Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Eskimez Eski Dostlar! *

Hani denir ya, üç çeşit arkadaş unutulmaz diye: Asker arkadaşı, hapishane arkadaşı ve okul arkadaşı. Çünkü birlikte üzücü ve mutluluk veren anılarınız çoktur. Aynı havayı, aynı ortamı solumuşsunuzdur birlikte. Beraber ağlayıp beraber gülmüş, aç-susuz kalmış; ekmeğinizi paylaşmışsınızdır. Ömrünüzün en enerjik, en hareketli, en heyecanlı dilimi bu tür arkadaşlarla  geçmiş ve birbirinize karşı sırlar da vermişsinizdir. Vatani görevinizi yapmışsanız asker arkadaşınız, cezaevine girmişseniz (Allah kimseye göstermesin) hapishane arkadaşınız, okumuşsanız okul ve sınıf arkadaşınız olmuştur. Orta birinci sınıf öğrencisi olarak 1979 yılının Eylül ayında Hacı Veyiszade Talebe Yurdunun 1.katında ince uzun, dikdörtgen şeklinde bir sınıfta kesişmişti yollarımız 66 kişiyle. Geriye dönüp  baktığımda orta birinci sınıfta birlikte okumaya başladığımız sınıftan  51 fire vermişiz. Kimi sınıf tekrarına kalmış, kimi okulu bırakmış, kimi  nakil gitmiş, kimi de nakil gelmiş. Lise 2.sınıfta bir başka sı

Camilerimizdeki avizeler

26/08/2016 günü gazetelerde yer alan habere göre: "KAYSERİ'de cuma namazı öncesi caminin avizesinin cemaat üzerine düşmesi sonucu ilk belirlemelere göre 11 kişi yaralandı." Buna biz görünmez kaza deriz. Kimin aklına gelirdi ki, camideki avize cemaatin üzerine düşecek diye. Öncelikle Kayserililere ve yaralananlara geçmiş olsun diyelim.  Yaralanan sayısı sadece 11 kişi olduğuna göre cemaatin iyice dolmadığı vakit olsa gerek. Avizenin caminin tam ortasında olabileceğini düşünürsek bu görünmez kaza bir de cemaatin iyice dolduğu esnada olsa öyle zannediyorum yaralı sayısı daha fazla olabilirdi. Bereket ölen kimse yok. Zaten bu üzücü olayın sevindirici yönü de bu. Bu üzücü olayı bir başka açıdan ele almak istiyorum. Bir defa sade olması gereken camilerimiz aşırı lüks. Oldum olası o görkemli ve güzel görünen, camiye ayrı bir renk katan avizeler bir düşse ne olur diye düşünürdüm. Çünkü öyle büyük avizeler var ki düşme riski her zaman için vardır. Büyük görüntüsüne göre a

Yumurta küfesinden kurtulmak

Öğretmenliğe dönenler kervanına ben de katıldım. 13 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra memlekete gelmek bahanesiyle 24/01/2005 tarihinde başladığım müdürlük görevim 23.06.2014 tarihinde çıkarılan kanunla sona ermiş iken 05.12.2014 tarihinde 10.köy olarak Kaşınhanı İHO'da yeniden başlayan görevlendirme müdürlük serüvenim  15.07.2016 tarihi itibariyle kendi göbeğimi kendim keserek, kendi isteğimle sona ermiştir. Sevapsa 11 yıl yaptım bu görevi. Günahsa daha fazla günaha girmeyeyim. Sevap-günahı biraz da başkası kazansın. Son 1.5 yıl birlikte çalıştığım özverili  mesai arkadaşlarıma, desteğini esirgemeyen Kaşınhanı mahallesi veli ve sakinlerine, gelecek vadeden öğrencilerime, ilgi ve alakasını esirgemeyen ilçe yönetici ve personeline teşekkür ederim. Yeni görev yerim 11.köy olarak Mehmet Beğen Ortaokulu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği..

Sinyal özürlüler

Araba kullanıyorsanız başınıza gelmiştir. Tali yoldan gidişli-gelişli ana yola geçmek için yolun sağını solunu kontrol ederek dikkatli geçmek esastır. Yolun önce soluna sonra sağına bakıyorsun. Soldan gelen araç var. Trafikte kuraldır ana caddeden geçen aracın geçmesini beklemek. Sen içinden adam geçiverse de sağ taraftan gelen araç yok, hemen geçerim diye  nizami bir şekilde sabırla beklersin. Bizim hanım evladı, senin beklediğini göre göre sürmesine devam eder ve sinyal vermeden senin çıkmak için beklediğin tali yola döner. Sinyal mi ne gezer! Sen bu insan evladına içten içe kızmaya başlarken diğer taraftan araçlar ardı arkasına sökün eder artık. Böylesi bencilliğe, öküzlüğe, aymazlığa pes doğrusu!

Bundan sonra sen düşün müdürüm!

22.07.2016 tarihi itibariyle deruhte ettiğim okul müdürlüğü görevini bırakarak öğretmenliğe başlamak için atamamın yapıldığı okula gittim. Personel nakil belgemi verdim. Uygun olan bir yere oturdum. Göreve başlama yazısını yazan müdür yardımcısını seyretmeye başladım, ikram edilen çayı yudumlarken. Elleri tuşta, gözü ekranda bana sorup benden aldığı cevapları yazmaya çalışıyordu. Ben çayımı sıcak sıcak içerken yardımcının soğumaya tutmuş çayı içilmeyi bekliyordu. Koltukta oturanın evrakı yetiştirmek için gösterdiği çaba ve stresini gördükçe misafir koltuğunda oturmanın konforunu yaşadım. O, bilgisayara abandı, bense kasaldım. Dünya varmış dedim kendi kendime. Çayımı içip çocuğumun TEOG tercih işini yaptırmak için diğer yardımcının yanına vardım. Mübareğin başını kaşıyacak zamanı yok. Çünkü biri tercih yaptırıyor, diğeri sırada bekliyor. İstişare yapmak isteyenlerin, soru soranların haddi hesabı yok. Müdür ise amir olmanın gereği yazın sıcağında takım elbise ve kravatıyla resmi

Gözümüz aydın! Bizim de nur topu gibi teröristlerimiz var artık!..

Mizah sever bir arkadaşımın hacı arkadaşlarıyla oturması bazen milli maça denk gelirmiş. Maç esnasında milli takımda yabancı futbolcu olur mu diye sorarmış. Hac refikleri: "Oldu mu hocam şimdi yaptığın. Bu milli maç. Milli maçta yabancı olmaz" şeklinde cevap verirlermiş. Bizimki muzipliğine yine bir başka oturmalarında devam eder.  Bu milli maçta yabancı var mı diye tekrar sorduğunda: "Şimdi var artık. İşte şu gördüğün futbolcu yabancı. Türk vatandaşı oldu" diye Mehmet Aurelio'yu gösterirler. Eskiden milli maçlarda sadece o ülkenin futbolcularından seçme yapılırdı. Sonraları yabancıların da Türk vatandaşlığına geçmeleri sonucunda artık milli maçlarımızda da yabancılar görev almaya başladılar. Bu konu nereden aklıma geldi? Ben de eskiden Müslüman adam öldürmez. Çünkü yüce kitabımız, adam öldürmeyi yasaklar. Kazara bir Müslüman birini öldürmeye kalksa hemen pişmanlık duyar, öldürmek istediğini kendi arabasıyla hastaneye götürür diye düşünür ve bu şekilde

Dikkat! Ortalık kuzu postuna bürünmüş kurtlarla dolu *

Bugün yazıma  Mehmet TEZKAN’ın 11/08/2016 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan “FETÖ’de 17/25 kriteri” başlıklı yazısında anlatmış olduğu bir hikaye ile başlamak istiyorum: Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır. Ve ona sorar: “Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?” Derviş kendini savunur: “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.” Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve: “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?” der. Kuş kendini savunur: “Efendim, ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez diye düşündüm, kaçmadım.” Hz. Sü

Trafikte insan manzaraları

Trafik demek sabır demektir. Çünkü sorunlar yumağıdır Türkiye'de. Arabanız varsa trafiğe çıkmış olmalısınız. Çıktıktan sonra türlü türlü sürücü ile karşılaşmış olmalısınız. Bu yazımda özellikle Konya'da sürücülerle ilgili gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Kendi sürüşümle ilgili gözlemlerimi aktaramıyorum. Çünkü her konuda olduğum gibi bu konuda da sütten çıkmış ak kaşığım(!) -Hız sınırına riayet etmeyen, gerektiğinde makas atan, durmadan selektör yapan ve korna çalan, ölümüne araç süren tabakhane yolcuları... -Sol şeridi kimseye vermeden hız sınırının altında trafikte ağır ağır giden, aracını da sağa çekmeyen ardındaki sürücünün tansiyonunu tavan yaptıran ağır canlı sürücüler... -Kavşaklarda kırmızı ışık yandığı zaman döneceği yere göre yanlış yerde durup yeşil yanınca ters yöne dönmeye kalkan sürücüler... -Yeşil yanınca ışığın sadece kendisine ait olduğunu kabul edip kalkmamak için direnenler. -Kırmızı yanmasına rağmen ışığa riayet etmeyip geçip gidenler... -Kavş

Bana öyle bir peygamber anlatın ki bana örnek olsun!...*

Toplum olarak genelde   -bize sorumluluğumuzu hatırlatmayan- hikayemsi  bir dini seviyoruz, dinin gizemli dünyası ilgi alanımıza giriyor, Kur'an'da bulunan muhkem ayetlerden ziyade birden fazla anlama geldiği için yoruma ihtiyaç duyan müteşabih ayetlere ilgi duyuyoruz. Konu olarak da İsa-Mesih, mehdi, müceddit... gelecek mi? Cinler alemi, şefaat, mucize, gaybın bilinmesi, cin... gibi konular  hep gündemimizdedir. Peygamberimizi anlatırken de hep ön planda mucizelerini ele alıyoruz. Ayı nasıl ikiye böldüğünü, çocukken kalbinin nasıl temizlendiğini, hicret esnasında örümceğin nasıl ağ ördüğünü, kuşun nasıl yuva yaptığını, Süraka'nın atının nasıl sürçtüğünü, ticarete gittiğinde Güneş'ten korunmak için bulutun nasıl gölge yaptığını...vs anlatır dururuz. Sorarım size: Bu şekil anlatılan bir peygamber bizim için örnek olur mu? Bilelim ki Peygamberimizin en büyük mucizesi Kur'an-ı Kerimdir. Tüm asırlara hitap eder ve etkisi devam etmektedir. Mucizevi peygamberin

Ne olacak bu ilahiyatçıların hali?

Dini bir yapılanma olarak bilinen bir yapının yıllardır kazandığı müktesebatı 15 Temmuz'da elinin tersiyle bir çırpıda itmesi sonucunda şimdi çoğu kimse ilahiyatçılara kızıyor; toplumdaki görevlerini yerine getirmediler, doğruları anlatmadılar, sorumlulukları büyük diye. Bir ülkede işler ters gitmeye başlayınca ilk işimiz,  sorumlu ve suçlu avına çıkarız. Tabii kendimize dokunmadan egomuzu ve içimizi rahatlatmaya çalışırız. Bunun adı suçu başkasına yamamaktır. Şunu bilelim ki bir yerde işler sarpa sarmışsa birbirimizi suçlamayı bırakıp, gözümüzü bir başkasına kaydırmaktansa kendi kendimize öz eleştiri yapıp ben bu süreçte ne yaptım, ya da ne yapmadım da başımıza bu geldi şeklinde düşünmemiz lazım. Çünkü bu ülkede yaşayan herkes bir makinenin dişlileri gibiyiz. Bir yerde bir aksama meydana gelmişse sorun arızalanan yerde olabildiği gibi bir başka yerdeki ihmalden de kaynaklanabilir. Ben burada ilahiyatçıları ele almak istiyorum. Çünkü çoğu kimse ilahiyatçıların iyi bir model o

Gökgörmediğin böylesi

Gökgörmedik kelimesini hiç duydunuz mu? Belki duymamış olabilirsiniz. Çünkü TDK'ya baktığımızda böyle bir kelimeye rastlanmıyor. Bu kelime Konya yöresinde kullanılan bir kelime. Belki başka bazı yörelerde de kullanılıyor olabilir. Kelimenin anlamına baktığımız zaman "Açgözlü, obur, görgüsüz, sonradan görme, aptal anlamlarına gelmektedir. Bu kelime Konya bölgesinde "Görgüsüz, sonradan görme" anlamlarında kullanılmaktadır. Belki biraz ayıp kaçacak ama yine Konya yöresinde bu sonradan görmeler için: "Allah gökgörmediğe bir oğlan çocuğu vermiş. Adam seveceğim diye çocuğunun ç...nü çekip atmış" denir.  Hoppala! Oldu mu ya böyle bir örnek diyebilirsiniz. Cümle abes de olsa konuyu anlatabilmek için mecbur kaldım maalesef. Dün akşam  Gaziantep'te bir kına gecesi kana bulandı biliyorsunuz. 51 masum hunharca katledildi. 69 da yaralımız var. Düğün, kına, nişan gibi programlar bizim mutluluk günlerimiz iken bir anlık mutluluk çok görülerek kınayı kanla yaktılar

Sahte Bir Evlat ile Kırk Yıl

Çocukluğumda Yıldız KENTER, Hulusi KENTMEN, İzzet GÜNAY ve Selma Sar'ın başrollerini paylaştığı 1964 yapımı bir Türk filmi izlemiştim. İçeriği aklımda fakat başlığı bir türlü aklıma gelmemişti. Sonunda  internet marifetiyle filmin adını bulabildim:  “Ağaçlar ayakta ölür.” İyi bir izleyici olsam da anlatmayı pek beceremem. Aklımda kaldığı kadarıyla film: “ Oğul ve gelinini trafik kazasında kaybeden bir anne ile babanın konaktaki yaşantılarını ele alır. Evlatlarından geriye kalan torun yaramaz mı yaramaz. Torun bir gün yaptığı hırsızlıktan dolayı bir tokat yiyince evi terk edip ABD’ye gider. Yıllarca torun hasreti içerisinde yanıp tutuşan büyükanne Yıldız KENTER içine kapanır ve sağlığı bozulur. Eşinin durumuna üzülen Hulusi KENTMEN bir müddet torununun ağzıyla mektuplar yazarak eşini mutlu etmeye çalışır... Bakıyor ki hanımı sahte mektuplarla mutlu oluyor, oyunu devam ettirmek ister: İntihar etmek üzere olan bir kızı kurtarır, onu yaramaz torununun hanımı olması için ikna ed

Kahvaltı düşmanı çalışanlar

Türkiye'nin büyük bir çoğunluğu 08.00-17.00 arası çalışan bordro mahkumudur. Giriş ve çıkış saatleri olan milyonları geçen öğrencimiz var. Acaba öğrenci ve çalışanlar arasında kaçta kaçı evden ayrılırken kahvaltı yaparak çıkıyor? Bu konuda yapılmış bir araştırma var mı bilmiyorum. Kimin kahvaltı yapıp yapmadığı beni ilgilendirmez. Kimseye de kahvaltının faziletleri hakkında bahsedecek değilim. Gözlemlerime göre bu ülkenin çalışanlarının ve okullu öğrencilerinin ekseriyeti her sabah kahvaltı yapmadan apar topar yollara düşmektedir. Kimi yolda gördüğü bir simitçiden veya simit sarayından aldığı simit, poğaça ile atıştırarak kahvaltısını yapmaktadır. Bazısı yolda, bazısı araçta, bazısı da işyerine vardıktan sonra işine başlamadan önce kahvaltısını yapmaktadır. Öğrenciler ilk teneffüste kantin önünde sıraya giriyor. Kalabalık içinde kahvaltılığını alacak ve öğretmen derse girmeden iyice çiğnemeden abur-cubur 3-5 dakika içerisinde, bulduğu bir köşede yiyebildiği kadar yiyecek. Yiye

Paralelcileri yanlış yerde aramayalım...*

Fıkra sever misiniz bilmem.  Sevsek de sevmesek de hayatın bir parçası. Hayatın içinden yaşadığımız bazı enstantaneler fıkra olup çıkıyor bir müddet sonra. Fıkra deyince hemen akla Nasrettin Hoca gelir. Önce fıkrayı anlatıp sonra sadede gelelim: Sokak lambasının ışığında bir şeyler aradığını gören komşuları Hoca'nın yanına gelerek ne aradığını sorarlar. Hoca: "Anahtarını kaybettiğini" söyler. Komşuları da başlarlar anahtar aramaya. Bir türlü bulamazlar. Biri: "Hocam iki saattir kaybettiğin anahtarı arıyoruz, bir türlü bulamadık. Sen anahtarı burada düşürdüğünden emin misin" diye sorar. Hoca: Başka bir yerde düşürdüğünü söyler. Adam tekrar: Be Hocam! Başka yerde düşürdüğün anahtar burada aranır mı" deyince Hoca: "Anahtarı düşürdüğüm yer göz görmez karanlık bir yer, burası ise aydınlık" diye cevap verir. Fıkra bu ya, Hoca'nın başına gelmiş mi gelmemiş mi bilemem. Fakat fıkraların günümüzde cereyan eden bazı şeylere ışık tuttuğunu söy

"Ben demiştim"ciler

Ne zaman bir olay olsa hemen orada biter 'Ben demiştim'ciler. Etrafımızda bu tiplerin sayısı da az değildir.  Sanırım "Ben sizden daha ileri görüşlüyüm, bu işin böyle olacağını biliyordum, ama o zaman kabul etmediniz" demek isterler. Bazı insanların basireti, feraseti, ön görüsü olayların sonucunu görmüş olabilir. Güzel bir şeydir  daha önce dediği bir görüşünün haklı çıkması. Güzel olmayan "Ben demiştim" sözüdür. Keşke görüşü ortaya çıkandan önce  başkasının: "Arkadaş! Sen bunu demiştin, görüşün isabetli oldu, seni tebrik ederim" demesidir. Eğer demediyse demek ki söylediğin sözün tesiri olmamış karşı tarafa. Ya da görüşünü daha iyi anlatamamış olmalı. Belki de biri gelip "Sen demiştin" diyerek hakkı teslim edecektir. Ama daha adam ağzını açmadan "Ben demiştim" diyerek havamızı atıyoruz. Şunu bilelim ki "İnsanların anlayabileceği şekilde konuşmak" lazım. Yine insan karşı tarafın anladığı kadardır. Bir başka daha t

Kimin kim olduğunu en iyi nereden öğrenebiliriz?

Eskiden "Kişi dilinin altında gizlidir. Konuştuğu zaman kendini ele verir" denirdi. Şimdilerde ise bu söze "Yeter ki Facebook'ta görünsün. Paylaşımlarından kişinin "Ne mal olduğu" ayan beyan ortaya çıkar. 'Beğen-yorum ve paylaşımından kişinin rengini tespit edebilirsin. Kimin neyi dert edindiğini, kimin kim olduğunu, kimin dilinin altında hangi baklanın olduğunu, kimin neden zevk aldığını, kimin kimden nefret ettiğini öğrenmek istiyorsan kişiyi facebook gibi sanal alemden izlemek lazım. Hatta çocuğuna talip olan eş adayını araştırmak mı istiyorsun, bir kimsenin fikrini, zikrini, neyin nesi, kim olduğunu merak mı ediyorsun eğer yoksa hemen bir facebook adresi al. Gir içeriye. Fazla değil, 3-5 dakika içerisinde kişi hakkında genel bilgi edinmiş olursun. Hz Ömer: "Bir insanı tanımak için yolculuk yapmayı, komşuluk yapmayı ve alışveriş yapmayı" şart koşar. Günümüzde buna bir de Facebook adresine sahip olmak diye eklemek lazım. Günümüzde 3-5 yı

Hatib Bin Ebî Beltea *

Hatib Bin Ebî Beltea ismini duymuşsunuzdur. Hicretten önce Müslüman olup hicret etmiş; Bedir, Uhut, Hendek savaşlarına katılarak büyük yararlılıklar göstermiş, Mısır Hükümdarı Mukavkıs'a İslam'a davet mektubu götürmüş samimi bir Müslüman sahabi idi. Hicretin 10.yılı Hz Muhammed'in, seferin nereye olacağını söylemeden büyük bir ordu hazırladığı esnada, seferin Mekke'ye olduğunu düşünen Hatib,  Mekkeliler'e bu seferi haber verecek bir mektup yazar. Mektup yakalanır ve Peygamber, Hatib'i huzuruna çağırarak bunu niçin yaptığını sorar. Hatib: “Ya Rasülallah! Ben Kureyşli değilim. Çoluğum, çocuğum ve malım, mülküm orada. Bunu onlara zarar vermesinler diye yaptım” der. Bu hareketinden dolayı Hatib'i öldürmeyi düşünen sahabilere Peygamber: "Hatib'e ilişmeyin, o samimi biridir. Çünkü o, Bedir Savaşına katılmıştır" diyerek Hatib'i korumaya alır. Yaptığının yanlış olduğunu anlayan Hatib tövbe ederek pişmanlık duyar. Mekke'yi kan dökmeden al

İtiraf ediyorum: Darbeyi ben yaptım*

15 Temmuz darbe girişimi yapıldı. Orta yerde stratejik öneme sahip binalar  bombalanmış, 240 civarında insanımız can vermiş, iki binin üzerinde gazimiz var. Ülke neredeyse bir savaştan çıkmış. Cinnet halinden sonra bir ay geçmiş, devlet hâlâ yaraları sarmaya devam ediyor. Bir sarmaşığın büyümesi gibi içimizde dal-budak salmış, kökü bizde, beyni dışarıda olan maşa bir ihanet şebekesi harekete geçip memleketi yerle bir etti. Orta yerde suç unsurları ve aletleri var. Fakat suçlu yok orta yerde. Ne kadar suça karışmış üst aklın elebaşı maşası varsa soluğu yurt dışında aldı. Bize kala kala: " Ben, bana verilen görevi yerine getirdim..." diyenler kaldı. Mübarekler! Her zamanki gibi yine ağzınızdan bal damlıyor. Hepiniz  sütten çıkmış ak kaşık gibisiniz… Madem darbede yoksunuz, o zaman yurt dışına niye tüydünüz? Nerede o kendisini “siyaset bilimci olarak tanıtan, halkın evlerine sinip dışarı çıkamayacağını, darbeden sonra iktidar parti üyesi 5-6 milyon kişinin mal varlığına el

Biraz omurgalı olun!..**

15 Temmuz 2016 akşamına gelinceye kadar bu millet hiç kimseye vermediği kadar imkan sundu size. Maddi ve manevi olarak besledi sizi. Sonunda semizlendiniz, güçlendiniz. Sonunda ilk işiniz tıpkı karga gibi yediğiniz kaba işediniz, pardon pislediniz. Hem de kokusu hiç gitmeyecek şekilde. Bir atasözümüzü daha haklı çıkardınız: "Besle kargayı, oysun gözünü." Size ne kadar teşekkür etsek azdır. Haydi biz size güvendik ya da gaflet uykusuna büründük. Bu zaman zarfında hep sureti haktan görünerek devletin tüm hücrelerine yuvalandınız. Yaptıklarınıza kanarak devletin ve milletin tüm imkanlarına ve makamlarına yerleştiniz. Bir devletin en önemli kurumları diyebileceğimiz adliye, emniyet, mülkiye, maarif gibi yerlerde kadrolaştınız. Bir nevi devlet içinde devlet oldunuz. Casusluk konusunda CİA, KGB, MOSSAD, MİT asla elinize su dökemez. Neredeyse milletin tamamını dinlediniz. Devletin en mahrem bilgilerini elde ettiniz. Hele  oluşturduğunuz tapeleri piyasaya sürerek "Casus

PKK ve FETÖ

1 974 yılında kurulan PKK'nın ilk kanlı eylemini Türkiye, 1984 yılında Eruh'da   gördü. 32 yıldır bu terör örgütü nice canları yaktı, hala da ocaklar söndürmeye devam ediyor. Devletin yaptığı mücadeleyle azalacağı yerde kartopu gibi büyümeye devam ediyor bu kanlı örgüt. İşin garibi bu terör örgütüyle mücadelede inisiyatif hep bu örgütte oldu. O silah bıraktıysa devlet de bıraktı, silaha sarıldıysa devlet de silaha sarıldı. Ne siyaseten bir başarı ortaya çıktı ne de   -övündüğümüz ordumuza rağmen- askeri başarı elde edebildik… Biz yönetim merkezi Kandil olan dış merkezli maşa bir örgütle yıllar yılı uğraşırken 35-40 yıldır içimizde eğitim ve dini yapılanma olarak görünen bir yapının 15 Temmuz 2016'da görünen ilk kanlı-darbe girişimine şahit olduk.  Şimdi devlet ve millet olarak devletin tüm hücrelerine girerek gizlenmiş bu terör örgütünün nasıl biri olduğunu çözümlemeye çalışıyoruz.  PKK'ya rahmet okutan sureti haktan görünen bu sinsi örgütü çözmede bakalım başarı