Ana içeriğe atla

Olması Gerekeni Söylediğimden Kimse Memnun Kalmadı (1)


Kardeşler arasında mal paylaşımı olmuş, kızlara bağdan bir pay düşmemiş. Kız kardeşlerinin talebi üzerine iki kardeş, kendilerine düşen bağı kız kardeşlerine hibe ederler. Gel zaman git zaman iki erkek kardeş kız kardeşlerine verdikleri bağın kuruyan ağaçlarının bir kısmını keserek kışlık odun ihtiyaçlarını giderme yoluna giderler. Kız kardeşleri bu durumu öğrenince "Ağa! Hani bu bağı bize vermiştiniz, ağaçlarını niye kestiniz" derler. Bu şekilde aralarına kırgınlık girer.

Bu durumu bana anlatan kimse kız kardeşlerine veryansın ediyordu. Dinledikten sonra "Keşke aranıza kırgınlık girmeseydi. Ayrıca bağın odunlarını da kardeşlerinize haber vermeden kesmeniz uygun düşmemiş" dedim. Bana "O bağ zaten bizimdi" dedi. Tamam sizindi. Ama siz o bağı kardeşlerinize bağışlamıştınız. Bağışlarken "Kardeşlerim, bağı size veriyoruz ama bağın etrafında bulunan ağaçların kurumuşlarını kesip odun yapacağız" dediniz mi dedim. Hayır dedi. O zaman bu yaptığınız doğru olmamış, kız kardeşleriniz itiraz etmede haklı deyince "Sen kimi tutuyorsun, onları mı yoksa beni mi" diyerek kızdı bana.
*
Gurbette görev yaparken birlikte oturup kalktığımız, muhabbet ettiğimiz iki arkadaşın arasına yok yere bir kırgınlık girdi. Daha doğrusu bir tanesi diğerine ait mahrem kalması gereken bir konuyu geldi bana açtı. "Bu durumu ona söyleyelim" dedi. Kendisine, asla! Bu, ailevi bir meseledir. Kimse ailesiyle ilgili bir konunun başka ortamlarda konuşulmasından hoşlanmaz. Bu konuştuğumuz da burada kalsın, hiç konuşmamış olalım dedim. Bana tamam dedikten sonra bu arkadaş gider, diğer arkadaşa: "Biz Ramazan ile konuştuk. Mesele böyle böyle! Eşinize şu konuda bizim eşlerimiz yardımcı olacak" der. Ailevi meselesi gündeme gelen arkadaş haklı olarak üzülmüş, bana da konuşmuşsunuz aranızda diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Kendisine durumu izah ettim. Mesele böyle böyle oldu dedim.

Ardından ailevi meseleyi eşinden habersiz benim yanımda açan arkadaşın yanına gittim. Çünkü araları açılmış ve küsmüşlerdi. İki küsün arasında ben kalmıştım. Aralarını düzeltmeye çalışmak da bana kaldı. Zira üzerime vazife olmasa da, ne halleri varsa görsünler demem, kendimce arabuluculuğa soyunurum. Çünkü adı üzerinde arkadaşız. Arkadaşlar arasında kırgınlık olmuşsa bunları tanıyan üçüncü şahıslara kendiliğinden vazife düşer. En azından ben böyle bilirim. Arkadaşa, falan arkadaşla ilgili bana  açtığın konuda sana "Bu mesele ailevi bir konu. Asla açılmaz. Yanlış yaparsın. Beni de bu işe karıştırma. Bu mesele de burada kapansın" demedim mi dedim. Evet dedin dedi arkadaşım. O halde niye gidip konuyu açtın dedim. İnsaniyet namına yaptım dedi. Madem bir insanlık yaptın, bu insanlığına niçin beni alet ettin, bu konuda yanlış yaptın. Elan arkadaş bana kırgın, sana da kızgın ve küs. Sizi bir araya getireyim, o arkadaşın gönlünü almalısın dedim. Hata ettim, özür dilemeliyim, konunun bu noktaya gelebileceğini düşünemedim diyeceği yerde "Sen niçin o arkadaşı tutuyorsun" demez mi? Onca iyi niyetime ve olabileceği daha önceden kestirmeme /hatırlatmama ve arabulucu rolüme rağmen "Sen niçin onu tutuyorsun" sözü beni yedi, bitirdi. Zira sözün bittiği yerdi. Küsmedim ama hemen kendisine mesafe koydum.
*
28 Şubat süreci yaşanmış, eğitim ve öğretimde en büyük darbeyi İHL'ler nezdinde meslek liseleri yemişti. Çünkü katsayı denen bir ucube hemen uygulamaya konmuştu. Çalıştığım İHL ve diğer İHL'lerde öğrenci kaçışı başlamış, yeni öğrenci akışı da minimuma inecekti. Böyle bir ortamda okul müdürü bizi topladı: "Arkadaşlar! Bayram sabahı camilere dağılalım, vaaz ve hutbe verelim. Halk bizi ve İHL'leri seviyor, okulumuza yardım talebinde bulunalım. Halen eğitim gördüğümüz binanın diğer katlarının da inşaatına başlayalım" dedi. 20 kadar meslektaşımdan birkaç kişi konuştu, iyi olur, çıkalım, yardım toplayalım dedi. Diğerleri sükut ikrardandır sadedinde sessiz kaldı. Bunun üzerine söz aldım: Sayın hocam! İyi, güzel düşünmüşsünüz de bize bundan sonra öğrenci akışı duracak, mevcut potansiyelimizi korusak iyi. Bu seneden başlayacak şekilde nakil gidenlerle birlikte önümüzdeki öğretim yılında ikili öğretimden normal öğretime geçeriz. Hatta boş sınıflarımız bile olur. Biz bu binanın üstünü tamamlarsak karşımızda bizim binamıza göz diken okullar var, yarın gelir, diğer binamıza çökerler. Böyle bir durumda inşaata kalkışmayı ve bunun için para toplamayı uygun görmüyorum dedim. Bu sözlerim üzerine yardım toplamayla ilgili oluşan olumlu hava olumsuza dönüştü. Yardım ve inşaat işi kaldı. Müdür, siz sıcak bakmasanız da ben müftü ile görüşüp okulumuzla ilgili yardımı toplatırım" dedi, toplantı soğuk havayla sona erdi.

Müdür bey, yaptığım konuşma üzerine bazı meslektaşlarıma "Bu Ramazan Hoca, niçin böyle konuştu, ne oldu buna? Kendisine hiç yakıştıramadım" demiş. Keşke bunu yüzüme karşı söyleseydi. Sonraki günlerde bana mesafeli oldu müdürümüz.

Yaz tatilini bitirip okula dönüş yaptığımızda eski binadaki İHL tabelasının kaldırılıp yerine Anadolu Lisesinin tabelasının çakıldığını gördüm. Aynı bahçe içinde iki okul eğitim ve öğretim yapmaya başladı.

Size başımdan geçen sadece üç anekdot anlattım. Daha niceleri var bu şekil. Sonucu ne olursa olsun, samimi görüşlerim doğru bile olsa/çıksa kimse sözlerimden memnun kalmadı. Şekil A, B, C'de görüldüğü gibi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde