Ana içeriğe atla

Meyhaneler Sokağında Bir İftar


Ramazanın üçüncü iftarını ev sahipliğini Konya Kahveciler Odasının yaptığı bir iftar programına katıldım. İftar yeri; etrafı kahvehane, birahane ve gazinoların bolca olduğu sokak ortası idi.  Kalabalık bir misafir topluluğu vardı. Misafirler arasında Konya Müftüsünden görme engellilere, içki içeninden oruç tutmayanına, Suriyelisinden Somalilisine ve mahalle sakinlerine varıncaya kadar her kesimden insan vardı. 


Program; davetliler, iftar öncesi hazırlanan masalara oturduktan sonra Yasin okunarak başladı. İftar duasıyla birlikte yemekler yendi. Kahveciler Odası, hiçbir masraftan kaçınmamış, çayına varıncaya kadar her şeyi düşünmüş. Davete katılan davetli-davetsiz herkes bolca yedi ikram edilen düğün yemeğinden.

İftarımızı yanlarından geçerken bizi masalarına buyur eden üç tane Somalilinin masasında açtık. Dilimizi bilmiyorlardı. Pat-çat Arapça konuşarak işçi olarak çalıştıklarını anladım. Farklı bir yemek yeme kültürleri vardı. Konya dışından gelenler bizim ortak kaptan yediğimiz yemeği garipserdi, biz de Somalilerin yemek yemesini garipsedik. Büyükçe böldükleri ekmeği çorbanın içine batırıp yerlerken gördüm. Kaşıkla aldıkları çorbayı pilavın içine dökerek kaşıkladıklarına şahit oldum. İştahları da yerindeydi maşallah! Görevliler bizim ilerimize yemek servisi yaparken her gördükleri elemana bizim masaya koyun dercesine elleriyle işaret ettiler. Bitirdiler, tekrar istediler. Gördüğüm kadarıyla yoğurt çorbasını pek yemediler. Bamyayı daha bir iştahla yediler. Ekmeği bölüp bamyaya batırmaları görülmeye değerdi.

Sofradan kalktıktan sonra ilk başta ne olduğunu anlayamadığım bir hareketlenme oldu. Giyim ve kuşamından Somalili veya Suriyeli olduğunu sandığım çarşaflı kadınlar, aralarında anlaşmışcasına masalara dağıldılar. Hangi masada ne kalmışsa  işlerine yarayanı getirdikleri tabaklara ve poşetlere boşalttılar. Masalarda kalan ekmekleri aldıkları yetmediği gibi kenarda ekmek kasalarındaki ekmekleri de alarak poşetlerini doldurdular. Belli ki açlar, sokaktan bulduklarıyla geçiniyorlar. Belki de masalardan aldıklarıyla birkaç öğün savacaklar. Değilse kimse masalarda kalan yemeği alma yoluna gitmez. Üstelik ailecek gelmişler. Kim ne kadar alırsa kar düşüncesiyle.

Gideyim mi gitmeyeyim mi gidersem nasıl olur diye tereddütlü olarak katıldığım iftar beni üzüntüye gark etti. Üzülmemek de elde değildi zaten. Çünkü gördüğüm Konya'nın sadece bir bölgesinde bir manzara idi. Diğer mahalle ve sokaklarda belki onlarcası oluyordu bir akşamda. Belli ki toklar arasında açlarımız var. Üstelik sayılarını da bilmiyoruz. Allah yardımcıları olsun. Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin. Kimi kimseye muhtaç etmesin. 

Zengin, makam ve mevki sahibinin fazla olmadığı, her tip insanın davet edildiği bu iftar sofrasını düzenleyen Kahveciler Odasını tebrik ediyorum. Gerçekten bir ihtiyacı gidermiş oldular. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde