Ana içeriğe atla

Tavşanını Kaybeden Yetim

Efendim, bugüne kadar hiç yenilmemiştiniz. İlkini tattınız. Nasıl bir duygu?

Zormuş zor. Allah ne dostuma versin ne de düşmanıma.

Bu yenilgi nereden çıktı? Neyi eksik yaptınız?

Bizim eksikliğimiz yok. Biz her zamanki gibi maçımıza hazırlandık. Onca olumsuzluğa rağmen yine favori idik. 

Nasıl oldu bu?

Suç rakiplerimizde.

Ama efendim, rakipleriniz birlikte hareket etmedi. Onların her biri çil yavrusu gibi dağıldı. Siz ise yine ittifakla girdiniz maça. Bu sefer de zafer banko değil miydi?

Bizim zafer karşı ittifakın başını çeken kişiye endeksliydi. Biz onunla defalarca maça çıktık. Her maçı açık ara önde bitirdik. Bu son maçta rakibimiz su koyuverdi. Daha doğrusu çekip gitti. Daha doğrusu gönderildi. O kalaydı, zafer yine bizimdi. 

Ama siz o rakibi çok eleştiriyordunuz. 

Bakmayın eleştirdiğime. O çok iyiydi. Çünkü tam dişimize göreydi. 

İyi de bir önceki son maçta ona güle güle dediniz. 

Ne bilirdim gideceğini. Bizi bırakıp gidemez sandım. Yetim kaldık. O gidince ne yapacağımızı şaşırdık. Ama bırakıp gittiğine bin pişman. Daha doğrusu bize bir maç daha kazandıramadığına çok üzgün. 

Yerine gelen bir şey yapmadı. Üstelik birbirlerine düştüler. Sizin için yeni bir galibiyet çocuk oyuncağı değil miydi? 

Öyle de önceki, nazarımızda tavşan mesabesindeydi. Gelir gider, biz onu döverdik. Ne kadar dövsek de biz ondan, o bizden memnundu.

Tavşan?

Bilirsiniz efendim tavşan hikayesini. Ormanın kralı aslan her sabah içtimaında kravat takmadığı için tavşanı yanına çağırırmış. Nerede len senin kravatın deyip tavşanı bir güzel dövermiş. Bu durum Allah’ın günü böyleymiş. Ne tavşan kravat takarmış ne de kral bu dayaktan vazgeçermiş. Bir gün yardımcıları krala, efendim, şu gerekçeyi değiştirelim artık. Yine tavşanı dövün dövmeye ama farklı bir gerekçe bulun demişler. Kral, yarın onu sigara almaya gönderelim demiş. Efendim, tavşan gider sigarayı getirirse nasıl döveceksin demişler. Kral, sigarayı filtreli alırsa niye filtresiz almadın der, döveriz. Filtresiz alırsa niye filtreli almadın deyip yine döveriz demiş. Bu gerekçe herkesin aklına yatmış. Ertesi gün sabah içtimaına tavşan gelince, kral yine her zamanki gibi onu yanına çağırmış. Tavşan da koşarak gelmiş ve her gün dayak yemeye alışkın olunca vursun diye yüzünü krala çevirmiş. Kral, al şu parayı, bana sigara al gel demiş. Parayı alan tavşan tam gidecekken geri dönüp krala, efendim, sigaranız filtreli mi olacak yoksa filtresiz mi deyince, akşamki gerekçesi suya düşen kral, gel len buraya, diye tavşanı çağırmış ve nerede senin kravatın diyerek tavşanı bir güzel pataklamış. Hasılı dişimize göre olan bu tavşan gidince bizim mağrur bir edayla attığımız dayak faslı da böylece sona erdi. Durum bundan ibaret. Bilmem anlatabildim mi?

Anladım efendim. Siz dişinize göre yeni tavşan arıyorsunuz. Mağlubiyetiniz de bundan.

Bu arada hep dövdüğümüz tavşan iki idi. Maalesef ikincisi de köşesine çekilmeye hazırlanıyor.

Desene bu durumda sizi ben bile kurtaramam.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde