2 Aralık 2015 Çarşamba

Hicret ve Abdullah bin Uraykıt **


-Efendim! Malumunuz üzere bu geçen Çarşamba hicretin 1437.yıl dönümünü icra ettik. Hicretten alacağımız ibretleri biliyoruz. Hicret başlı başına bir mücadele ve çabadır. Sence çok ön plana çıkmamış ya da çıkarılmamış ibretler var mıdır?
-Hicret başlı başına Hz Muhammed'in zekasının ürünüdür. O iyi bir stratejisttir. En güvenilir insandır. İyi bir dosttur.
-Ne demek bu?
-Kendisini öldürmeye gelen Mekkelileri yanıltmak için Hz Ali'yi yatağına yatırması başlı başına bir zekanın mahsulüdür. Kendisine emanet edilen kıymetli eşyaları sahiplerine teslim etmesi için Ali'yi görevlendirmesi; emanetlere ihanet etmeyen, güvenilir olmasına bir örnektir.
Evinden ayrılınca hicret edeceği Medine yoluna koyulmayıp ters istikamet olan Sevr Mağarasına gitmesi, ortalığın tenhalaşması için 3 gün mağarada beklemesi peygamberin çok zeki olduğunu gösterir. Yol arkadaşı olarak dostu Hz Ebu Bekir'i seçmesi iyi bir dost olduğuna işarettir. Ayrıca Abdullah bin Uraykıt isimli müşrik birisini yol göstermesi için kılavuz seçmesi...
-Şimdi olmadı işte. Müşrik birini kılavuz edinmesinin sebebi ne? Başka adam bulamamış mı Efendimiz?
-Başkaları vardır elbet. Ama peygamber Abdullah bin Uraykıt'ı seçmiştir. Çünkü Abdullah bin Uraykıt ehil biridir. Emaneti ehline vermiştir. Efendimiz ise zaten her zaman
emaneti ehline vermiştir. Abdullah bin Uraykıt, yıldızlara bakarak yolu tayin edebilecek kadar yol rehberliği anlamında ehil birisiydi. Efendimiz onun müşrikliğine bakmadan ehil oluşunu esas almıştır. Hicret’ten alacağımız derslerden birisi de budur.
İnsanlar arası münasebette esas olan, emaneti ehline vermektir. Evini yapacaksan bu iş için en iyi ustayı bulacaksın. Din, Allah ile kul arasında bir ilişkidir. Elbette din kardeşliği çok önemlidir ama Rabbimizin emri gereği iş, din kardeşine değil yalnız ve yalnız ehil olana verilir. Müslüman’ın vazifesi de ehil olmaktır ve ehlini bulmaktır...ne iş yapıyorsa adalet, ehliyet ve doğruluk üzere yapmalıdır. Başka bir örnek Taif dönüşü yine bir müşrik olan Mutim bin Adiyy himayesinde Mekke'ye girmişti.
-Biraz daha açık konuşur musun, sadede gel.
-Demem odur ki, peygamberi örnek almıyoruz. Emaneti çoğu zaman ehline vermiyoruz.
-Yani?
-Bir göreve gelmeye kalk. Hak etmeden bir yere gelen emir erleri, ağa babalarına yaranmak için ayağından aşağıya seni çekmeye çalışırlar. Sana şucu, buna bucu demeye başlarlar hem de seni araştırıp incelemeden. Birilerinin himayesiyle koltuk değneği olarak bir makamı işgal eder, orada var gücüyle birilerini yaftalayarak yukarıya şirin gözükmeye çalışır. Güya mücadele ediyor. Farz edelim ki, gıyabında aleyhinde konuştuğu kişi bucu ise yüzüne karşı söyleyemediğini arkasından dedikodusunu yaparak gıybetini yapmış olmuyor mu? Ölmüş kardeşinin etini yemeyi ne kadar da seviyor, hatta tiksinmeden. (Afiyet olsun bu arada) Ya aleyhinde konuşulan kişide o özellikler yoksa, yani o kimse bucu, ya da şucu değilse iftira etmiş olmuyor mu? Sonra da ben karıştırmışım demek kırdığı yumurtaları, kırdığı kalbi tamir edebilir mi? Bir yere gelecek kişi ehilse şucu, buculuğuna değil ehil mi değil mi ona bakılması gerekmiyor mu? Peki onlar şucu, bucu... Bunu diyen neci oluyor. O da, o cu mu oluyor bu durumda. Bu tür tavır insanlığa, adamlığa, emaneti ehline ve hak edene vermeye engeldir. Peygamber müşrik birini kılavuz edinirken dinini, meşrebini sorgulamazken tek kıstas olarak ehil mi değil mi değerlendirmesi yaparken insanları yaftalayan kişi peygamberden daha mı müslüman oluyor? Ötekileştirilirken, kelle avcılığı ve sürek avına çıkılmış iken insanlar nasıl beriki yapılacak. Peygamber en büyük düşmanı Ebu Cehl'e islamı tebliğ için 70'den fazla giderken ne amacı gütmüştü? Acaba onu kazanabilir miyim diye değil mi? Şu bilinmeli ki; yaptıklarımızı, yapacaklarımızı en güzel şekilde anlatmak, bir iş yaparken kişiselleştirmemek gerekir. Kaş yaparken göz çıkarmamak gerek. İletişim yolu açık tutulmalı, insanları damgalamamalı, yaptıklarımızın doğruluğuna insanları ikna etmek gerekir. İşimiz insan kazanmak olmalı. Damgalayarak, ötekileştirerek insan kazanılmaz. Giderken kubbede hoş bir sada bırakabilmektir. Ötekileştirenler yarın ötekileştirilir.
Son söz emanet ehline verilmeli. Sürek avına çıkılmamalı. İnsanlar dedikodu kültürü ile yargılanmamalı. Hele bu işi yapanlarda dini hassasiyet varsa daha titiz olmalı. Çünkü makamlar kimsenin ebediyyen mülkü değildir.
"Müslüman elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimsedir. Hicret eden ise Allah'ın nehyettiği kötülüklerden kaçınan kişidir" hadisi gereğince yaşamayı Rabbim nasip etsin.18/10/2015

**18/10/2016 tarihinde kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder