Ana içeriğe atla

Kamu-Özel Uçurumu

Ramazan bayramı münasebetiyle özel sektörde çalışan bir akrabam bayramın üçüncü günü ziyaretime geldi. 

Hoşbeşten sonra biz de cumartesi sizin o taraflara geleceğiz. Evde misin? Belki uğrayabiliriz dedim. Akşam 16.00'dan sonra evdeyim dedi. Hayırdır dedim. Yarın bizim işbaşı dedi. Size tatil yok mu dedim. Yok dedi. Olur mu öyle şey dedim. Bayram öncesi kamu çalışanları bir buçuk gün idari izinli sayıldı. O gün de çalışaydınız dedim. Arife günü saat 13.00'e kadar çalıştık dedi. Ne olurdu, size de tatil verselerdi dedim. Biz özel sektörüz. Vermezler dedi. 

Vardiya usulü çalışan akrabam, kamu çalışanları dokuz gün tatil yaparken cumartesi işbaşı yapacağı gibi pazar günü de çalışacak. Çünkü burası özel sektör. Belki her özel sektör böyle olmayabilir. Belki bazıları tıpkı kamu çalışanlarına verildiği gibi çalışanlarına dokuz gün tatil vermiş olabilir. Bu şekil olan firmaların sayısının az olduğunu düşünüyorum. Bilinen bir gerçek var ki bu ülkede özel sektörün büyük çoğunluğu üç buçuk gün tatilin ardından yeniden işbaşı yaptı.

Tamam, kamu ile özel sektörün şartları aynı olmasın. Özel sektörün iş ve işleyişi farklı olsun ama bu kadar da uçurum olmasın. Özel sektör sahipleri, çalışanlarına tıpkı kamu çalışanlarına verildiği gibi dokuz gün tatil verseler herhalde ölmezler ve kıyamet de kopmazdı. Hatta çalışanlarına büyük moral olurdu. Patronlar, sağ olsun bize de aynı tatil hakkını verdiler. Var olsunlar deyip bayramlarını herkes gibi bir güzel yaptıktan sonra tatil dönüşü mesailerine dört elle sarılırlardı. Moralle işe başlandığı için işyerinin üretim yönünden verimi de artardı. İşçi, çalıştığı yeri kendi işyeri bilirdi. 

Niçin özel sektör çalışanlarına da dokuz gün izin verilmeliydi? Çünkü bu ülkede elleri öpülecek bir kesim var ise asgari ücretle çalışan özel sektör çalışanlarıdır. Onlar bu ülkenin yüz akıdır. Alın terleterek, sabah akşam emek sarf ederek üretim yapan kesimdir onlar. Kaç ayın ardından gelen büyük bayram onlar için iyi bir dinlenme fırsatı olmalıydı.

Diyelim ki özel sektörde izin patronun iki dudağının arasında. Kolay kolay vermez. Devlet ne güne duruyor. Pekala tatil kararı alırken kamu-özel çalışanları dokuz gün tatil yapacak diyebilirdi. Özel sektör de bu karara uyacaktı.

Bildiğim kadarıyla bazı siyasi partiler kamu ve özel sektör çalışanları arasında çalışma ve özlük haklarını düzeltmek, aradaki uçurumu kaldırmak için eskiden her seçim öncesi seçmene vaatte bulunurdu. Son yıllarda duymaz olduk.

Son yıllarda kamu ve özel sektör arasındaki uçurumu kaldırma vaatleri duyulmaz olsa da ne yapılıp edilip bu konunun masaya yatırılmasında fayda var. Ya kamu çalışanlarının şartları özel sektöre ya da özel sektör çalışanları kamu çalışanlarına özlük hakları ve çalışma şartları yönünden yaklaştırılmalı ve bu iki sektör orta bir noktada buluşturulmalıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde