Pazar günü ikindi namazından sonra biraz soluklanayım diye
evime yakın bir parkta boş bulduğum bir kameriyeye oturmaya yeltendim. Hemen
ardımdan "Oturabilir miyim, ben emekli öğretmen" diyen bir beyefendi
geldi. Tanımam etmem, buyur ettim masama.
88 yaşındaymış Mustafa Amca. Kırk yıllık dost gibi iki
buçuk saat anlattı bana kendini. O anlattı ben dinledim. Ne yorulmak bildi, ne
de soluklanmak. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen sağlam bir vücut, diri bir
hafıza vardı kendisinde. Dinlemekten yoruldum ama dinletiyordu kendisini:
İlkokulu bitirdikten sonra tanıdığı birinin
yönlendirmesiyle beş ay gecikmeli olarak İvriz Öğretmen Okuluna kayıt
yaptırmış. Beş yıl da orada okuduktan sonra Beyşehir’in bir köyüne öğretmen
olarak atanmış. Köye vardığında köyde okulun olmadığını görmüş, metruk bir
odada 7-12 yaş arası çocukları toplayarak öğretmenliğe başlamış. Öğrencilerden
istediği bir saca tahta çakmak suretiyle sınıfa bir kara tahta kazandırmış, ev
sıvalarında kullanılan topraktan tebeşir yapmak suretiyle çocuklara ”İşte
tebeşir bu” demiş. Kışa doğru okulu yapılmış ve yeni yerine geçmiş. Köylüyle iç
içe olmuş, yeri gelmiş dayak atmış ama çoğu kimsenin okuma yazmasında emeği
olmuş. Aynı köyde dokuz yıl görev yaptıktan sonra okuldan tanıştığı kız
arkadaşıyla evlenip aynı köyde karı-koca öğretmen olarak bir dört yıl daha
görev yapmışlar. On üç yılın ardından Beyşehir’e tayin isteyerek öğretmenliğine
orada devam etmiş.
İlçenin hatırı sayılır bir öğretmeni olmuş, uzun yıllar
Beyşehir turizm işlerini de yürütmüş. Halkla iyi geçinemeyen garnizon komutanına
halk ile nasıl geçinmesi gerektiğini öğretmiş ve dost olmuşlar. İlçelerindeki
parka çay içmek için gelen 27 Mayıs İhtilalinin valisine hoş geldin diyerek
aralarında bir hukuk oluşmuş. Vali, giderken beraberindeki bir öğretmenle birlikte
kartvizitini vermiş Mustafa Amcaya. “Gece dörtte dahi olsa beni arayabilirsiniz”
demiş. İlçenin en büyük problemi bir umum tuvaletinin olmamasıydı diyor Mustafa
Amca. Bir gün diğer öğretmen arkadaşla birlikte bir rapor yazarak validen bir
tuvalet istedik. Vali emir vererek Konya’nın tüm ilçelerine birer umum
tuvaletin yapılmasıyla ilgili bir genelge yayımladı. Bizim bu aktifliğimizi
gören kaymakam, “İlçeyi iki öğretmen yönetiyor“ demeye başladı. Yedek subay
olarak altı ay zor bir eğitim gördükten sonra Ardahan’a yedek subay olarak atandığını,
orada görev yaparken tayini çıkan komutanın komutanlık görevini kendisine tevdi
ettiğini, ilk iş olarak askerde dayağı kaldırdığını…söyledi.
Hep öğretmenlikten dem vurmadı tabi Mustafa Amca. Daldan
dala atlasa da yine kendini dinlettirmeye devam etti. Zaman zaman esnesem de. Yeri
geldi Köy Enstitülerinin açılışından ve bu okulların iyi bir işlev gördüğünden,
bu okulların açılmasında Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un büyük payı
olduğundan dem vurdu. İsrail’in nasıl kurulduğunu, çöl olan topraklarını
yeşertmek için bir buçuk metre kumu kaldırıp denize boşalttıklarını, altına
naylon serdiklerini, üzerine bitek toprak getirdiklerini, çok uzaklardan su
getirerek yerin altını su borusu ile nasıl döşediklerini…en son domatesi ekim ayında
yediğini, mayıs ayına mecburiyetten bir domates aldığını, lastik gibi
olduğundan yiyemediğini ve çöpe attığını anlattı. İlaç kullanıp kullanmadığını
sordum kendisine. Kanını sıvılaştırmak için bazen bir ilaç kullandığını ama
ilacı çok kullanmadığını, doktorluktan iyi anladığını, tıp kitapları okumak
için Amerika’dan tıp kitaplar getirttiğini, bir ara ishal olduğunu, bir türlü
ishalinin geçmediğini, bunun için Saraçoğlu’nun kitabını aldığını, bağırsakla
ilgili bölümü okuduğunu, hastalığının kanser başlangıcı olduğunu tespit
ettiğini, bunun için Saraçoğlu’ndan öğrendiği yöntemi uygulamak için üç adet
patatesi kabuklu bir şekilde kısık ateşte pişirdiğini, patatesler yarılıncaya
kadar kaynattığını, haftada üç gün içtiğini ve bu hastalığını atlattığını
söyledi. Bugünkü doktorların kendisi kadar tıp bilgisine sahip olmadığını anlattı,
bunu da çok okumasına bağladığını, çünkü günlük gazete ve çok sayıda kitap
okuduğunu anlattı.
Beyşehir’de öğretmenlik yaparken turistik bir gezi için
gelen on tane Hollandalının otel bulamadığı için bir gün evinde misafir
ettiğini, giderlerken kendisine para teklif ettiklerini, biz Türkler
misafirperveriz, asla para almayız dediğini, kendisini birkaç defa Hollanda’ya çağırdıklarını
ama gitmediğini söyledi.
Bana kaç çocuğum olduğunu sorduktan sonra kendisinin de iki
kız, iki erkek çocuğu olduğunu, hepsini okuttuğunu, kızlarının İstanbul’da görev
yaptığını, oğullarının burada olduğunu, hatta bir oğlunun yanında kaldığını,
kızların babaya daha yakın olduğunu, Beyşehir’de tanınan bir aile iken Konya’da
da yüksek kademedeki insanlarla hukukunun olduğunu, kızlarının Bakan’dan
takdirname aldığını, eşinin vali tarafından takdirname ile taltif edildiğini
anlattı.
Kendisine eşinin ne zaman vefat ettiğini sordum. 28 yıl
oldu, dedi. Tekrar evlenip evlenmediğini sordum. Üzerine evlenmediğini, zaman
zaman teklifler geldiğini, kimseyi kırmadan nazikçe geri çevirdiğini,
evlenmemekle iyi yaptığını, günümüzde evliliklerin uzun ömürlü olmadığını,
hemen boşanmak için gerekçe arandığını söyledi.
Mustafa Amcanın konuştuklarını özetin özeti olarak size
aktarmaya çalıştım. Konuşmalarının arasına Ramazan Bey sizi rahatsız ettim,
kusura bakma dedikten sonra içimden “Hah Mustafa Amca sözünü nihayete
erdirecek, hele şükür” dedim. Ama nerde… Mustafa Amca yine soluklanmadan bir
bakmışsın ki bir başka konuya geçmiş. Bazen de çok konuşuyorum, seni rahatsız
ediyorum ama bunları birinin konuşması lazım, zira içeride tutulmaması lazım, zaten
vakit de geçmiş oluyor böylece, demesi yok mu? Görülmeye değerdi. Ben estağfurullah
dedikçe o 88 yılını bana iki buçuk saatte anlattı desem abartmış olmam.
Giyim ve kuşamına baktım. Tertemizdi maşallah! Demek ki
oğlu ve gelini bakıyor kendisine. Helal olsun bu oğlana ve gelinine, Allah
sayılarını artırsın, dedim içimden.
İftara baktım kırk dakika kalmış. Ben Mustafa Amcayı
dinlerken evime iftara gelen misafirim gözümün önünden evime geçeli neredeyse
bir saat oldu. Ne zaman toparlanmaya yeltensem Mustafa Amca bir başka konuya
daha girdi. Kırıp kalkamadım. Sonunda Mustafa Amca, evime misafirim geçti,
ekmek almam lazım, sakıncası yoksa iftara bize geçelim, dedim. Teşekkür edip
kalktı. Soyadın neydi Mustafa Amca dedim: Erdoğan dedi.
Mustafa Amca, belki her gün kendisini dinletecek birilerini buluyor. Çünkü boş
olduğunu söyledi birkaç kere. Bugün de nasibinde ben varmışım, içini bana boşalttı.
Allah uzun ömürler versin kendisine.
Ayrıldıktan sonra ekmek almaya giderken konuşmakta sorun yok, dinlemek de çok zormuş,
dedim kendi kendime.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder