Ana içeriğe atla

Yüksek Su Faturalarına Karşı Tasarruf Tedbirlerim: Ya Tutarsa...

Üç kişilik haneme 32 günlük su bedeli 72 TL gelince tasarruf tedbirlerini devreye koydum hemen:
1.Soluğu tatlı su çeşmesinde aldım. 
2.Yapabilirsem el, yüz vb. temizlik ihtiyaçlarımda kullanmak üzere evimde bol miktarda ıslak mendil bulundurmak istiyorum. (Terledin mi ıslak mendili kullan ve at. Üstelik daha ucuz. Atık su bedeli derdi de yok.)
3.Abdest ve gusül için günümüz hocalarından fetva alabilirsem su yerine teyemmüme başvuracağım.
4.Wc ihtiyacını gidermek için işyerindeki wc'yi veya cami vb. umum yerleri kullanmayı alışkanlık haline getireceğim. Özellikle belediyemizin bedava yaptığı wc'leri kullanmak...

Eğer ben bunları yapmazsam belediye ocağıma incir dikecek.
*
Yüksek gelen su faturalarından kurtulmak için pintilik derecesinde uygulayacağım tasarruf tedbirlerini gören, "İyi, hoş, güzel! Abdest ve gusül için teyemmümü, terleme için ıslak mendili, içecek su için tatlı su çeşmesini, wc ihtiyacını gidermek için umum wc'leri kullandın. Kirlenen çamaşırları ne yapacaksın" diyebilir. Biz bir yola girmişsek onu da düşünürüz evelallah!

Evde kirlenen çamaşırları su kullanmadan nasıl tekrar giyerim? Bu konuda adını-sanını bilmediğim, bazılarına göre kader kurbanı denen bir cezaevi sakini akıl hocamdır. Sonradan bizi üzen Hüseyin Üzmez hapishane anılarını anlatırken bir mahkumdan bahsetmişti: Mahkumlar, kokudan yanına varılmayan bir mahkumu şikayet için gelirler Hüseyin Üzmez’e. “Hüseyin ağabey! Şu adam seni sayar, sever. Biz söylüyoruz bir türlü temiz elbise giymiyor. Pis pis kokuyor. Söyleseniz de elbisesini değiştirse…” demişler. Çağırdım genci yanıma: “Bak senden cezaevi şikayetçi. Sen niye elbiseni değiştirmiyorsun, Ayıp değil mi” demiş. Mahkum, “Daha sabah değiştirdim” deyince “Sen hele şu temiz elbiselerini bir göster demiş Hüseyin Üzmez. Mahkum, yastığının altındaki elbiseleri göstermiş: “Aha ağabey! Temiz elbiselerim burada” demiş. Üzmez, mahkumun elbiselerini bir güzel incelemiş, hepsi kokuyor. “Bunlar mı temiz olan elbiselerin” demiş. Evet, cevabını almış. Ardından “Sen bu elbiseleri nasıl temizliyorsun” diye sormuş. Genç, “Ağabey, ben elbiseleri temizlemiyorum. Giydiğimi yastığımın altına koyuyorum, daha önce çıkardığımı da giyiyorum. Birkaç gün giydikten sonra giydiklerimi çıkarıp yastığımın altına koyuyorum, eski çıkardığımı giyiyorum tekrar” demiş.

Hikayenin sonrasını bilmiyorum. Genç kirli çamaşırları temiz diye tekrar giymeye devam etmiş mi yoksa çamaşır yıkamayı kendisine öğrettiler mi bilmiyorum. Ama kıssadan hisse… Mademki sudan tasarruf edeceğiz. Sonucu çevreyi kokutmaya devam etse de alın size bir çözüm: Su kullanmadan, çamaşırları yıkamadan ve masraf etmeden, emek sarf etmeden üstelik…Siz yeter ki çözüm isteyin...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde