsız seçmeni kararlı hale getirmektir. Açıkçası partisi ol

Sigarayla Topyekûn Mücadele *

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş yaptığı açıklamada "Bu sene hac ve umreye görevli olarak gidecek din görevlilerini seçerken sigara içmeyenlerin tercih sebebi olacağını, önümüzdeki yıllarda ise sigara içenlerin hac ve umreye görevli olarak götürülmeyeceğini, hatta sınava bile giremeyeceklerini, belki de ileride sigara içenlerin din görevlisi olarak tercih edilmeyeceğini; sigaranın birçok âlime göre haram olduğunu, kendisinin de aynı görüşte olduğunu" söyledi. Yaptığı bu açıklamayla Sayın Erbaş, camiasında sigara içen personelini sigarayı bırakmaya özendirmek istediği anlaşılmaktadır. Başarabilirse doğrusu da budur. Çünkü sigara ile din görevliliği yan yana gelmemeli. Aslında Erbaş'ın sigara konusundaki bu hassasiyeti bir devlet politikası haline gelmeli. Yani sigarayla topyekûn bir mücadele başlatılmalı. Kamuya eleman alımında sigara içmeme tercih nedeni olmalı. Fakat devletten böyle bir şey yapması beklenebilir mi? Şahsen ben beklemiyorum. Çünkü bizim devlet

Geçmişinle Yüzleş! ***

—Efendim demokrasiye falan inanmıyorum artık! —Niye ki? —Kaç nesil geçti, partim bir türlü iktidar yüzü görmedi. Böyle giderse torunlarımın torunları da göremeyecek. Müzmin muhalif olmaya devam ediyoruz. —Çalışmanız yeterli değil demek ki! —Ne alaka? Didinip çırpınıyoruz gece gündüz durmadan. —Partinizin görüşlerini halk tasvip etmiyor olabilir mi? —Tüm haksızlıklara karşı çıkıyoruz. Mesela adalet yürüyüşü yaptım. Bayram-seyran demeden km'lerce yürüdüm. Kim yürür benim kadar. —Ekibinde mi iş yok acaba? —Türkiye'nin en okumuş ekibi, hatta seçmeni de bende. —Halkta karşılığınız yok o zaman. —Efendim! Türkiye'nin kurucu unsuruyuz, biz Türkiye'yiz. Nasıl karşılığımız olmaz? —Güven sorunu olmalı. —Benden güvenilir insan mı olur? Çalmadım çırpmadım. —Halkın değerleriyle aranız nasıl? —Fena değil. Son yıllarda meydan ve salon toplantılarında okumadığım ayet, hadis kalmadı. Cuma ve cenaze namazlarını da kaçırmıyorum. Partimi dönüştürmeye çalışıyor

Tek Giyimlik Elbiselerimiz *

Bir mesele var ki kapalı kapılar ardında dillendirilse de alenen pek konuşulmaz. Zira konuşan yanar. Daha doğrusu yakarlar. Gizemli gizemli konuşma, ağzındaki baklayı çıkar dediğinizi duyar gibiyim. Çıkarırım çıkarmaya. Zira bende bakla ıslanmaz. Ama bu durumda beni yakmış olursunuz. Evlilik ve evlilik aşamalarında adaylardan gelin ve gelin adaylarının giydiklerini konu edinmek istiyorum. Her devirde düğünler masraf mı masraf bu ülkede. Bu işe kalkan sıfırı tüketir. İşin sonunda yeni bir ev kurulacak, masraf olacak elbet. Burada ev kurmak amacıyla çiftin ihtiyaçlarından bahsetmeyeceğim. Bunlar olmazsa olmazdır, alınacak. Benim derdim gelin ve gelin adayının bir defa giyip çıkarıp attıklarıdır. Aslında atılmıyor. Bir defa giyip bir daha giyilmeyecek şekilde gardırop veya çeyizlik sandığına konuyor ve hayat boyu saklanıyor. Sen öbür dünyaya gidersin, bunlar hatıra olarak kalır. Bunlar: Ağız tadında giyilen elbise, nişan elbisesi, abiye, gelinlik elbisesi ve gelinliğin altına giyil

Katoliklikten Protestanlığa Doğru *

Hepimiz biliriz ki bu ülkede boşanma oranları her geçen gün daha bir artış göstermektedir. Çoğu evlilikler başlamadan bittiği gibi bir kısmı da uzatmalarla birlikte bir müddet kör topal ilerliyor, sonra bu tür evlilikler de sona eriyor. Boşananların bir kısmı bir müddet sonra bir daha deneyelim deyip tekrar bir araya geliyor. Fakat bu tür evliliklerin çoğu da devam etmiyor. Allah sonumuzu hayreylesin ama böyle gider, taraflar aklını başına almaz ise yakın zamanda evli hane sayısı mumla aranır hale gelecek. Belki de ileride evliliğini devam ettirenlere "Tebrik ederiz siz evli çiftleri! Şu kadar yıl evliliğinizi devam ettirdiniz" deyip plaketler verir hale gelirsek şaşırmayalım. Evlenip ayrılanların durumuna üzülmekle beraber ayıplamıyor; suç erkekte, yok kadında veya anne babalarda demiyorum. Bir yerde sorun varsa hiçbir sorun tek taraflı olmaz. Tarafların payı vardır bunda. Sadece oranları farklı olabilir. Evliliklerde karı-koca birbirine anlayış gösterip saygıda

Senin Cuma ile Benimki Farklı mı? *

--Allah cumanızı kabul etsin efendim. Sizi buralarda görmek ne güzel böyle! --Allah kabul etsin! --Efendim, size bir soru sorabilir miyim? -- Cumadan sonra bir yere yetişmem gerekiyor. İşim acele. Sor hemen. --Sosyal medyadaki cuma mesajınızı gördüm dün akşam. Maşallah ne çok beğenip yorum yapanınız var böyle. --Evet öyle. --Mesajınızın bu kadar ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz? --Cuma Müslümanların bayram günüdür. Elbette ilgi ve alaka görecek. --Efendim, ben de Müslümanların bayramı diye mesaj paylaşıyorum. Beğenip yorum yazan bir elin parmaklarını geçmiyor. --Yazmasını bilmek lazım, bir de çevre meselesi… --İyi de efendim! Bazen sizin cümlenizi aynen paylaşıyorum. Yine ilgi yok. Bak gördüğün gibi sizinle aynı camide, aynı safta cuma kıldık. Çevreyse benim de çevrem fena değil, sizinki kadar olmasa da. Üstelik sayfanda ortak arkadaşlarımız var. Merak ediyorum sizin cumayla benim cuma farklı mı? Yoksa ilgi cumaya mı, statüye mi? --Ne alakası var efendim! --İ

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı(3)

Sahil kenarında beş yıldızlı bir otelde üç günlük bir seminere çağrıldım. Katılım yine zorunlu. Yeme, içme, barınma ve yol masrafları sponsora ait. Okulların açıldığının üçüncü günü öğrenci ve öğretmen okula giderken biz aynı ilden iki yüz kadar yöneticiyle sahile gidiyorduk. Eğitim ve öğretimi beş yıldızlı otelde kurtaracaktık. Firmanın temin ettiği otobüslere doluştuk, çıktık yola. Hareket noktamızdan 150 km kadar gitmiştik ki otobüsümüz arızalandı. Yeni bakımdan çıkmış otobüs dayanamadı bizim yükümüze. Aklı, iradesi ve vicdanı olmayan otobüs, sizin gittiğiniz bu seminerden ben memnun değilim arkadaş diyordu sanki. Doğru dürüst telefonun çekmediği mesken mahalin olmadığı uçsuz bucaksız bu yerde hizmette sınır tanımayan firmamızın harekat noktamızdan gönderdiği otobüsün gelmesini saatlerce bekledik. Önden giden diğer partnerlerimizden 4-5 saat gecikmeli olarak otelimize intikal ettik.  Akşamında başlayan seminer, diğer günlerde sabahtan akşama yoğun bir şekilde devam etti

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı(2)

Bir okulda yönetici olarak çalışırken beş yıldızlı bir otelde yemekli bir toplantıya davet edildim. Sadece ben değil, şehrimdeki 40-50 kadar okul da var davetliler arasında. Davet dedimse zorunlu davet bizimkisi. Önce telefon açtılar, sonra davetiye gönderdiler, ardından milli eğitim müdürü imzalı "katılım zorunlu" yazısı geldi. Gönülsüz de olsa çağrıldığımız otele gittim. Masalar yemek servisi için hazırdı. Oturdum, başkaları da oturdu yanıma. Oturanların çoğu, toplantılardan tanıdığım yüzler idi. Arkadaşlar, bu yemeği kim veriyor dedim. Ses gelmedi. Sorumu tekrarladım. Biri "Proje karşılığı" dedi. Ne projesi, yemeğin projesi mi olur, sonra niçin bu yemek  devlete ait bir kurumda, mesela öğretmenevinde değil de beş yıldızlı bir otelde yapılıyor? Haydi yapıldı. Niçin yemekli? Pekala ben evimde karnımı doyurduktan sonra bu toplantıya gelebilirdim, dedim. "Kurumlar kendi arasında bu şekil projeler geliştirerek aralarında birbirlerine sponsor oluyor" ded

Yapılan İyilik Unutulur mu? (2)

Öğretmenliğe başladığımın 2.yılı. İdealist bir öğretmeniz o yıllar. Öğretmenlerimizden gördüğümüz gibi gramla not verdiğim dönemler. Yıl 1993 veya 94. Bir İHL'de öğretmenim. Lise 3.sınıflardan bir sınıfın Arapça derslerine giriyorum. Lise 3'ün Arapçası da diğer sınıflara göre daha zor.  Girdiğim 11 A sınıfı diğer sınıflara göre başarılı öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir sınıftı. Bir öğrencim var, Arapçası iyi idi. Herkes zorlanırken yaptığım üç sınavda hep 10 almıştı. (Onluk sisteme göre) Sözlüsüne de 10 vererek dönem notu 10 düştü. Bu notu da hakkıyla aldı. Yani ben vermedim. İkinci dönem başladı. İlk dönemde derse katılan ve her sınavda 10 üzerinden 10 alan öğrencim, ikinci dönemde derse katılmayı bıraktığı gibi sınavlardan da 7'nin üzerinde not alamadı veya almadı. Çünkü dersi tamamen bırakmış ve hazırdan yiyordu. İkinci dönem sonuna yaklaştık. Sözlüleri vereceğim. Sözlü notunu verirken de yazılıları göz önünde bulunduruyoruz elbet. Derse katılana yükse

Yapılan İyilik Unutulur mu? (1)

Lise üçüncü sınıftayım. İlk yazılıların tarihleri ikisi dışında bir bir açıklandı. Sınavlara çalışmaya bugün başlarım, yarın başlarım derken yazılı haftası geldi çattı. Tarihi açıklanmayan iki dersin öğretmeni sınıfa gelerek salı gün sınav olduğumuzu duyurdu. Pazartesi gününe konmuş iki sınavı olduktan sonra akşamında dalı günü yapılacak sınavlara çalışayım diye oturdum. Bir günde üç sınav var. Hangi birine bakacaksın? Son güne bırakırsam olacağı buydu. Ne yapayım, ne edeyim derken kendimi ikna edecek bir fikir belirdi zihnimde: Ramazan, sen üç derse birden bakarsan içinden de zayıf alırsın, en iyisi ikisine çalış, diğerini bırak. Bu yol ile en azından iki dersten yüksek not alırsın. İyi de hangisini bırakayım? Zor olanını bırak. Çünkü sadece bu zor derse baksan, zaten bu dersi halledemezsin. Bu ders de benim için Biyoloji dersi idi. Öyle yaptım o akşam. İsimlerini unuttuğum iki derse çalıştım. Biyolojinin yüzünü açmadım. Benim için canıma minnet idi. Çünkü bu ders sayısal bir der

Ben Hala O Kimseyim. Ya Sen? *

"Eski tarihlerde bir medresede okuyan üç idealist arkadaş varmış. Medreseden mezun olduktan sonra nerede ve hangi işte, hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile irtibatı kesmeyeceklerine, doğru yoldan, adalet ve hakkaniyetten ayrılmayacaklarına, İslâm davasına hizmetten asla geri durmayacaklarına dair söz vermişler. Fakat o dönemlerde iletişim araçları yetersiz ve sınırlı olduğundan, sonraki yıllarda karşılaşmaları halinde birbirlerini tanımakta zorluk çekmemeleri için aralarında bir şifre belirlemeye karar vermişler. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar: “Ben O’yum!” Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idealist dava arkadaşının her biri bir köşeye savrulmuş: Biri müderris (hoca), diğeri tüccar, bir diğeri de mutasarrıf (vali) olmuş. Tüccar şehir şehir dolaşırken bir şehirde arkadaşının mutasarrıf olduğunu öğrenmiş ve hemen kadim dava arkadaşını ziyaret ve tebrik etmek istemiş. Lakin güvenlik ve bürokrasi çarkını aşmak kolay olmamış. Görevlilere kendini ta

Yalnızsın Bey Baba! ***

—Allah'tan isteyip de elde edemediğin, hayal edip de gerçekleştiremediğin var mı? —Yok elhamdülillah! İstemediğimi ve hayal edemediğimi de verdi. Görmediğim zirve kalmadı desem yeridir. Hala ayakta ve zirvedeyim.  —Her insana nasip olmayanı Allah sana bahşetmiş. Çevren de çok genişlemiştir, dostların çoğalmıştır. Bu durumda sırtın yere gelmez desene. —Çevrem geniş, sevenlerim çok, düşmanlarım da. Hatta benim için ölüme koşanlar bile var. Gördüğün gibi sırtım da yere gelmiyor. Çevrem de kalabalık.  —Daha ne istersin? Şükret haline! —Şükür de, yalnızım. —Az önce sevenlerin çok etrafım da kalabalık demiştin. —Orası öyle de yine yalnızım. —Desene kalabalıklar içerisinde yalnızsın. Niçin yalnız kaldığını en iyi sen bilirsin o zaman. Şayet bilemiyorsan birlikte baş koyduğun yoldaşlarına sor. Çünkü kişiyi en iyi yola çıktıkları bilir. —Bilemedim ki! Onlar yok şimdi etrafımda.  —Niçin, ne yaptılar da seni yalnız bıraktılar? Ya da sen mi onları bıraktın? —Ben hiç on