17 Mart 2025 Pazartesi

Hayata Dair Sözler

Hayatın Bana Öğrettiklerinden *

Bir kimse iki kuşu birden yakalayayım derse her ikisini de kaybeder.

Çalışmaktan kaçan kimse rahatını kaçırır.

Aceleyle cevap veren kimse doğru cevap veremez.

Fikirlerin senin içindir, sözlerin ise başkaları için.

Mütekebbir adam, yüksek bir dağın zirvesinde oturan gibidir. Kendisi insanları, insanlar da onu küçük görür.

Biriyle olan alakanı kestiysen, onun hakkında konuşmayı da kes.

Hikmet ehlinden sözler

* Söz ilaç gibidir. Az kullanırsan fayda sağlar. Çok kullandın mı ya öldürür veya ağır hasta eder.

* İştahın olunca sofraya otur. Ve hâlâ iştahın varken yemeyi bırak.

* Dostun; sana sadık kalandır, her yaptığını onaylayıp kafa sallayan değildir.

*Bazen faydalı bir öğüt bir mecnunun diliyle de gelebilir.

* Suyunu içtiğin kuyuya taş atma.

*Müflis; malını değil, edebini kaybeden kişidir.

 
Hz İmam Ali'den

İnsanın cevheri şu üç şeyde saklıdır:

*Fakirliğini öyle bir saklar ki insanlar onu zengin sanır.

* Öfkesini öyle saklar ki insanlar onu neşeli sanır.

*Yaşadığı zorlukları öyle bir saklar ki görenler onun nimetler içinde yüzdüğünü sanır.

*Bu alıntılar Mehmet Cömert’e ait. Kendisi Arapçası iyi bir din görevlisi. Zaman zaman Arapçadan çeviriler yaparak WhatsAppındaki kayıtlı bazı numaralara gönderir.

Ne Hasbi İnsanlarmış!

"Kurucu Önder”e, PKK'ye şartsız silah bırak çağrısı yap deniyor.

"Kurucu Önder", emriniz olur diyor ve örgütüne bir mektup yazarak silah çağrısı yapıyor. Bu çağrı için hiçbir şart ileri sürmüyor.

Çok geçmeden örgütün dağ kadrosu Kandil, bu emre uyacağız deyip önce ateşkes ilan ediyor. En kısa zamanda örgütü toplayıp bu çağrıyı değerlendireceğiz diyor ve çağrıya olumlu cevap veriyor. Bunun için hiçbir şart ileri sürmüyor. Şu olsun, bu olsun demiyor.

PYD lideri Salih Müslim, çağrıyı olumlu buluyoruz. Bu emre uyacağız diyor. Bu da hiçbir şart ileri sürmüyor.

İmralı ile devlet arasında aracılık eden siyasi parti temsilcileri de bir şey istemiyor.

SDG, Suriye yönetimi ile anlaşma yapıyor. Ortada ne özerlik var ne başka bir istek.

Kırk yıldır bizi uğraştıran, uğruna binlerce insanımızı teröre kurban ettiğimiz bu kanlı sürecin tere yağından kıl çeker gibi şartsız, şurtsuz bitecek görünmesi, tarafların hiçbir şey istememek için sıraya girmesini görünce, taraflar ne hasbi insanlarmış diyesi geliyor insanın.

Bu iş bu kadar kolay mıydı zaten hiç içimizden çıkmıyor.

Kaç nesli terörle uğraştıran terör örgütünün beklenmeyen bu hareketini görünce, terör örgütü deyip de geçmemek lazım dedirtiyor insana. Terörist ama o kadar da kötü değillermiş diyesi geliyor insanın.

Zamanında terörist başı, katil, bebek katili türünden dediğimiz şeylerden dolayı utanası geliyor insanın.

Hele hiçbir şart ileri sürmemeleri ne hasbi insanlarmış bunlar. Ama biz bu cevheri tanıyamamışız noktasına geldik.

Ama bir hakkı teslim edelim. Terör örgütünün, başıyla kuyruğuyla süreci devam ettirmesini görünce biz de içimizdeki cevheri çıkarıverdik. Artık onlara terörist demiyoruz. "Kurucu Önder" diyoruz.

Öyle ya bu işler karşılıklı. Onlar bir adım atarsa biz de on adım atmalıyız. Hatta örgüt bize yaşattıklarından dolayı özür dilemese bile bizim, "Sizi tanımadan biz size terörist dedik. Hakkınızı helal edin. Siz gerçekten vatan aşığı imişsiniz. Gerçek ülke sevdalısı siz imişsiniz" demek lazım.

Hasılı, aktörlerin problemi çözmek için taşın altına ellerini koyması, gözleri yaşatan bir gelişme. Böyle hasbi insanlar oldukça bu ülkenin çözülmedik hiçbir meselesi kalmaz.
İyi ki varlar...

Algıyı Basite Almamak Lazım

Gerçeğe aykırı beyana yalan denir. Yalancının mumu da yatsıya kadar yanar. Çünkü gerçek er veya geç ortaya çıkar.

İftira da kişide olmadığı halde olumsuz bir şeyi kişinin üzerine atmaktır. Bu da yalan beyanıdır ama yalandan daha tehlikelidir. İftira için de çamur at izi kalsın denir. Kişiyi olumsuz yönde etkiler ise de atılan çamurun bir müddet sonra aslının olmadığı ortaya çıkınca kişi temize çıkar.

Yalan ve iftiranın dışında bu ikisinden daha tehlikeli olan ve bu ikisine rahmet okutan bir üçüncüsü var ki bu da algıdır. Çünkü yalan ve iftiranın gerçekliği bir gün ortaya çıkar ve ilgili kişi ve kurumları temize çıkarır. Her ne kadar "Gerçeklerin bir gün ortaya çıkma gibi bir huyu var" dense de bizim ülke için gerçeklerin ortaya çıkmama ve çıkarılmama gibi kötü bir yönü vardır ve bu algılar ilanihaye devam edebiliyor. Kişi, kurum ve zümrelere belden aşağı vurma olduğu için Bizans oyunlarının çok oynandığı bu topraklarda algılar hep geçer akçedir.

Algılar, sonuç alan bir aparat olduğu için hemen hemen her alanda kullanılmaya devam ediyor. Üzerinde bir algı oluşturulursa sen istediğin kadar ben öyle değilim de. İstersen bilimsel ispat yap. Mümkün değil, üzerindeki algıyı kaldırmak. Seninle mezara gider. O yüzden algıların öldürücü yönü var. Ama algıcılar öldürmekten ziyade komada kalman için uğraşır ki o çamur daima alnında kalsın. Kendileri de daima ekmek yesinler.

Oluşturulan algılara dair birkaç örnek vereyim ki ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın.

Mesela tarihi bir şahsiyet olan 2.Abdülhamit için şehir efsanesi olmuş algılar vardır. Bir kesimin gözünde Ulu Hakan, Cennet mekan, döneminde bir karış toprak kaybetmemiş bir padişah iken diğer kesimin gözünde Kızıl Sultan, pinti, istibdatçı vs.

Bildiğim kadarıyla Osmanlı'da en çok toprak II. Abdülhamit zamanında kaybedildi. Tarihi bir gerçeklik olmasına rağmen "Bir karış toprak kaybedilmedi" demek bir gerçeği örtbas etmektir. Bu algı ile büyüyen, ortamında bundan bahseden az değil bu ülkede. Halkın en alt tabanından en üstüne varıncaya kadar Abdülhamit döneminde toprak kaybedilmediğine inanan milyonlar var bu ülkede.

Okuyan, araştıran ve sorgulayan bir toplum olmadığımız için tarihi bilgimiz şehir efsanesi haline gelen kulaktan dolma bilgilerden ibaret.

Bir başka örnek verelim. Yıllardır şampiyon olamadığı için şampiyonluğa susayan FB, şampiyon olmanın kriterlerini yerine getireceği yerde iki senedir bir "yapı" tutturdular gidiyorlar. Yapıdan dolayı şampiyon olamıyoruz sözünü o kadar dillendirdiler ki buna inanan milyonlarca FB taraftarı var. Hala yapıyı kıracağız diyorlar. Böylece şampiyon olamama suçunu başka gerekçelere dayandırıyorlar.

İnönü dönemi de oluşturulan algılardan. Aradan 75 yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu döneme ait oluşturulan algılar üzerinden birileri ekmek yemeye devam ediyor.

Burada olup bitenlerin hepsi gerçek dışı algı demek istemiyorum. Algılarda gerçeklik payı vardır. Doğru ile yanlış karıştırılarak ve abartılarak servis edilir. Algının ne kadarı doğru ne kadarı yanlış, hangi kısmı doğru hangi kısmı yanlış, bunu bilmek mümkün değil. Gerçek de ortaya çıkmaz. Sadece rakibi susturmak, onu savunmaya geçirmek için kullanılır.

Hasılı algının karşısında ne yalan dayanır ne iftira. Birilerinin ekmek yediği ekmek teknesidir. Oturmuş bir sistemi olmayan ülkelerde her şey algılarla yürütülür. Birileri algı yönetimini çok iyi biliyor. Basite almamak lazım.

16 Mart 2025 Pazar

Bir Bankadan Öte Her Şey (2)

Bu banka ülkemizde ne kadardır faaliyette bilmiyorum. Böyle bir banka olduğunu da maaş hesabı açtıracağımda öğrenmiş oldum. Adı, sanı duyulmamış bu bankayı da kurumum nereden buldu demişliğim bile var. 

Gel gör ki benim bu hayretim bir önyargıdan ibaretmiş. Çalışmadan bilinemezmiş işletme ve insanlar. 

9 aydır bu banka ile çalışıyorum. Bankaya ilk defa hesap açtırmak için gittim. Bir de bir şubesine gittim. Hesap açtırırken banka ile ilgili kanaatim olumlu idi. Sonra merkez şubesine gittiğimde işleyişinden pek memnun kalmadım. 

Bankayı daha çok gönderdiği mesajlarla tanıyorum. Günlük birkaç defa mesaj gönderir. Gönderilen mesajlar da bugüne kadar çalıştığım onca bankanın mesajından çok farklı idi. Bunu daha önce "Bir Bankadan Öte Her Şey" başlıklı yazımda (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2024/10/bankadan-ote-her-sey.html) değinmiştim. 

Beni yeniden bu yazıyı yazmaya sevk eden ise bankanın gönderdiği farklı mesajlar. Böyle mesajları daha önce ne gördüm ne de duydum. Gelen mesajlardan anladım ki bankam kendini daha da geliştirmiş ve emsallerine fark atmış. Beni benden fazla düşünüyor. Gönderilen mesajları birkaç kişiye gösterdim. Onlar da şaşırdılar. 

Resimdeki mesaj her şeyi anlatıyor, başka söze gerek olmasa da yine de duygularımı ifade etmek isterim. 

Resim formatında koyduğum mesaj maaşımı aldığım bankanın mesajı. Oğluma bir ay önce gönderdiğim harçlığın günü gelir gelmez, "Fehmi Yüce'ye henüz para göndermedik. Ödemenizi sizin için hazırladım" mesajı gönderiyor. Pes doğrusu mu diyeyim. Helal olsun mu diyeyim bilemedim. Görünen o ki oğlumun arkasında banka var. Bu banka olduğu müddetçe oğlumun sırtı yere gelmez. Adeta "Çocuğu harçlıksız bırakma" diyor. 

Bununla kalsa iyi. İzleyen günlerde başka mesajları da geldi. Bu sefer ay başında gönderdiğim tüm EFT'leri yazıp göndermiş. 

Bu banka olduğu müddetçe para benden çıkacak olsa da benim de sırtım yere gelmez. Olur ya unutursam diye hatırlatıyor ve beni benden fazla düşünüyor. 

Hele "Maaşınız yattı. Sizi rahatsız etmemek için geç vakitte haber vermedim" demesi de takdire şayan. Gördüğünüz gibi gece gece mesaj göndermiyor. Bu da bankanız görgü kurallarına da önem göstermesi dikkatlerden kaçmıyor.

Hasılı, bankam bir bankadan öte her şey. İşin garibi geç de olsa bulduğum, daha önce görmediğim, her geçen gün iyice ısındığım, görgü ve nezaket timsali bu banka ile iki ay sonra belki de yollarımız ayrılacak. Çünkü mayıs ayında kurumun anlaşması sona eriyormuş. Kurum aynı banka ile anlaşır mı bekleyip göreceğiz. Çünkü ne kadar memnun olsam da kurumların ilk ve tek kriteri hangi bankanın ne kadar promosyon vermesi üzerine. Bir başka banka mevcut bankadan fazla verirse, o bankaya gideceğiz.

Eğer bu banka en yüksek promosyonu vermez de başka bankaya gidersek, bilin ki en fazla üzülen ben olacağım. Öyle ya bir bankadan öte her şey olan bu banka bırakılır da gidilir mi? 

15 Mart 2025 Cumartesi

Kefaret Orucu

Bir zamanlar sakız çiğnemek orucu bozar mı soruları geride kaldı. Şimdi öğrenciler, "Bile bile orucu bozarsak 61 gerekir mi" diye soru soruyor. Bu soruyu da bir kişi değil, kaç sınıfta çok öğrenci sordu.

Bu yazımda bile bile oruç bozmanın kefaret gerekip gerekmediğini ele almak istiyorum.

İlmihal kitaplarımızda orucu bile bile bozmanın cezası olarak "İki ay peşi sıra oruç tutmak ve bozduğumuz gün kadar oruç gerekir" yazılı.

Halkımız da böyle biliyor. Daha doğrusu 61 gün oruç tutmak gerekir şeklinde.

Bile bile oruç bozmanın cezası bir defa 61 gün değildir. Oruç bozan biri hangi ayda oruç tutacaksa, o aylar hicri takvime göre kaç çekiyorsa, o kadar ve bozduğu gün kadar tutulmalıdır. 61 galatı meşhur olmuştur.

Kefaret orucuna başlayan kişi o ayın ve takip eden ayın kaç çektiğine bakar. Diyelim ki bu aylar 29+29 çeksin. Bu durumda 58+1= 59 gün oruç tutması gerekir. Bu aylar 30+30 çekerse, 60+1 olmak üzere 61 gün tutacaktır. Kişi birden fazla oruç bozmuşsa, mesela 5 gün oruç bozdu diyelim. Bu durumda 30+30+5 olmak üzere 65 gün oruç tutmalı. İki ayı hiç ara vermeden arka arkaya tutmalı. Bozduğu günleri diğer günlerde ayrı ayrı tutabilir.

Bu anlattığım ilmihallerde yazan kefaret orucunun açıklamasıdır.

Bu kefaret orucu yani bile bile oruç bozmanın cezası Kur'an-ı Kerim'de yazmıyor. Zıhar ayetindeki kefaret orucu bile bile oruç tutmaya kıyas yapılmıştır fıkıhçılar tarafından.

Katılır veya katılmazsınız, ben bu kefaret cezasını çok ağır buluyorum. Bile bile oruç bozmanın cezasının bu derece ağır olmaması gerektiğini düşünüyorum. Fıkıhçıların, insanımız orucunu bozmasın diye böyle bir kıyası tercih ettiklerini zannediyorum.

İyi niyetle ve insanımızı sakındırma amacıyla böyle bir ceza takdir edilse de insan psikolojisini göz ardı eden bir fetva olarak görüyorum. Bir gün orucunu tutamayan bir kimseye peşi sıra iki ay oruç tutturmaya çalışmanın uygulanabilirliği çok zordur. Bunu çok az insan yerine getirebilir. Öyle ya bir gün oruç tutmada zorlanan ve orucu bozan insandan iki ay oruç tutmasını beklemek insana gününü göstermek demektir.

Bir diğer husus, bir şeyin cezası misliyle olmalıdır. Kısasta bile durum böyledir. Cana can, dişe diş dedikleri ne eksik ne fazla, misliyle demektir. Bir kişi bile bile orucunu bozarsa bozduğu gün kadar yani güne gün oruç tutmalıdır. Doğrusu da budur.

Bir diğer husus, yine ilmihal kitaplarında yazdığına göre niyetlenmeyip oruç tutmayan kimse için güne gün oruç tutar denilirken, niyetlenip ardından oruç bozana iki ay ceza bana göre bir çelişkidir. Biri belki de keyfi olarak oruca niyetlenmiyor, diğeri tutacağım deyip iyi niyet gösteriyor ve oruca başlıyor. Nefsine ağır geldiği için dayanamayıp bozuyor. Bence oruca niyetlenen, iyi niyetli ama sözünde duramamış ve bozmuş. Bu iyi niyetin cezası 60 kat ceza olmamalı. Eğer kat kat ceza verilecekse niyetlenmeyen kişi için düşünülmelidir.

Burada, bile bile niyetlenmeyen iki ay tutmalı demiyorum. Çünkü bu da güne gün tutar. Sadece iyi niyet gösterene takdir edilen cezaya dikkat çekmek için böyle dedim. Mantık da böyle olmalıdır. 

Sözün özü, cezalar anlaşılabilir olmalı, orantılı olmalı, kat be kat ceza olmamalı. Niyetlenen de niyetlenmeyen de güne gün oruç tutmalı. Kısaca insafı elden bırakmayalım. İnsanımıza hayatı zorlaştırmayalım, kolaylaştıralım demek istiyorum.

Not: Kendimi fetva vermeye haiz görmüyorum. Sadece bu konudaki görüşümü açıkladım. 

Öğrenciye Ramazan Kolaylığı Niçin Düşünülmez?

Günlük mesaiye veya okula gidecek çoğu oruçlu insan uyku problemi ile karşı karşıya. Çünkü sahur uykuyu bölüyor.

Sahura kalksa bir problem, kalkmasa ayrı bir problem.

Uyku problemimi en fazla öğrencilerde gözlemliyorum.

Haftanın diğer günleri işyerlerinde meslek öğrenen öğrenciler, haftada bir okula geldikleri zaman uykuyu alamadıkları gözlerinden okunuyor.

Çalıştığı işin durumuna göre gece de çalışan bu öğrenciler, sabahın alaca karanlığında evden çıkıp okula geldikleri zaman, başlarını sıraya koyup hemen uykuya dalıyorlar. Belli ki uykularını alamıyorlar.

Hele bazıları kafayı sıraya koyar koymaz horlamaya başlıyor.

Bırakıversen akşama kadar uyuyacaklar. Belli ki okul onlar için dinlenme yeri.

Oruçlu olduklarından, ihtiyaç gidermek için teneffüse de çıkmıyorlar. Sınıf ortamında dura dura uykuları geliyor. Ayrıca aç acına on saat ders işlemek çok zor geliyor. Hele oruçta hiç çekilmiyor.

Liseli bu çocukların durumuna üzülmemek elde değil. Çünkü yemeden ve içmeden kesilerek uykusuz bir şekilde on saat ders görmek hiç kolay değil.

Acaba böylesi ortamlarda bu öğrenciler için bir kolaylık sağlanamaz mı? İstenirse sağlanır. Çünkü bildiğim kadarıyla çoğu kurum, çalışanlarına ramazan dolayısıyla mesaide esneklik sağlıyor. Mesela saat üçte çalışanlarını evlerine gönderiyorlar. Büyük insanlara sağlanan bu kolaylık ve gösterilen bu esneklik pekala öğrenciler için de düşünülebilir.

Nasıl bir kolaylık sağlanabilir?

Pekala ders saatleri kırk dakikadan otuz dakikaya indirilebilir. Öğle arası 40 dakikadan yarım saate düşürülebilir.

Dersler yarım saat işlenince, öğle arası da kısaltılınca, öğrenci 110 dakika önce evine gitmiş olur.

Sabah 08.00'de derse başlayan öğrenci, normal zamanlarda 16.15'te okuldan çıkarken, ders saatlerini kısaltmak suretiyle okuldan 14.25'de çıkmış olur. Evine erken giden öğrenci de iftara kadar uzun oturarak dinlenmiş ve yarım kalan uykusunu tamamlamış olur.

Sahi, yetkililerimiz ramazan ayına mahsus bu kolaylığı öğrenciler için niçin düşünüp planlayıp uygulamaya koymaz?

Büyük çalışanlara çoğu kurumların sağladığı esnek mesai öğrencilerden niçin esirgenir?

Eğer bir kolaylık sağlanacaksa öncelik büyüklerden ziyade küçüklere olmalıdır.

14 Mart 2025 Cuma

Pide Kuyruğunda Bir Beyefendi

Bugün hem yürüyüş yapayım hem de Konya'nın en meşhur fırınından pide alayım diye evden çıktım.

Yolu yarıladım. Vakit daralıyor. Şimdi ta o fırına kim gidecek diye vazgeçip geri döndüm. Çünkü hem mesafe uzun hem de pide kuyruğu varsa iftara yetişmek zordu benim için.

İyi de her zamanki pide aldığım fırından da uzaklaşmıştım.

Sonra her ne ise meşhur fırına gideyim. İftara yetişirim ya da yetişemem. Bahtıma artık deyip tekrar geri döndüm.

Fırını ileriden görünce fırının önünde pek kimse yoktu. İyi ya pek beklemeyeceğim dedim.

Fırına yaklaştıkça her zamanki sıranın fırına paralel olduğunu gördüm. Üstelik upuzun bir sıraydı.

Sıraya geçeyim mi, geçmeyeyim mi diye düşündüm. Çünkü benden sonra kim gelecekti pide almaya?

Yine de sıranın en arkasına durdum. İyi ki durmuşum. Benden sonra 8-10 kişi daha sıraya girdi.

Sıranın ilerleyişini bir süzdüm. Fena değildi ilerleme.

Önümdeki, “kontağı arabadan alıp geleyim” dedi. Elbette dedim. Belli ki sıra beklemem. Ekmeğimi alırım diye arabasını yan tarafa koymuş. Kontağı almaya ve arabayı kilitlemeye gerek görmemiş.

Önümdeki, arabasından kontağı alıp gelirken benden 10 kişinin önünde bir tanıdığı ona seslendi. Selamlaştılar. "Neredesin" dedi. "Şuradayım" diye beni gösterdi. "Kaç pide alacaksın. Ben alayım" dedi. "Olmaz. Sıramı beklerim" deyip önüme durdu.

İnsanımızın görmeye pek alışık olmadığım bu davranışı hoşuma gitti. Hem benden izin aldı hem de daha fazla sıra beklememek için önde bir tanıdığının teklifi olmasına rağmen bunu kabul etmeyip sırasını beklemesi, normalde olması gereken bir davranış olmasına rağmen genelde bu tür yerlerde işimizi çıkarma yoluna gittiğimiz için beyefendinin tavrı istenen ve özlenen bir davranıştı.

Pide sırasında gördüğüm bu davranış çok basit bir davranış aslında. Yalnız öyle insanlar görürüm ki öndeki tanıdığının yanına giderek ona pidesini aldırmış ve sıra beklememiştir.

Helal olsun insanımıza. Bu güzel ve şık davranışın hayatın her alanında özellikle trafikte de olmasını diliyorum. Çünkü özellikle iftar saati evine yetişmek için kavşaklarda çoğu sürücünün ölümüne araç sürdüğü, göz açıklığı yapıp başkasının önüne geçtiği, barut fıçısı olduğu, çoğu zaman kazaya sebebiyet verdiği, hatta kaldırıma çıkarak sıra bekleyenlerin önüne geçtiği bir vakıa.

Fırında pide sırası bekleyen bu insanımızın güzel davranışına değinmişken yaya geçitlerinde eskiye oranla sürücülerin arabasını durdurarak kaldırımda bekleyen yayaların geçmesine izin vermesi de insanımızın güzel davranışlarından. Özellikle Anıt Meydanında Amber Reis Caminin önündeki yoldan Konya Lisesine doğru geçen yayalara sürücülerin bir nezaket örneği gösterdiği bir gerçek. Bu hareketin her bir yaya geçidinde yaygınlaşmasını, bunun bir kültür haline gelmesini temenni ediyorum.