Ana içeriğe atla

Parmakçı Vekil İstemiyorum! *


24 Haziran 2018 tarihinde yapılacak genel seçimde 550 olan vekil sayısı 600'e çıkacak. Yani 81 ilden, 80 milyon arasından 600 kişiyi seçeceğiz. Seçtiğimiz kişiler bir beş yıl milletin vekili olacak ve milleti temsil edecek.

Milyonlarca vatandaşın arasından ilk 600'e girerek ipi göğüslemek çoğumuzun istediği bir durumdur. Çünkü ülke yönetimine yön veren yerdir burası. Vekil, asıldan aldığı yetkiyi kullanır burada. Bu yüzden el- vekîlü ke’l asl (vekil, asıl gibidir) denir. Vekil seçilenlerin imkânları ve statüsü de asılın kazancından ve mevkisinden kat kat iyidir. Teşbihte hata olmazsa vatandaş vekiline; yemediğini yedirir, giymediğini giydirir, kendi kazanmadığını kazandırır.  Üstelik vekile tüm tasarruflarında dokunulmaz payesi de verir. Emekli olduktan sonra da vekiller seçilmenin imkanlarından faydalanmaya devam eder. Vatandaşın her türlü imkânla donattığı vekilden istediği: “Her türlü imkândan faydalan. Yeter ki ülkenin ve benim sorunlarımı çöz, ihtiyaçlarımı gider, bunun için gerekli kanunu çıkar, haksızlıkları gidermek için elinden gelen gayreti göster. Bu işi yaparken yalnız değilsin, ülkenin her yerinden senin gibi seçilerek gelen 600 tane beyin var. İşleriniz istişare ile olsun, aranızda ortak akıl hâkim olsundur.”

Vatandaşın seçerek gönderdiği vekilden istediği ile vekilin yaptığı uyuşmuyor maalesef.  Öyle zannediyorum vekil seçmemizde bir anormallik var. Çünkü vekili biz seçmiyoruz, liderin seçip listesinde yer verdiği kişileri oyluyoruz sandıkta. Belki de bu yüzdendir ki asıl olan milletin, vekilinin nezdinde değeri yoktur. Vekil, millete çalışmaktan ziyade liderinin gözüne girmeye çalışıyor. Çünkü listeye koyan liderdir. Bir sonraki seçimde yeniden listede yer alabilmek için kendisini lidere göstermesi gerekiyor. Nasılsa millet de lidere bağlı. Kimse vekil olarak kime oy verdiğini bile bilmiyor. Hatta sevmediği, nefret ettiği bir vekil adayı olduğunu bile bile yine oy veriyor. Bunu bilen vekil, Meclis’e girdikten sonra lider ne diyorsa onun emrinde çalışıyor. Çoğu vekilin Meclis’te bulunma nedeni parmakçılık görevidir. Yani lideri ne diyorsa onu yapmaktır. Parmaklar kalkacak denirse kaldırılıyor, indirin denirse indiriliyor. Bu yüzden bu şekil vekillere parmakçı vekil dense yeridir. Buna da parti disiplini diyoruz. Hatta hoşumuza da gidiyor.

Kimse kusura bakmasın, bunun adı demokrasi falan değildir. Olsa olsa lidere bağlı siyasettir. Mademki aday tespitinde, listede yer almada, seçme/seçilmede ve Meclis’e girdikten sonra liderlerin dediği olacak; o zaman ne diye 600 kişiyi seçip gönderiyoruz Meclis’e. Çünkü gönderdiğimiz 600 kişi seçilmiş bir insan görünümü vermiyor bana. Yanlış anlaşılmasın, vekiller parti liderine hep karşı çıksın, mızıkçılık yapsın demek istemiyorum. Vekilin bir ağırlığı olsun istiyorum. Meclis’te ortak akıl hakim olsun. Çünkü tek akıl hata yapabilir ama 600 akıl kolay kolay hata yapmaz. Eğer seçimde, Meclis’te dört liderin dediği olacaksa 600 vekile masraf etmektense sandıkta hangi lider, ne kadar oy alıyorsa o liderin; aldığı oy kadar Meclis’te ağırlığı olsun. Liderler, dilediği kadar kişiyi yanında istihdam etmek suretiyle pekâlâ Meclis’te çalışabilir.

Parti disiplini adı altında lidere bağlılık, bana şeyh-mürit ilişkisini hatırlatıyor. Çoğu tarikatlarda hep şeyhin dediği olur, müridin esemesi okunmaz. Maalesef siyasi partilerimizdeki görüntü de aynı. Şeyh sorgulanmadığı gibi lider de sorgulanmaz, şeyh değişmez, liderler de değişmez. Şeyhe karşı gelen kapı dışarı edilir, siyasi partilerimizde de böyledir. Ne tarikatlarımızda, ne de siyasi partilerimizde kimse “Gassalın önündeki meyyit” gibi olmamalı.

İşin özü, Meclis’te milletin istemediği vekil istemiyorum. Salla başını, al maaşını misali parmakçı vekil de istemiyorum. Hangi partiden seçilirse seçilsin vekilin; Meclis’te ağırlığını hissettirmesini, tecrübelerini halkın istifadesine sunmasını, halkı temsil etmesini ve aklını kullanmasını istiyorum. Meclis’imiz parmakların durmadan inip kalktığı bir yer olmaktansa istişare meclisi olsun istiyorum. Yine Meclis’te halkın menfaatini kendi menfaatinden üstün tutan kişilerin yer almasını istiyorum. Meclis’e gidenlerin de bu işi mezara kadar yapmamalarını, işi tadında bırakmalarını istiyorum.

* 10/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde