28 Mayıs 2018 Pazartesi

Siz Hiç Tanımadığınız Bir İnsanı İki Buçuk Saat Dinlediniz mi?

Pazar günü ikindi namazından sonra biraz soluklanayım diye evime yakın bir parkta boş bulduğum bir kameriyeye oturmaya yeltendim. Hemen ardımdan "Oturabilir miyim, ben emekli öğretmen" diyen bir beyefendi geldi. Tanımam etmem, buyur ettim masama.

88 yaşındaymış Mustafa Amca. Kırk yıllık dost gibi iki buçuk saat anlattı bana kendini. O anlattı ben dinledim. Ne yorulmak bildi, ne de soluklanmak. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen sağlam bir vücut, diri bir hafıza vardı kendisinde. Dinlemekten yoruldum ama dinletiyordu kendisini:

İlkokulu bitirdikten sonra tanıdığı birinin yönlendirmesiyle beş ay gecikmeli olarak İvriz Öğretmen Okuluna kayıt yaptırmış. Beş yıl da orada okuduktan sonra Beyşehir’in bir köyüne öğretmen olarak atanmış. Köye vardığında köyde okulun olmadığını görmüş, metruk bir odada 7-12 yaş arası çocukları toplayarak öğretmenliğe başlamış. Öğrencilerden istediği bir saca tahta çakmak suretiyle sınıfa bir kara tahta kazandırmış, ev sıvalarında kullanılan topraktan tebeşir yapmak suretiyle çocuklara ”İşte tebeşir bu” demiş. Kışa doğru okulu yapılmış ve yeni yerine geçmiş. Köylüyle iç içe olmuş, yeri gelmiş dayak atmış ama çoğu kimsenin okuma yazmasında emeği olmuş. Aynı köyde dokuz yıl görev yaptıktan sonra okuldan tanıştığı kız arkadaşıyla evlenip aynı köyde karı-koca öğretmen olarak bir dört yıl daha görev yapmışlar. On üç yılın ardından Beyşehir’e tayin isteyerek öğretmenliğine orada devam etmiş.

İlçenin hatırı sayılır bir öğretmeni olmuş, uzun yıllar Beyşehir turizm işlerini de yürütmüş. Halkla iyi geçinemeyen garnizon komutanına halk ile nasıl geçinmesi gerektiğini öğretmiş ve dost olmuşlar. İlçelerindeki parka çay içmek için gelen 27 Mayıs İhtilalinin valisine hoş geldin diyerek aralarında bir hukuk oluşmuş. Vali, giderken beraberindeki bir öğretmenle birlikte kartvizitini vermiş Mustafa Amcaya. “Gece dörtte dahi olsa beni arayabilirsiniz” demiş. İlçenin en büyük problemi bir umum tuvaletinin olmamasıydı diyor Mustafa Amca. Bir gün diğer öğretmen arkadaşla birlikte bir rapor yazarak validen bir tuvalet istedik. Vali emir vererek Konya’nın tüm ilçelerine birer umum tuvaletin yapılmasıyla ilgili bir genelge yayımladı. Bizim bu aktifliğimizi gören kaymakam, “İlçeyi iki öğretmen yönetiyor“ demeye başladı. Yedek subay olarak altı ay zor bir eğitim gördükten sonra Ardahan’a yedek subay olarak atandığını, orada görev yaparken tayini çıkan komutanın komutanlık görevini kendisine tevdi ettiğini, ilk iş olarak askerde dayağı kaldırdığını…söyledi.

Hep öğretmenlikten dem vurmadı tabi Mustafa Amca. Daldan dala atlasa da yine kendini dinlettirmeye devam etti. Zaman zaman esnesem de. Yeri geldi Köy Enstitülerinin açılışından ve bu okulların iyi bir işlev gördüğünden, bu okulların açılmasında Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un büyük payı olduğundan dem vurdu. İsrail’in nasıl kurulduğunu, çöl olan topraklarını yeşertmek için bir buçuk metre kumu kaldırıp denize boşalttıklarını, altına naylon serdiklerini, üzerine bitek toprak getirdiklerini, çok uzaklardan su getirerek yerin altını su borusu ile nasıl döşediklerini…en son domatesi ekim ayında yediğini, mayıs ayına mecburiyetten bir domates aldığını, lastik gibi olduğundan yiyemediğini ve çöpe attığını anlattı. İlaç kullanıp kullanmadığını sordum kendisine. Kanını sıvılaştırmak için bazen bir ilaç kullandığını ama ilacı çok kullanmadığını, doktorluktan iyi anladığını, tıp kitapları okumak için Amerika’dan tıp kitaplar getirttiğini, bir ara ishal olduğunu, bir türlü ishalinin geçmediğini, bunun için Saraçoğlu’nun kitabını aldığını, bağırsakla ilgili bölümü okuduğunu, hastalığının kanser başlangıcı olduğunu tespit ettiğini, bunun için Saraçoğlu’ndan öğrendiği yöntemi uygulamak için üç adet patatesi kabuklu bir şekilde kısık ateşte pişirdiğini, patatesler yarılıncaya kadar kaynattığını, haftada üç gün içtiğini ve bu hastalığını atlattığını söyledi. Bugünkü doktorların kendisi kadar tıp bilgisine sahip olmadığını anlattı, bunu da çok okumasına bağladığını, çünkü günlük gazete ve çok sayıda kitap okuduğunu anlattı.

Beyşehir’de öğretmenlik yaparken turistik bir gezi için gelen on tane Hollandalının otel bulamadığı için bir gün evinde misafir ettiğini, giderlerken kendisine para teklif ettiklerini, biz Türkler misafirperveriz, asla para almayız dediğini, kendisini birkaç defa Hollanda’ya çağırdıklarını ama gitmediğini söyledi.

Bana kaç çocuğum olduğunu sorduktan sonra kendisinin de iki kız, iki erkek çocuğu olduğunu, hepsini okuttuğunu, kızlarının İstanbul’da görev yaptığını, oğullarının burada olduğunu, hatta bir oğlunun yanında kaldığını, kızların babaya daha yakın olduğunu, Beyşehir’de tanınan bir aile iken Konya’da da yüksek kademedeki insanlarla hukukunun olduğunu, kızlarının Bakan’dan takdirname aldığını, eşinin vali tarafından takdirname ile taltif edildiğini anlattı.

Kendisine eşinin ne zaman vefat ettiğini sordum. 28 yıl oldu, dedi. Tekrar evlenip evlenmediğini sordum. Üzerine evlenmediğini, zaman zaman teklifler geldiğini, kimseyi kırmadan nazikçe geri çevirdiğini, evlenmemekle iyi yaptığını, günümüzde evliliklerin uzun ömürlü olmadığını, hemen boşanmak için gerekçe arandığını söyledi.

Mustafa Amcanın konuştuklarını özetin özeti olarak size aktarmaya çalıştım. Konuşmalarının arasına Ramazan Bey sizi rahatsız ettim, kusura bakma dedikten sonra içimden “Hah Mustafa Amca sözünü nihayete erdirecek, hele şükür” dedim. Ama nerde… Mustafa Amca yine soluklanmadan bir bakmışsın ki bir başka konuya geçmiş. Bazen de çok konuşuyorum, seni rahatsız ediyorum ama bunları birinin konuşması lazım, zira içeride tutulmaması lazım, zaten vakit de geçmiş oluyor böylece, demesi yok mu? Görülmeye değerdi. Ben estağfurullah dedikçe o 88 yılını bana iki buçuk saatte anlattı desem abartmış olmam.

Giyim ve kuşamına baktım. Tertemizdi maşallah! Demek ki oğlu ve gelini bakıyor kendisine. Helal olsun bu oğlana ve gelinine, Allah sayılarını artırsın, dedim içimden.

İftara baktım kırk dakika kalmış. Ben Mustafa Amcayı dinlerken evime iftara gelen misafirim gözümün önünden evime geçeli neredeyse bir saat oldu. Ne zaman toparlanmaya yeltensem Mustafa Amca bir başka konuya daha girdi. Kırıp kalkamadım. Sonunda Mustafa Amca, evime misafirim geçti, ekmek almam lazım, sakıncası yoksa iftara bize geçelim, dedim. Teşekkür edip kalktı. Soyadın neydi Mustafa Amca dedim: Erdoğan dedi. 

Mustafa Amca, belki her gün kendisini dinletecek birilerini buluyor. Çünkü boş olduğunu söyledi birkaç kere. Bugün de nasibinde ben varmışım, içini bana boşalttı. Allah uzun ömürler versin kendisine. 
Ayrıldıktan sonra ekmek almaya giderken konuşmakta sorun yok, dinlemek de çok zormuş, dedim kendi kendime.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder