Ana içeriğe atla

"Bize Ne Filistin'den?" ***


İçimizde yaşayan milliyetçi arkadaşların dış politikaya bakış açıları garibime gidiyor. İşin garibi söylediklerinde samimiler ve fikirlerini hiç değiştirmeden, başka fikirlerden etkilenmeden bildik görüşlerini serdetmeye devam ediyorlar. Kısaca "Filistinliler geçmişte bize ihanet etti, KKTC'yi tanımadılar, PKK'yı savunuyorlar, onlar bizim Afrin Hareketini desteklemedi. Niçin biz onlar adına miting yapıyoruz..." diyorlar. Daha neler demiyorlar neler! Konu anlaşıldı sanırım.

Filistinliler İngilizlerle bir olup bizi arkadan vurmuş, bugün bizi yeterince desteklemiyor olabilirler. Şimdi biraz beyin jimnastiği yapalım: Araplar bizi ne zaman arkadan vurdu? Bildiğim kadarıyla aradan yüz yıl geçti. Biz hala yüz yıl öncesi olup bitenin kinini gütmüyor muyuz bu durumda? Daha bu kin ne zamana kadar devam edecek? Devletlerarası hukukta bildiğim kadarıyla kin ve intikam duygusu yerine çıkara dayalı ilişkiler söz konusu. Aralarında yüz yıl savaşları yapan İngilizler ile Fransızlar bugün sırt sırta verip birçok karara birlikte imza atıyorlar. Onları bir arada tutan menfaat ilişkisidir. Yine Kurtuluş Savaşını yaptığımız Yunanistan ile barış anlaşması yapmışız. Diyebilirsiniz ki savaş ayrı, arkadan vurma ayrı. Üstelik bizi arkamızdan hançerleyen kişiler Müslüman. Eyvallah! Belki de kızgınlığımız bundandır. İyi de bu kızgınlığımızın faydası var mı? Eğer faydası olacaksa buyurun hep birlikte gece gündüz kızalım. Arapların veya Filistinlilerin bizi arkadan vurmasına bir başka açıdan bakmak istiyorum: Baştan söyleyeyim; her ne olursa olsun, sayıları ne kadar olursa olsun Araplar bizi arkadan vurmamalıydı. Bunun hiçbir haklı gerekçesi olamaz.

Araplar bize ne zaman isyan etti? Osmanlının en zayıf ve kendi kendini idare edemez bir noktada olduğu bir zaman diliminde. 1789 Fransız İhtilali’nin etkileri mutlaka Araplara da gelmiş olmalı. Çünkü ulus devletler ön plana çıkmış, her ırkın kendi devletini kurma hayali tüm dünyayı kasıp kavurmuştu. İngiliz Lawrence, Arapların içine giderek kendisine verilen ev ödevini iyi yapmış, alttan alta Arapları Osmanlıya karşı iyi işlemiş. Şimdi burada bir soru daha soralım: Arapları bize karşı kışkırtan Lawrence’ye mi kızalım, yoksa Lawrence’yi Osmanlı topraklarına sokan ve onun çalışmalarına engel olmayan Osmanlı yöneticilerine mi? Eğer kızılacaksa ilk önce Filistin, Suriye, Hicaz ve Irak’ta görevini tam yerine getirmeyen Osmanlı yöneticilerine kızmak gerekmiyor mu burada? Unutmayalım ki tabiat boşluk kabul etmez. Sen eğer boşluk bırakırsan birileri gelir doldurur. Durumdan vaziyet çıkaran Lawrence buralara gelip rolünü iyi oynamış, Arapları da kandırmış. Burada Araplara kızalım, Lawrence’ye de kızalım. Ama ilk önce ve en fazla da görevini yapmayan Osmanlı yöneticilerine kızalım.

Burada bir başka soru daha soralım: Osmanlıya yüz yıl önce isyan eden Araplar hala yaşıyor mu? Sanırım hiçbiri kalmamış, hepsi öbür dünyayı boylamış ve isyanlarıyla baş başa kalmışlardır orada. Bugünkü yaşayan Araplar onların kaç göbek sonrası torunlarıdır. Yani isyan edenler bunlar değil, dedeleridir. Ne zamandan beri dedelerinin yaptıklarını torunlarına sorar ve onları suçlar olduk. Eğer Araplara kızacaksak mazlumların yanında yer almadıklarına, keyfine düşkün olduklarına, güçlünün yanında durduklarına, inisiyatif almayıp edilgen durumda olduklarına kızalım. Ki hakkımızdır. Bugün Filistin’de olup bitenlere Türkiye ses çıkartıyor, onlardan tık yok. Zaten bu yüzden onlardan ne köy olur, ne kasaba! Dünyada itibarları da yok.

Şimdi gelelim Türkiye’nin Ortadoğu’da inisiyatif almasına. Beğenir veya beğenmezsiniz Türkiye, kim olduklarına bakmaksızın mazlumların sesi olmaya çalışıyor. Bu durum erdemli insanın bir özelliğidir. Erdemli insan: Vermeyene verir, gelmeyene gider ve zulmedeni affeder. Ne işimiz var Filistin’de, ne işimiz var Suriye’de diyenlere de bir sözüm olacak: Deniz ötesinden ABD, burnumuzun dibinde oyun üstüne oyunlar kurarken bizim kendi içimize kapanmamızı kimse istemesin bizden. Unutmayalım ki futbol oyunu oynanırken top rakip alanda çevrilir. Maçı kazanmak veya büyük devlet veya bölgesel güç olmak istiyorsak savaşı rakip alana yıkmak gerekiyor. Bu durum aynı zamanda kendi ülkemizin güvenliğini de garanti altına almak demektir.

Filistin konusunda samimiyetle “Bize ne Filistin’den” diyen arkadaşların olaylara biraz da çizdiğim perspektiften bakmalarında fayda vardır. Yine unutmayalım ki “Aslan düştüğü yerden kalkar.” Bu ülke nerede tökezletilmişse oralardan ayağa kalkacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.



** 22/05/2018 tarihinde Barbaros ULU adıyla Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde