Ana içeriğe atla

"Boğazını Sıkıp Öldürecektim!"

2000 öncesi Adıyaman Kahta'da çalışırken birbirimizin evlerine gidip geldiğimiz bir arkadaşımız vardı. Evimize geldiğinde ve evine gittiğimizde veya bir başka arkadaşın evinde oturduğumuzda tedirgin olurduk. Kendisinden değildi tedirginliğimiz. Zira hoşsohbet biriydi. İki çocuğu vardı, ele avuca sığmaz; dur-durak, yorgunluk nedir bilmezdi. Ya koşar, ya kırar dökerdi. Akranları diğer çocuklarla oynarken de hep mızıkçılık yapar, mutlaka her oturmada bir vukuatları olurdu. Uğunurcasına ağlamasına babası da dayanamazdı. Hatta bir defasında kafasını bir yere vurmuş, hafif şişmişti. Babasının bir kalkışı, arabaya binişi, çalıştırması ve hareket etmesi vardı ki aracın kapısı bile kapanmadan hareket etti. Allah vere de yolda bir kazaya sebebiyet vermez dedik ardından.

Bir nüfus sayımı günü sayımda görev alan bu anne ve baba, iki çocuğa bakması için bir hemşehrilerinin evine gelirler. Ev sahibinin de üç çocuğu var. Onlar da sayımda görev aldıkları için çocukları bırakacak birini ararlar. Ev sahibi daha önceden yakın bir köyde görev yapan hemşehrileri Arif Hoca'dan çocuklarına bakması için yardım isterler. Üç çocuğa bakacak olan Arif Hoca, önünde beş çocuk bulur. Kendisine "Hemşehrim, biz sayımda görevliyiz, akşama kadar bizim evde otur-kalk. Ev senin, çocuklar da sana emanet" deyip bırakır giderler. 

Anne ve babalar sayım görevini bitirip gelinceye kadar beş çocuğa bakmak zorunda kalan Arif Hoca'yı bir ara gördüğümde dertli mi dertli gördüm. Başladı anlatmaya: "Ramazan Hocam, güya hafta sonu tatil geçirmek ve ziyaret yapmak için hemşehrimin evine gelmiştim. Akşama kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Çocukların üçünde sorun yoktu. Ama misafirin iki çocuğu anamı ağlattı. Zira akşama kadar bir türlü oturtamadım. Bir oraya, bir buraya koştular durdular. Buna da razı oldum. Kah pencereye koşuyorlar, kah kapıya. Çünkü pencereyi açmaya kalkıyorlardı. Beşinci kattayız. Çocuklar emanet! Pencereden düşerler diye korktum. Ne kendileri oturdu, ne de beni oturttular. Koştum durdum arkalarında. İnanır mısın? Çocuklar benim olsa boğazlarını sıkıp öldürecektim. Akşam anne ve babaları gelince derin bir oh çektim. Rabbime şükrettim, zira üzerimden büyük bir yük kalktı" dedi. O anlattı ben güldüm. Çocuk bakıcılığından günler geçmiş olmasına rağmen anlatırken hala etkisinde kaldığını gördüm. Çocukları tanıdığım için anlattıkları bana garip gelmedi. Çünkü çocukları tanıyordum. "Çok geçmiş olsun Arif Hocam!" dedim. 

Aylar sonra Arif Hocayı tekrar gördüm. Ben onu görünce gülmeye başladım. "Hocam, o çocuklarla ilgili yeni bir gelişme var, anlatayım" dedi. "Hocam, Adıyaman'a gelmek için Osmaniye terminaline geldim. Bilet aldığım otobüse binince bir baktım otobüste o arkadaşın çocukları var. Otobüse binmekle inmem bir oldu. Çünkü otobüste bir gün boyunca baktığım o iki çocuk vardı. Hemen firmaya giderek bilet saatimi değiştirttim" dedi. En iyisini yapmışsın, en azından canını kurtarmışsın, büyük geçmiş olsun. Zira büyük bir kaza atlatmışsın, dedim.

Arif Hocama illalah dedirten bu çocuklar, ben ayrıldığımda 4-5 yaşlarındaydı. Yıllar sonrasında bu aile Konya'da evimi ziyarete geldi. Buyrun gelin hocam dedim Ama ilk aklıma gelen çocuklarıydı. Daha neler Ramazan! Endişene bak, aradan yıllar geçti, üstelik çocuklar büyüyüp olgunlaşmışlardır, dedim. Neyse uzatmayayım. Arkadaş ailecek evime geldi. Çocukları gördüm. Ama nasıl bıraktıysam öyle idiler. Tek farkları boyları biraz uzamıştı. Yaramazlıklarından, mızıkçılıklarından hiçbir şey kaybetmemişlerdi. Yıllardır görmediğim bu çocuklar öyle zannediyorum 20 yaşını geçmiştir. Huyları değişmiştir diye büyük bir iddiada bulunmayacağım.  Allah, anne ve babalarına yardım etsin. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde