Ana içeriğe atla

Başkan Adayları Üzerine ***


Ülkede parti sayısını ikiye indiremedik ama iki parti etrafında ittifaklar yapa yapa sonunda bu ülke de iki partiye ineceğe benziyor. İttifak yapan partiler bir araya gelerek sen şurada benim adayımı, ben de şurada senin adayını destekleyeyim işbirliğini yaptı, yapmaya devam ediyorlar. İl il, ilçe ilçe ülke parsellenerek yapılan ittifaklar sayesinde ülkede seçim kazanma ve en fazla belediye başkanını çıkarma yarışına girdiler. Anlaştıkları yerlerin belediye başkan adaylarını açıklıyorlar, bazı yerlerin adaylarını duymamız eli kulağında.

Partilerin bu zorunlu evliliğine seçmen ne diyecek, bunu da seçim sonuçları gösterecek. İttifaklara da bir şey demiyorum. Zira siyaset ülkeyi yönetme sanatıysa bunun en güzel yolu partilerin asgari müştereklerde buluşması, anlaşması ve istişare etmesi gerekir. Gönül ister ki seçimi kazanma amacıyla bir araya gelebilen partilerin tek çatı altında birleşip tek parti olmaları. En azından seçmen uzun oy pusulalarından kurtulmuş olur.

Burada niyetim ittifakları konu edinmek değil. Değinmek istediğim husus açıklanan veya açıklanacak başkan adayları üzerine genel bir değerlendirme. Çünkü parti kadar açıklanan adaylar da önemli seçmen için. Partiler de bunu biliyor olmalılar ki aday belirlemede kılı kırk yarıyor, kapalı kapılar ardında şu mu olsun, bu mu olsun, şunla mı kazanırız, bununla mı hesabı yapıyor. Aday konusunda ser verip sır vermiyorlar. Tüm adaylar açıklanıp meydanlara indikleri zaman aday belirlemedeki kıstaslarının ne derece isabetli olup olmadığı, oda ve mahfillerde yaptıkları hesabın tutup tutmayacağı seçim akşamı ortaya çıkacak. 

Siyasetten uzak biri olarak şunu söyleyebilirim ki partilerin işi bu seçimde ve bundan sonra daha zor. Zira hiçbir il, ilçe partiler için çantada keklik değil. Eğer seçmen nezdinde karşılığı olmayan biri aday yapılmış, nasılsa bizim seçmenimiz adaya değil bize verecek hesabı güdülerek bir aday dayatılmışsa partiler kusura bakmasın, seçmen buna eyvallah demeyecektir. Aday tercihini ve partisini gözden geçirecektir. Belki de tepki olarak bir başkasına verecek, belki de sandığa gitmeyecek. Giden de belki son kez kerhen oy verecek. Bir yerde seçim kazanılsa bile belki bıçak sırtında kazanılacak veya önceki seçimlerde alınan oyların altına gerileyecek. Niçin böyle düşünüyorum? Çünkü seçmenin çoğu, ilindeki veya ilçesindeki adaydan memnun değil, adayın seçmen nezdinde karşılığı yok diye düşünüyor. Artık seçmen, liderimin bir bildiği vardır diye düşünmüyor. Kendisinin hesaba katılmadığını düşünüyor. 

Öyle zannediyorum, bu seçim sonuçları parti lider ve kurmaylarını seçim sonrası  nerede hata yaptık diye kara kara düşündürecek ve seçmene rağmen aday belirlenemeyeceğini anlayacaklardır. Partiler bunu göremiyor ve düşünemiyorsa kusura bakmasınlar, bu işi yapmasınlar. Çünkü seçmenin şakası yoktur, kendisinin hesaba katılmamasının cezasını -ucunda partisi kaybedecek bile olsa- verir. 

*** 19.01.2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde