Ana içeriğe atla

Sandıkta Konuşalım! **

Seçime giden partilerin siyasi partiler yasasına göre ittifak yapmasının yasak olduğu 1991 yılında yüzde 10 barajını aşmak amacıyla RP, MÇP ve IDP bir araya gelerek Refah Partisi amblemi altında genel seçimlere girmişti. Adı geçen partiler resmi olmayan bu birliktelik sonucu barajı aşmış ve 62 de milletvekili çıkarmışlardı.

Seçimden önce Refah Partisine geçmek suretiyle vekil adayı olanlar, milletvekili seçildikten sonra istifa ederek kendi partilerine geçti. 19 vekil ile MÇP, Meclis'te grup kuramadı. "Pazara kadar değil, mezara kadar buradayım, zira biz gemileri yaktık da geldik" diyerek RP'ne katılan IDP de seçilen 3 vekiliyle IDP çatısı altında Meclis'teki yerini aldı.

Seçimden önce başlayan "İttifak ne yapacak" heyecan ve endişesi yüzde 17'ye yakın oy alınca seçim sonrası yerini başarının konuşmasına bırakmıştı. Seçimde "Hangi partinin katkısı fazla olmuştu?" değerlendirmeleri de eksik değildi.

Bir gün kalabalık bir arkadaş grubuyla yemek yerken konu döndü dolaştı, yine ittifaka geldi. Ortamda bulunanlar ağırlıklı olarak Refah Partisine oy vermiş kişilerden oluşuyor ve gözlerden sevinç okunuyordu. Biraz muziplik olsun diye "Seviniyorsunuz ama ittifakta Islahatçı Demokrasi Partisinin (IDP) katkısı büyüktü. Eğer o olmasaydı bu kadar oy alamazdınız" dedim. Benim bu konuşmama oradaki bulunanlar kahkahayı bastı. Çünkü IDP, ittifakın en küçük ortağıydı, önceki seçimlerde alabildiği en yüksek oy yüzdesi binde 9'u geçmemişti hiç. Bundan dolayı IDP'nin (şimdiki adı, Millet Partisi) ittifaka katkısının fazla olmadığını herkes biliyordu. Katıla katıla gülmeleri de bundandı. Fakat o da ne! Gülenlere orada bulunanlardan biri "Ne gülersiniz, adam doğru söylüyor. Eğer IDP olmasaydı bu kadar milletvekili çıkarılamazdı" diyerek tepki gösterdi. Oradakiler ve ben, ne olduğunu anlayamamış ve şaşırmıştık. Ortam gerilmişti. Kısa bir duraksamadan sonra arkadaşlar "Olur mu öyle şey" diyerek tekrar gülmeye başladılar. Fakat ben gülemedim, dudaklarımı ısırdım. Nasıl gülebilirdim ki? Çünkü ittifak başarısına -şaka olsun diye- farklı pencereden bakan bendim. Daha doğrusu fikir babasıydım. Bugünkü aklım olsaydı o gün o espriyi de yapmazdım.

91 ittifakında başımdan geçen bu anekdotumu niçin anlattım? Yine bir seçim sathı mailine girdik malumunuz. Demokrasinin vazgeçilmezi olan seçimler ve siyaset bizi bölüyor, kırıyor, döküyor, incitiyor. Birbirimizi kırıp dökmemek, küstürmemek ve incitmemek için nerede, ne zaman, hangi ortamda ne konuşacağımıza dikkat etmemizde fayda var. Özellikle siyasi mülahazalardan kaçınmak, bir partinin lehinde veya aleyhinde görüş bildirmek, paylaşımlarda bulunmak için yoğurdu üfleyerek yemede fayda vardır. Görüşümüzü herkes bilmiş olsa da muhabbet ortamlarına siyaseti sokmamak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bu ülkede kimse yeknesak değildir. Bildiğiniz gibi 90’dan fazla irili-ufaklı partimiz var. Tabela partisi bile olsa hepsinin bu ülkede az veya çok bir karşılığı var. Hiç ummadığımız yerde partilerin seçmenleri karşımıza çıkabiliyor. Bizim için siyaset kadar bu ülkenin birliğe, dirliğe, huzura ve barışa ihtiyacı var. Hatta siyasetten daha önemli! Gündelik hayatta biz farklı siyasi görüşe mensup insanlarla iç içeyiz. Çoğu zaman düğün-cenaze vb nedenlerle bir araya geliyoruz. Siyaset öyle bir şey ki çekirdek yer gibi insan konuşmaya başlayınca kendini kaybedebiliyor. Biz birbirimize lazımız ve gerekliyiz. Bulunduğumuz ortamda partisinin aleyhine yapılan değerlendirmeler insanımızı üzebiliyor, kırabiliyor, hatta küstürebiliyor.

Biz en iyisi muhabbet ortamına, whatsapp gruplarımıza, sosyal medya sayfalarımıza siyaseti sokmayalım. Hatta unutulmayan üç çeşit arkadaş grubu olan; sınıf/okul, hapishane ve askerlik arkadaşlığına hiç ayak bastırmayalım. Bırakalım bu işi, profesyonelce yapmaya kalkanlar, yani siyasiler yapsın. Onlar meydanlarda, ekranlarda konuşsun; biz onları dinleyelim, değerlendirelim ve sandıkta -oy vererek-konuşalım. Unutmayalım ki biz birbirimizi üzdüğümüzde yanımızda siyasiler olmayacak. Siyasi görüşümüz için birbirimizi üzmeye değmez. Zaten kimse kimseyi de ikna edemez. Çünkü biz siyaseti en iyi bildiğimizi, en iyi görüşün kendimizin görüşü olduğunu sanırız. Muhatabımız da aynısını düşünüyor, haberimiz olsun. Baki selam!

** 17/06/2018 günü kahtasoz.com da yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde