2000 öncesi Adıyaman Kahta'da çalışırken birbirimizin evlerine gidip geldiğimiz bir arkadaşımız vardı. Evimize geldiğinde ve evine gittiğimizde veya bir başka arkadaşın evinde oturduğumuzda tedirgin olurduk. Kendisinden değildi tedirginliğimiz. Zira hoşsohbet biriydi. İki çocuğu vardı, ele avuca sığmaz; dur-durak, yorgunluk nedir bilmezdi. Ya koşar, ya kırar dökerdi. Akranları diğer çocuklarla oynarken de hep mızıkçılık yapar, mutlaka her oturmada bir vukuatları olurdu. Uğunurcasına ağlamasına babası da dayanamazdı. Hatta bir defasında kafasını bir yere vurmuş, hafif şişmişti. Babasının bir kalkışı, arabaya binişi, çalıştırması ve hareket etmesi vardı ki aracın kapısı bile kapanmadan hareket etti. Allah vere de yolda bir kazaya sebebiyet vermez dedik ardından.
Bir nüfus sayımı günü sayımda görev alan bu anne ve baba, iki çocuğa bakması için bir hemşehrilerinin evine gelirler. Ev sahibinin de üç çocuğu var. Onlar da sayımda görev aldıkları için çocukları bırakacak birini ararlar. Ev sahibi daha önceden yakın bir köyde görev yapan hemşehrileri Arif Hoca'dan çocuklarına bakması için yardım isterler. Üç çocuğa bakacak olan Arif Hoca, önünde beş çocuk bulur. Kendisine "Hemşehrim, biz sayımda görevliyiz, akşama kadar bizim evde otur-kalk. Ev senin, çocuklar da sana emanet" deyip bırakır giderler.
Anne ve babalar sayım görevini bitirip gelinceye kadar beş çocuğa bakmak zorunda kalan Arif Hoca'yı bir ara gördüğümde dertli mi dertli gördüm. Başladı anlatmaya: "Ramazan Hocam, güya hafta sonu tatil geçirmek ve ziyaret yapmak için hemşehrimin evine gelmiştim. Akşama kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Çocukların üçünde sorun yoktu. Ama misafirin iki çocuğu anamı ağlattı. Zira akşama kadar bir türlü oturtamadım. Bir oraya, bir buraya koştular durdular. Buna da razı oldum. Kah pencereye koşuyorlar, kah kapıya. Çünkü pencereyi açmaya kalkıyorlardı. Beşinci kattayız. Çocuklar emanet! Pencereden düşerler diye korktum. Ne kendileri oturdu, ne de beni oturttular. Koştum durdum arkalarında. İnanır mısın? Çocuklar benim olsa boğazlarını sıkıp öldürecektim. Akşam anne ve babaları gelince derin bir oh çektim. Rabbime şükrettim, zira üzerimden büyük bir yük kalktı" dedi. O anlattı ben güldüm. Çocuk bakıcılığından günler geçmiş olmasına rağmen anlatırken hala etkisinde kaldığını gördüm. Çocukları tanıdığım için anlattıkları bana garip gelmedi. Çünkü çocukları tanıyordum. "Çok geçmiş olsun Arif Hocam!" dedim.
Aylar sonra Arif Hocayı tekrar gördüm. Ben onu görünce gülmeye başladım. "Hocam, o çocuklarla ilgili yeni bir gelişme var, anlatayım" dedi. "Hocam, Adıyaman'a gelmek için Osmaniye terminaline geldim. Bilet aldığım otobüse binince bir baktım otobüste o arkadaşın çocukları var. Otobüse binmekle inmem bir oldu. Çünkü otobüste bir gün boyunca baktığım o iki çocuk vardı. Hemen firmaya giderek bilet saatimi değiştirttim" dedi. En iyisini yapmışsın, en azından canını kurtarmışsın, büyük geçmiş olsun. Zira büyük bir kaza atlatmışsın, dedim.
Arif Hocama illalah dedirten bu çocuklar, ben ayrıldığımda 4-5 yaşlarındaydı. Yıllar sonrasında bu aile Konya'da evimi ziyarete geldi. Buyrun gelin hocam dedim Ama ilk aklıma gelen çocuklarıydı. Daha neler Ramazan! Endişene bak, aradan yıllar geçti, üstelik çocuklar büyüyüp olgunlaşmışlardır, dedim. Neyse uzatmayayım. Arkadaş ailecek evime geldi. Çocukları gördüm. Ama nasıl bıraktıysam öyle idiler. Tek farkları boyları biraz uzamıştı. Yaramazlıklarından, mızıkçılıklarından hiçbir şey kaybetmemişlerdi. Yıllardır görmediğim bu çocuklar öyle zannediyorum 20 yaşını geçmiştir. Huyları değişmiştir diye büyük bir iddiada bulunmayacağım. Allah, anne ve babalarına yardım etsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder