İçimizde yaşayan milliyetçi arkadaşların dış politikaya
bakış açıları garibime gidiyor. İşin garibi söylediklerinde samimiler ve
fikirlerini hiç değiştirmeden, başka fikirlerden etkilenmeden bildik
görüşlerini serdetmeye devam ediyorlar. Kısaca "Filistinliler geçmişte
bize ihanet etti, KKTC'yi tanımadılar, PKK'yı savunuyorlar, onlar bizim Afrin
Hareketini desteklemedi. Niçin biz onlar adına miting yapıyoruz..."
diyorlar. Daha neler demiyorlar neler! Konu anlaşıldı sanırım.
Filistinliler
İngilizlerle bir olup bizi arkadan vurmuş, bugün bizi yeterince desteklemiyor
olabilirler. Şimdi biraz beyin jimnastiği yapalım: Araplar bizi ne zaman
arkadan vurdu? Bildiğim kadarıyla aradan yüz yıl geçti. Biz hala yüz yıl öncesi
olup bitenin kinini gütmüyor muyuz bu durumda? Daha bu kin ne zamana kadar
devam edecek? Devletlerarası hukukta bildiğim kadarıyla kin ve intikam
duygusu yerine çıkara dayalı ilişkiler söz konusu. Aralarında yüz yıl savaşları
yapan İngilizler ile Fransızlar bugün sırt sırta verip birçok karara birlikte
imza atıyorlar. Onları bir arada tutan menfaat ilişkisidir. Yine Kurtuluş
Savaşını yaptığımız Yunanistan ile barış anlaşması yapmışız. Diyebilirsiniz ki
savaş ayrı, arkadan vurma ayrı. Üstelik bizi arkamızdan hançerleyen kişiler
Müslüman. Eyvallah! Belki de kızgınlığımız bundandır. İyi de bu kızgınlığımızın
faydası var mı? Eğer faydası olacaksa buyurun hep birlikte gece gündüz kızalım.
Arapların veya Filistinlilerin bizi arkadan vurmasına bir başka açıdan bakmak
istiyorum: Baştan söyleyeyim; her ne olursa olsun, sayıları ne kadar olursa
olsun Araplar bizi arkadan vurmamalıydı. Bunun hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Araplar bize ne zaman isyan etti? Osmanlının en zayıf ve kendi
kendini idare edemez bir noktada olduğu bir zaman diliminde. 1789 Fransız
İhtilali’nin etkileri mutlaka Araplara da gelmiş olmalı. Çünkü ulus devletler
ön plana çıkmış, her ırkın kendi devletini kurma hayali tüm dünyayı kasıp
kavurmuştu. İngiliz Lawrence, Arapların içine giderek kendisine verilen ev
ödevini iyi yapmış, alttan alta Arapları Osmanlıya karşı iyi işlemiş. Şimdi
burada bir soru daha soralım: Arapları bize karşı kışkırtan Lawrence’ye mi
kızalım, yoksa Lawrence’yi Osmanlı topraklarına sokan ve onun çalışmalarına
engel olmayan Osmanlı yöneticilerine mi? Eğer kızılacaksa ilk önce Filistin,
Suriye, Hicaz ve Irak’ta görevini tam yerine getirmeyen Osmanlı yöneticilerine kızmak
gerekmiyor mu burada? Unutmayalım ki tabiat boşluk kabul etmez. Sen eğer boşluk
bırakırsan birileri gelir doldurur. Durumdan vaziyet çıkaran Lawrence buralara
gelip rolünü iyi oynamış, Arapları da kandırmış. Burada Araplara kızalım,
Lawrence’ye de kızalım. Ama ilk önce ve en fazla da görevini yapmayan Osmanlı
yöneticilerine kızalım.
Burada bir başka soru daha soralım: Osmanlıya yüz yıl önce
isyan eden Araplar hala yaşıyor mu? Sanırım hiçbiri kalmamış, hepsi öbür
dünyayı boylamış ve isyanlarıyla baş başa kalmışlardır orada. Bugünkü yaşayan
Araplar onların kaç göbek sonrası torunlarıdır. Yani isyan edenler bunlar
değil, dedeleridir. Ne zamandan beri dedelerinin yaptıklarını torunlarına sorar
ve onları suçlar olduk. Eğer Araplara kızacaksak mazlumların yanında yer
almadıklarına, keyfine düşkün olduklarına, güçlünün yanında durduklarına,
inisiyatif almayıp edilgen durumda olduklarına kızalım. Ki hakkımızdır. Bugün
Filistin’de olup bitenlere Türkiye ses çıkartıyor, onlardan tık yok. Zaten bu
yüzden onlardan ne köy olur, ne kasaba! Dünyada itibarları da yok.
Şimdi gelelim Türkiye’nin Ortadoğu’da inisiyatif almasına.
Beğenir veya beğenmezsiniz Türkiye, kim olduklarına bakmaksızın mazlumların
sesi olmaya çalışıyor. Bu durum erdemli insanın bir özelliğidir. Erdemli insan:
Vermeyene verir, gelmeyene gider ve zulmedeni affeder. Ne işimiz var Filistin’de,
ne işimiz var Suriye’de diyenlere de bir sözüm olacak: Deniz ötesinden ABD,
burnumuzun dibinde oyun üstüne oyunlar kurarken bizim kendi içimize kapanmamızı
kimse istemesin bizden. Unutmayalım ki futbol oyunu oynanırken top rakip alanda
çevrilir. Maçı kazanmak veya büyük devlet veya bölgesel güç olmak istiyorsak savaşı
rakip alana yıkmak gerekiyor. Bu durum aynı zamanda kendi ülkemizin güvenliğini
de garanti altına almak demektir.
Filistin konusunda samimiyetle “Bize ne Filistin’den” diyen
arkadaşların olaylara biraz da çizdiğim perspektiften bakmalarında fayda
vardır. Yine unutmayalım ki “Aslan düştüğü yerden kalkar.” Bu ülke nerede
tökezletilmişse oralardan ayağa kalkacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
** 22/05/2018 tarihinde Barbaros ULU adıyla Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder