Ana içeriğe atla

"Bitti, Şunun Şurasında Ne Kaldı?"

Ramazan orucunun 12.günü iftarda bir aileyi misafir ettim. Orucun kolaylığından ve zorluğundan açıldı konu. Şeker hastası olduğu için oruç tutamayan biri, "Bitti, kalmadı. Şurada bitmesine ne kaldı" demez mi? Acı acı gülümsedim. Niçin mi? Çünkü ramazanın bitmesine daha 18 gün var. Bu sözü bayrama 2-3 gün kala söylese eyvallah! Makul bir izah, diyeceğim. Üstelik mübareğin kendisi oruç tutmuyor. Bunu oruç tutan biri söylese yine evelallah! Sayılı günler çabuk geçer diyeceğim. 

Daha bundan daha beteri var. Ramazanın ikinci günü iftarı açtım. Yanımda benimle birlikte iftarını açan, "Bitti, şurada ne kaldı" demez mi? Hoppala, dedim. Yahu daha var 28 gün. İki gün kalsa tamam diyeceğim, dedim. "Olsun, ne kaldı şurada" diye cevap verdi.

Bu iki "Bitti, şurada ne kaldı" cevaplarına benim serzenişim. Oruçla bir derdim yok. Zira sırtımızda taş taşıyarak, tarlada ekin kaldırarak, bedenen çalışarak oruç tutmuyoruz. Oturduğumuz yerde; gölgede, terlemeden oruç tutuyoruz. Keremi ne şükür! Hiçbir zorluğunu görmedim. Beyinde bitirirsen kolay bir ibadettir. Yok, gece-gündüz oruçla yatar, kalkarsak yani beyinde bitiremezsek böyle bir oruç, zor mu zordur! Ama ne olursa olsun nefse ağır gelen bir ibadettir oruç. Baktığın ve durduğun yere göre hem kolay hem de zor bir ibadettir.

Orucun büyük bir kısmı daha dururken ""ne kaldı" denmesinin izahı gelişigüzel verilen bir cevap olsa gerektir. Bu iki cevap bana, eski zamanın Erzurum'unda meydana gelen bir anekdotu hatırlattı: Kitle iletişim araçlarının yaygın olmadığı eski ramazanlarda ramazan orucu, imamın “Yarın ramazana başlıyoruz” anonsuyla duyurulurmuş. Yine imamın duyurusuyla bayrama girilirmiş. Oruca böyle bir ortamda başlandığı Erzurum’da ihtiyar bir kadın, ramazanın bitimine son üç-beş gün kala kapının önüne oturarak “Ey şehri ramazan! Dana dün geldin, ne çabuk gidiyorsun? Şöyle ne iyiydik…” şeklinde kendince bir tekerleme ile ramazanı uğurluyor. Kayınvalidesinin bu durumunu gören gelini, kaynanasına bir şaka yapmak ister: “Anne anne! Hoca, bu sene orucu yanlış başlatmış, daha bir hafta daha tutacakmışız, haberin olsun” demiş. Bunu duyan ihtiyar kadın: “Gidinin imamı! Orucu niye erken başlattın, şimdi ben bu halimle daha bir hafta nasıl oruç tutacağım” diyerek imama verip veriştirmeye başlamış.

Şimdi orucun daha başında “Bitti, şurada ne kaldı” diyenlere eski zaman olacak ki samimiyetlerini test etmek için tam şaka yapmanın zamanı. Merak ediyorum tavırları ne olurdu? Ama böyle bir ortam yok şimdi. Aylar öncesinden oruca ne zaman başlanacağını, ne zaman biteceğini cümle âlem biliyor. İlla hocadan işitmek gerekmiyor.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde