Ana içeriğe atla

Teravihte Neredeyse Yanımdaki Cemaate Uyacaktım! *


Ön safta bir boşluk oluşunca arka saftan öne geçtim. Sağ yanımda benimle omuz omuza teravih kılan 30-35 yaşlarındaki cemaati gayri ihtiyari dinlemekten doğru dürüst ne imamı takip edebildim, ne de kendimi namaza verebildim. Çünkü rükû, secde ve tahiyyatlarda duaları içinden okuması gereken yanımdaki, benim duyacağım şekilde dışından okuyordu. Bir an için imama mı uyacağım, yoksa bu adama mı diye düşünmeden edemedim. Hatta bazen keşke imam hep kıyamda durup okusa rükû-secde yapmasa tahiyyata oturmasa dedim durdum kendi kendime. Bereket kıyamda imama uyduğu için kendimi namaza verebildim. Mübareğin öyle bir amin deyişi var ki duymaman mümkün değil, öyle bir "Eşhedü en lâ ilahe..." deyişi var ki kaç elif miktarı okuduğunu işitmemen mümkün değil. Saftan çıkıp geriye gitsem olmayacak. Çünkü sırıtıp kalacağım. Şu adam keşke sekiz kılıp çekip gitse dedim, gitmedi. Nasılsa benim gibi bir dinleyen buldu. Niye gitsin. Teravih bitti, hele şükür dedim.

Teravihin bitiminde vitir kılmak için kalktık. Yine aynı. O okudu, ben dinledim. Nihayet üçüncü rekatta imamımız Fatiha’dan sonra bir istikrar abidesi olarak yine ihlas süresini okudu, tekbirle birlikte hep beraber Kunut dualarını okumaya koyulduk. Hayret! Bizimkinin pek sesi duyulmadı. Anladığım kadarıyla Kunut duasını okumakta biraz zorlanıyordu. Zaten her adam net bir şekilde Kunut dualarını kolay kolay okuyamazdı. İşte bu da onlardan biriydi.

Namaz arasında zaman zaman "Kardeşim! Biraz içinden okusan" demek istedim. Dedim, sabredeyim. Çünkü sesli okuduğunu kabul etmeyebilirdi. Hatta tepki de gösterebilirdi. Sabır sabır sabır Ramazan dedim. Sonunda tespih dualarına kalmadan dışarı attım kendimi.

Bu muhterem namaz kılmayı kimden öğrendiyse kim buna böyle okuması gerektiğini öğrettiyse iyi yapmamış.  Aslında bu adamı akıl hocasının yanına verip birlikte namaz kılacaklar. Bakalım ne kadar dayanacak talebesinin namaz kılışına. İnşallah bu adam beş vakide değil de sadece teravihe geliyordur. Eğer tüm vakitlere geliyorsa sağındaki ve solundaki cemaatin çekeceği var. Onun okuduğunu dinlemekten insan kendi okuduğunu şaşırıyor. Bırakıp onu dinliyor. Keşke bu adam teravihi kendi evinde kılsa hiç olmazsa kimseyi rahatsız etmemiş olurdu. Ama o zaman okuduğundan kimsenin haberi olmayacaktı. 

İmamlarımız vaaz ve hutbelerinde belirli gün ve haftaları veya başka gündemlere değinmeden önce namaz adabından biraz bahsetse çok hora geçmiş olur. Umarım imamlarımıza bu tür şikayetler gitmiştir. Yoksa bu adam çok cemaat kaçırır bu gidişle.

* 02/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde