Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sahur ve Davul ****

Ramazan yaklaştı, geldi geliyor derken yarısını geride bıraktık. İnişe geçti bile.  Uzun ramazan günlerinde kimimiz susadı, kimimiz acıktı, kimimiz uyku sorunu yaşadı. Fakat geldi gidiyor. Bu seneki ramazanın öncekilerden farkı, içerisine bir de seçim çalışması sığdırmamız olacaktır. Ramazanlarımız uzun-kısalık, serin-sıcak durumuna göre farklılıklar gösterse de her ramazan farklı konuları tartışıyor olsak da ramazanların değişmeyeni sahura davul ile kalkmamızdır.  Zaman, ortam ve teknolojinin değişmesiyle birçok örf ve adetlerimiz rafa kaldırılırken nasıl bir adettir ki ihtiyaç olmaktan çıkmasına rağmen davul adetine bir türlü  veda edemedik. Kime dert yansan "Efendim adetlerimizdendir" cevabı alıyoruz. Başka devam ettirecek adetimiz kalmamış gibi her sene davul sesini duymaya devam ediyoruz. Günümüz ramazanlarında davul çalmanın devam etmesi adetin de ötesinde rahatsız ediyor artık. Çünkü günümüz insanının çalışma saatleri eski insanımızın çalışma saatleri gibi d

Astroloji Okuyan İlahiyatçı

Tıraş olmak için kuaförde bekliyorum. Benden önce sıra bekleyen yaşlı bir beyefendi hararetli hararetli konuşuyor: "Adamı Arapça bilmiyor diye eleştiriyorlar. Bilmez olur mu? Bir defa ilahiyatı bitirmiş, hukuku bitirmiş ve astrolojiyi bitirmiş.  Yedi yaşında babasından hafız olmuş, ilkokul ve ortaokulu dışarıdan vermiş bir ilim adamıdır. Böyle adamın neresini eleştiriyorlar anlayamadım."  Konuşmanın öncesi var, ama yakalayamadım. Konuşma ne şekilde bitti onu da bilmiyorum. Çünkü bir başka tanıdığım yanıma gelerek konuşmaya tuttu beni. Beyefendinin biyografisini verdiği bu kişiyi tanıyabildiniz mi? Tanıdıysanız tanıtımda garip olan bir şeyler tespit edebildiniz mi? Benden önce ilim adamı hakkında bilgi veren beyefendinin kim olduğunu kendisini iyi bilen berbere sorayım istedim. Sıtmadan önce de "Allah vere de bu kişi öğretmen olmasa" dedim içimden. Maalesef korktuğum başıma geldi: Öğretmen emeklisiymiş.

Teravihte Neredeyse Yanımdaki Cemaate Uyacaktım! *

Ön safta bir boşluk oluşunca arka saftan öne geçtim. Sağ yanımda benimle omuz omuza teravih kılan 30-35 yaşlarındaki cemaati gayri ihtiyari dinlemekten doğru dürüst ne imamı takip edebildim, ne de kendimi namaza verebildim. Çünkü rükû, secde ve tahiyyatlarda duaları içinden okuması gereken yanımdaki, benim duyacağım şekilde dışından okuyordu. Bir an için imama mı uyacağım, yoksa bu adama mı diye düşünmeden edemedim. Hatta bazen keşke imam hep kıyamda durup okusa rükû-secde yapmasa tahiyyata oturmasa dedim durdum kendi kendime. Bereket kıyamda imama uyduğu için kendimi namaza verebildim. Mübareğin öyle bir amin deyişi var ki duymaman mümkün değil, öyle bir "Eşhedü en lâ ilahe..." deyişi var ki kaç elif miktarı okuduğunu işitmemen mümkün değil. Saftan çıkıp geriye gitsem olmayacak. Çünkü sırıtıp kalacağım. Şu adam keşke sekiz kılıp çekip gitse dedim, gitmedi. Nasılsa benim gibi bir dinleyen buldu. Niye gitsin. Teravih bitti, hele şükür dedim. Teravihin bitiminde vitir kı

"Bitti, Şunun Şurasında Ne Kaldı?"

Ramazan orucunun 12.günü iftarda bir aileyi misafir ettim. Orucun kolaylığından ve zorluğundan açıldı konu. Şeker hastası olduğu için oruç tutamayan biri, "Bitti, kalmadı. Şurada bitmesine ne kaldı" demez mi? Acı acı gülümsedim. Niçin mi? Çünkü ramazanın bitmesine daha 18 gün var. Bu sözü bayrama 2-3 gün kala söylese eyvallah! Makul bir izah, diyeceğim. Üstelik mübareğin kendisi oruç tutmuyor. Bunu oruç tutan biri söylese yine evelallah! Sayılı günler çabuk geçer diyeceğim.  Daha bundan daha beteri var. Ramazanın ikinci günü iftarı açtım. Yanımda benimle birlikte iftarını açan, "Bitti, şurada ne kaldı" demez mi? Hoppala, dedim. Yahu daha var 28 gün. İki gün kalsa tamam diyeceğim, dedim. "Olsun, ne kaldı şurada" diye cevap verdi. Bu iki "Bitti, şurada ne kaldı" cevaplarına benim serzenişim. Oruçla bir derdim yok. Zira sırtımızda taş taşıyarak, tarlada ekin kaldırarak, bedenen çalışarak oruç tutmuyoruz. Oturduğumuz yerde; gölgede, terleme

Büyükşehir Belediyelerine Açık Mektup

Gündelik hayatta kullandığımız ve kullanmak zorunda olduğumuz zaruri ve lükse kaçan hayatımız var. Zorda kaldığımız zaman lükse kaçan tasarruflarımızı dizginleyebilir, rahatımızdan ödün verebiliriz. Ama bazı zaruri ihtiyaçlarımız vardır ki tasarrufu olmaz. Ekmek ve su bunlardan sadece iki tanesidir. Günlük ve anlık kullanılmazsa hayat durur. Zaruri ihtiyaçlarımızdan ekmek bir devlet politikası haline geldi. Mümkün olduğu kadar gramajıyla oynansa da ekmek fiyatları makul bir seviyede tutuluyor. Buna rağmen dar gelirli birçok aile günde üç öğün hemen ekmekten tasarruf etmek için bakkal ve fırınlarda kalan bahar ekmekten almak suretiyle kendi kendine hayata tutunmaya çalışıyor.  Ekmekte bayat ekmek satın alma ve yeme bir noktaya kadar bir çözüm olabilir. Ya du kullanımı konusunda vatandaş ne yapacak? Temizlik ve içmenin olmazsa olmazıdır su. Bizim için vazgeçilmez bir nimettir. Hatta tıpkı ekmek gibi kutsaldır bizim için. Zaten bu yüzden bir bardak su verene "Su gibi aziz ol&q

Yüksek Su Faturalarına Karşı Tasarruf Tedbirlerim: Ya Tutarsa...

Üç kişilik haneme 32 günlük su bedeli 72 TL gelince tasarruf tedbirlerini devreye koydum hemen: 1.Soluğu tatlı su çeşmesinde aldım.  2.Yapabilirsem el, yüz vb. temizlik ihtiyaçlarımda kullanmak üzere evimde bol miktarda ıslak mendil bulundurmak istiyorum. (Terledin mi ıslak mendili kullan ve at. Üstelik daha ucuz. Atık su bedeli derdi de yok.) 3.Abdest ve gusül için günümüz hocalarından fetva alabilirsem su yerine teyemmüme başvuracağım. 4.Wc ihtiyacını gidermek için işyerindeki wc'yi veya cami vb. umum yerleri kullanmayı alışkanlık haline getireceğim. Özellikle belediyemizin bedava yaptığı wc'leri kullanmak... Eğer ben bunları yapmazsam belediye ocağıma incir dikecek. * Yüksek gelen su faturalarından kurtulmak için pintilik derecesinde uygulayacağım tasarruf tedbirlerini gören, "İyi, hoş, güzel! Abdest ve gusül için teyemmümü, terleme için ıslak mendili, içecek su için tatlı su çeşmesini, wc ihtiyacını gidermek için umum wc'leri kullandın. Kirlene

Bazıları Daksil Kullanmayı Ne Çok Seviyor!

Derse girip defteri imzalayacağım. Daha defteri açmadan elime bir şeyler bulaştı. Nereye dokunursam elim yapış yapış. Ne var bu elimde, elim nereye temas etti diye düşünürken defteri açtım. Sağa sola bulaşan, bulaştığı zaman sülük gibi olan, bir müddet sonra siyah bir renge bürünenin daksil olduğunu anladım.  Benden önce derse giren öğretmen -nasıl becerdiyse- haftanın ilk günü olan pazartesiye yoklama yazacağı yerde haftanın son günü olan cuma gününe yoklama almış. Yanlış yere yazdığını anlayan öğretmenin imdadına daksil hızır gibi yetişmiş. Çünkü ona göre hatayı telafi edecek bildiği tek yöntem budur. Cebinde ve çantasında deftere yazacak, imza atacak kalem bulundurmayan bu tipler nedense çantalarında daksil bulunduruyorlar, ya da öğrenciyi okul idaresine göndererek daksil istetiyorlar. Yeni çalıştığım okulumda bazı öğrencilerin çantasında bu daksilden bulundurduğuna şahit oldum. Demek ki bazı öğretmenler daksil isteye isteye öğrenciler lazım oluyor diye çantalarında daksil bu

Ramazan Orucu Eylül Ayına Sabitlenebilir mi? *

Bayraktar Bayraklı’yı bilirsiniz veya en azından duymuşsunuzdur: İlahiyat alanında uzmanlaşmış ve kariyer yapmış bir bilim adamımızdır. Kur’an’ın anlaşılmasıyla ilgili “ Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri ” isimli 22 ciltlik bir tefsir kitabı var. Farklı söylemleriyle zaman zaman televizyonlarda görürüz kendisini. İlim adamlığına şapka çıkarırım. Zira ömrünü ilahiyat alanına vakfetmiş biri. Kendisini konu edinmemin sebebi “ Ramazan orucunu eylül ayına sabitleyebiliriz. Ramazanın on gün önce gelmesinin manevi bir değeri yoktur. ” şeklinde sarf ettiği sözdür. Duyar duymaz hoppala dedim. Böyle bir görüşü serdetmesi Hocamızın tecrübesine yakışmamıştır. Ramazan orucu, subuti kati ve delaleti kati ibadetlerimizdendir. (Yorum ve tevile ihtiyaç duyulmayacak şekilde kesin bilgi.) Zira Allah Bakara süresi 185.ayette, (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramaz

Partilere En Büyük Zararı Fanatik Taraftarları Veriyor

Adam ne vekil adayı, ne vekil aday adayı, ne cumhurbaşkanı adayı, ne bir partinin il veya ilçe başkanı bulunduğu yerde gece-gündüz tuttuğu partisi adına seçim propagandası yapıyor; doğru-yanlış demeden sosyal medyadan partisi lehine, diğer partiler aleyhine paylaşımlarda bulunuyor. Her türlü itham, iftira, töhmet gırla gidiyor. Kendi görüşünü destekleyen bir paylaşım, slogan görmüşse "Acaba bu adam bunu söylemiş olabilir mi" demez hemen paylaşım, beğeni ve yorum yapar. Bazı paylaşımlar var ki akıllara ziyan. Maalesef algı oluşturmak üzerine bir el tarafından servis edilen bu tür paylaşımların albenisi ve müşterisi var. Bir insan düşmanlık yaparken de mert olmalı, bir görüşü savunurken de gözü kör olmamalı.  Siyasi partilere veya bir görüşe yarardan ziyade zarar veren paylaşımlardır bunlar. Bu tür paylaşımları gören kendi savunduğuna biraz daha bağlanıyor. Ben bu tiplere partilerin fanatikleri diyorum. Tüm rakipleri bir araya gelse partisini savunduğunu sanan bu zavallı

Siz Hiç Tanımadığınız Bir İnsanı İki Buçuk Saat Dinlediniz mi?

Pazar günü ikindi namazından sonra biraz soluklanayım diye evime yakın bir parkta boş bulduğum bir kameriyeye oturmaya yeltendim. Hemen ardımdan "Oturabilir miyim, ben emekli öğretmen" diyen bir beyefendi geldi. Tanımam etmem, buyur ettim masama. 88 yaşındaymış Mustafa Amca. Kırk yıllık dost gibi iki buçuk saat anlattı bana kendini. O anlattı ben dinledim. Ne yorulmak bildi, ne de soluklanmak. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen sağlam bir vücut, diri bir hafıza vardı kendisinde. Dinlemekten yoruldum ama dinletiyordu kendisini: İlkokulu bitirdikten sonra tanıdığı birinin yönlendirmesiyle beş ay gecikmeli olarak İvriz Öğretmen Okuluna kayıt yaptırmış. Beş yıl da orada okuduktan sonra Beyşehir’in bir köyüne öğretmen olarak atanmış. Köye vardığında köyde okulun olmadığını görmüş, metruk bir odada 7-12 yaş arası çocukları toplayarak öğretmenliğe başlamış. Öğrencilerden istediği bir saca tahta çakmak suretiyle sınıfa bir kara tahta kazandırmış, ev sıvalarında kullanılan topra

Adaylık Sırasını Beğenmeyip İstifa Etmek

Partilerin milletvekili aday listeleri YSK'ya verildikten sonra bazı partilerde listedeki sırasını beğenmediği için istifa eden vekil adayları oldu. Partilerden aday olmak ve adaylığını geri çekmek bir hak olsa da garip bir durum, bunun tasvip edilecek bir tarafı yok. Demek ki bu tiplerin siyasete girmek istemesinde tek gaye vekil olmakmış, kendilerini bu şekilde şartlandırmışlar. Seçilecek yerden konmayınca soluğu istifa etmede alıyorlar. Gaye her halükarda vekil olmak olunca seçilemeyeceğini anlayan doğal olarak istifa eder. Adam niye boşa kürek çeksin. İyiki istifa ediyorlar. Zira bu kişilerin bu ülkeye ve bu ülkenin siyasetine verebileceği bir şey yok. Yatıp kalkıp dua edelim gerçek yüzleri işin başında belli oldu diye. Sırasını beğenmediği için istifa eden adaylar sorunlu da bu tiplere listelerinde yer veren partilerde sorun yok mu? Belki de problemin büyüğü bu tip siyasi partilerde. Güya günlerce kapanıp liste hazırlıyorlar. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.

Seçim Beyannameleri

Siyasi partilerimiz ve cumhurbaşkanı adayları meydanlara inmeden önce birbiri ardına “seçim beyannamelerini” açıklamaya başladılar. Kimi avans veriyor, kimi burs, kimi sıfır faizli kredi, kimi ikramiye, kimi mazotu düşürüyor… Beyannamelerin özeti seçmenin midesine hitap ediyor. Vaatleri ben, eski siyasilerin vaatlerinin günümüzde yeniden hortlaması olarak görüyorum. Bazı vaatler makul, bazısı ise uçuk-kaçık! Bu vaatlerin ne kadarı oya tahvil edilecek, bunu da seçim gösterecek. Adaylar ve siyasi partiler ekonomik vaatlerden ziyade başka tür vaatte bulunsa daha iyi olurdu kanaatini taşıyorum. Çünkü her şey mideden ibaret değildir. Siyasilerin vaatlerinin başında neler olabilirdi? ·          Kamuya memur alımında kıstas merkezi bir sınav ve güvenlik soruşturması olacaktır. ·          Güvenlik soruşturmaları iki ay ile sınırlandırılacaktır. ·          Müdür, müdür yardımcısı, şube müdürü ve öğretmen alımında mülakatın her türlüsü ayaklarımın altındadır. Bunun yerine sınav yapılacak

Türkiye Bağımsızlık Mücadelesi Veriyor ***

Türkiye hiç olmadığı kadar dış güçlerin kıskacı altında! Dört bir taraftan saldırılmasının sebebi de bu. Siyasal ve ekonomik baskıya maruz kalıyor. Neden mi? Çünkü Türkiye bağımsızlık mücadelesi veriyor. Bazılarımız,  “Eski köye yeni adet getirme! Türkiye zaten bağımsız bir ülke; bilir-bilmez konuşma. Sınırları belli bir toprak parçası üzerinde ay yıldızlı bayrağımız dalgalanıyor diyebilir. Evet, bu ülke bağımsız bir ülke! Ama ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkenin bağımsızlığından dem vurmak saf dillilik olur. Zira biz ekonomik yönden göbeğimizden bağlıyız veya bağlamışlar. Silahımıza, tankımıza varıncaya kadar nereden ve kimden alacağımıza karışıyorlar baksanıza. PKK terörü, FETÖ darbesi ve siyasal baskılarla yola getiremedikleri ülkeyi şimdi iktisadi yönden boyun eğdirmeye ve yeniden kafese sokmaya çalışıyorlar. Son aylardaki dövizin ateşi de kafesinden çıkmaya çalışan Türkiye'yi yeniden kafese girdirmeye çalışmaktan ibarettir. Şu ana kadar oynadıkları oyunun son halka

Bu Milletin Vaatlere Karnı Tok!

24 Haziran'da yapılacak olan cumhurbaşkanı ve parlemento seçimleri için hem cumhurbaşkanı, hem de parti genel başkanları daha araziye çıkmadan kesenin ağzını açtı, vaat üzerine vaatler veriyorlar. Ne de çok verecekleri varmış bu millete. Partilerin veya cumhurbaşkanı adaylarının hız kesmeyen vaatleri, bu seçimin taraflarca hayat-memat meselesi olarak görüldüğünü ayan-beyan göstermektedir. Hoş bizde bütün seçimler ölüm-kalımdır aslında. Ama bu seçim en şiddetlisi ve en ciddiye alınanı galiba!  Seçimler o kadar ciddiye alınmış olmalı ki her güne yeni bir vaatle uyanıyoruz. Daha seçimlere bir ay var. Bu gidişle vaatlere doyacağız. Millet yaşadı yani. Bu manzarayı görünce deliye her gün bayram misali insanın her gün seçim olsa diyesi geliyor. Bu seçim dönemi gösterdi ki bizim siyasilerimiz ne kadar cömertmiş de bizim haberimiz yokmuş. Yine bu seçim dönemi gösterdi ki siyasilerimizin tarihi bağları yüksek. Hepsi 1990-2000 dönemindeki siyasilerin bol keseden attıkları vaatlere sarıl

Alın Terine Dünyayı Dar Eden Ekonomi ***

Dünyada uygulanan ekonomik sistemin adı; liberal mi serbest piyasa mı, küresel ekonomi mi her ne zıkkımsa belli bir mutlu azınlığı ihya eden, fakir-fukarayı imha eden bir sistemdir benim gözümde bunun adı. Aldıkları her kararda paraya para demezlerken dar ve orta gelirli insan biraz daha geri geri gidiyor. Bu yöntemle paranı pul ettikleri yetmediği gibi ekonomik bir girdaba sürüklüyorlar ülkeleri. Durduğu yerden senin paranı eritiyorlar. Tüm bu işlemleri yaparken taş atıp elleri de yorulmuyor, zaten terleme yok. Kah faizle oynuyorlar, kah döviz kuruyla, kah borsayla. Olmadı gerilim siyaseti izliyor, kriz çıkarıyorlar. Öksürseler de onlar kazanıyor, tıksırsalar da. Olan, elinin emeğiyle bu dünyada namerde muhtaç olmadan geçim mücadelesi veren elleri nasırlı emekçilere oluyor. Anladım ki bu dünyada alın teriyle kazanmaya yer yok. Alın teriyle kazanılan para insana hayatı dar ediyor. Kazanacaksan, bey gibi yaşayacaksan paradan para kazanacaksın. Çünkü halihazırda geçer akçe bu. Adın

"Sen de mi Orucu Sayıyorsun?"

İliklerime kadar üşüdüğüm soğuk bir zamanda üzerimde pardesü, başımda takke, ayağımda bot, pantolonumun altında pijamam olduğu halde tıraş olmak için berbere girdim. Sıra beklerken konu havanın soğukluğuna geldi. Berber, "Sıkı giyinmemize rağmen üşüyoruz" dedi. Kendisine "Biz bu halde üşüyoruz, bazı bayanlar etek giyiyor, başı ve boyun kısmı açık şekilde okula geliyor. Nasıl üşümüyorlar, merak ediyorum. Kuruma geldikten sonra içeride kaloriferler yanmasına rağmen yanıma gelip kaloriferin derecesini yükseltsek, çünkü üşüyoruz" şeklinde taleple geliyor. Konuşanın giyimine bakıyorum, sanki sıcak bir havada giyebileceği bir giyimle gelmiş karşıma. Kendisine be kardeşim etek yerine pantolon ve üzerinizi biraz kavi giyseniz üşümezsiniz, bak ben üşümüyorum" desem yanlış anlar. Mecburen susuyor ve kazanın derecesini yükseltiyoruz şeklinde konuşunca berber koltuğunda beni dinleyen biri kadının ne şekilde giydiğine iyi dikkat etmişsin, ben hiç farkına varmadım bugüne ka

Ekonomide Seferberlik İlan Edilmeli *

Dövizin fırlamasında dış piyasanın, küresel ekonominin, çevremizde olup biten olayların ve bize had bildirmeye çalışanların etkisi var. Çünkü bize operasyon çekiliyor. Bunu söylemeye bile gerek yok. Hepimiz biliyoruz.  Pekiyi ekonomiyi yöneten ev sahibi olarak bizim hiç suçumuz yok mu? Var elbet! Öksürükten, rüzgârdan etkilenen bir ekonomimiz var. Dünyada çıkarılan her gerilimin ucu bize dokunuyor. Çünkü ekonomimiz sıcak paranın gelişine dayalı. Sıcak paraya dayalı ekonomiyi devam ettiriyoruz. Bir türlü üretime dayalı ekonomiye geçemedik. İthal etmeyi çok seviyoruz. Cari açık her geçen gün arttıkça borç yiğidin kamçısıdır, ölmüş eşek kurttan mı korkar zehabıyla tedbir almıyoruz. Tasarruf yapmayı unutalı çok oldu. İsraf ekonomisi uygulanıyor dense yeridir.  Bütçe disiplinini elden bıraktık, ortalama yılda bir seçim yapıyoruz, seçim ekonomisinin kapağını açtık. Vaatler gırla gidiyor, nereden bulacağız hesabı yapılmıyor artık.  Piyasa güvenli liman arar. Siyasi ve iktisadi

Piyasalar, Belini Doğrultabilecek mi?

Malumunuz dövizin ateşi bir türlü düşürülemedi. Düşürülemedi diyorum. Çünkü dövize müdahale yok. Vatandaş gergin bir şekilde çaresiz seyrediyor, ekonomiyle ilgili sorumlular da seyrediyor. Bu yüzden döviz kendi rekorunu günlük egale etmektedir. Bu bakış açısıyla piyasanın oturması bekleniyorsa, piyasa oturur oturmaya; ama kimleri yere serer, kimleri öldürür, kimleri felç eder, belli değil. Türkiye’nin burnunu sürtmeyi nicedir kafasına koyan dış güçlerin son kozları sanırım paramızı pul ederek ülkeyi ekonomik krize duçar etmek ve emellerine böyle ulaşmak olmalı. Başını ABD’nin çektiği dini-imanı para olan bu insanların inandığı tanrıya inanmıyorum. Zira benim ilahım, Kendisinden başka tanrı tek Allah’tır. Gözümüzün önünde paramızın anlık eri-til-mesine gönlüm rıza göstermiyor. Bu ülke adına ne yapılması gerekiyor diye endişeli bir şekilde ben beklerken etkili ve yetkili kişi ve makamlar da bekliyor. Merkez Bankası bile haziran ilk hafta yapacağı toplantıyı öne almıyor. Neyse