Ana içeriğe atla

Siyaset Başkasının Dümen Suyuna Girilen Bir Yer Olmamalı! ***


Ferruh Bozbeyli, 1961-1977 yılları arasında Meclis’te bulunmuş siyasetimizin renkli simalarından biri. Siyasete,1961 yılında Adalet partisinde başlamış, parti lideri Demirel’in muhalefetine rağmen muhalefetin de oylarını alarak Türkiye’nin en genç Meclis başkanlığını yapmış, bu görevi 5 yıl yaptıktan sonra kendi isteğiyle Meclis başkanlığından ayrılmış ve bir kısım arkadaşıyla birlikte partisinden istifa etmiş, 1971 muhtırasının Meclis’te okunmasına karşı çıkan iki kişiden biri olmuş, demokrasiye yaptığı katkılardan dolayı kendisine “Yalnız Demokrat” denmiştir. 1971 yılında arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Demokratik Partinin genel başkanlığına getirilmiş, partisi 1977 seçimlerinde başarılı olamayınca önce genel başkanlıktan, ardından da aktif siyasetten çekilmiştir. Mezara kadar aktif siyaset yapmakta olan siyasilerimize duyurulur.

Siz Ferruh Bozbeyli’yi ne kadar tanıyorsunuz bilmiyorum Ben de kendisini birkaç yıl önce bir TV programında konuşurken tanıdım. Hoşsohbet ve samimi konuşmasını görünce dinlemeye koyuldum. Aklımda kaldığı kadarıyla sizinle paylaşmak istiyorum: Adalet partisinden ayrıldıktan sonra arkadaşlarıyla birlikte Demokratik Partiyi kurduklarını, kendisinden partinin genel başkan olması istendiğini, kabul etmediğini, ısrarları geri çevirdiğini anlatıyordu. Devamında, “Bir gün ofisimde çalışıyorum. Yanımda babam da var. Odama gelip efendim, falan ilden kalabalık bir heyet gelmiş, sizinle görüşmek istiyor. Aldım odama. Bana “Sizi partimizde genel başkan görmek istiyoruz.” dediler.   Günde birkaç heyet bu şekilde gelip-gidiyor, hepsi de partinin başına geçmemi istiyordu. Tezahüratlar da o biçimdi. Günlerce devam eden kalabalığı gören babam, ‘Oğlum! Bu halkın karşısında durulmaz, bu halk seni istiyor, başkanlığı kabul etmen gerekir’ dedi. Mecburiyetten kabul ettim ve partinin genel başkanlığına geçtim. Daha sonra öğrendim ki bana oyun oynamış bizim partililer. Her gün benimle görüşmek için gelen heyet aynı heyetmiş, kalabalığın önüne 5-6 farklı kişi geçiriyor, benim karşıma gönderiliyormuş. Ben dolduruluşa getirildiğimi partinin başına geçtikten sonra anladım ama iş işten geçmişti.”

Uzattım biliyorum. Çünkü niyetim Ferruh Bozbeyli’yi anlatmak değildi. TV konuşmasında dikkatimi çeken “Beni dolduruşa getirdiklerini nice sonra anladım” demesi. Dolduruşa getirildiğini kabul eden herhalde ender siyasilerimizdendir. Bugün dolduruşa gelen öyle siyasilerimiz var ki Sayın Bozbeyli’ye rahmet okutur cinsten. Son günlerde orta yerde gezip dolaşan, ilkeli siyaset yaptığını sanan bir siyasimiz var: Gitmemesi gereken yerlere gidiyor, görüşmemesi gereken kişilerle görüşüyor, fikri-zikri uyuşmayan/aynı kazana atsalar kaynamayacak kişilerle ikili-üçlü görüşmeler yapıyor, TV’ler kendisinden konuştukça, kendisi hakkında övücü sözler söyledikçe halkın bana ilgi ve alakası var, beni istiyor, siyasette benim bir ağırlığım var, diyerek coştukça coşuyor. İşin garibi aynı düşüncede olduğu kişilerin “Birlikte çalışalım” teklifini bir güzel reddedip kendisine ve düşüncesine yabancı zihniyetlerle ortak iş yapmaya kalkıyor. Anlayabilene aşk olsun! Birileri, “Bunları nasıl bölebilirim” hesabı yaparken o kimse dolduruşa geldiğinin farkında bile değil ve iyi bir iş çıkardığını sanıyor.

Yazık gerçekten yazık! İnsan; nerede, kiminle, niçin durduğunu bir güzel tartmalı diye düşünüyorum. Birlikte iş yaptığı insanların yanında sırıtıp kalmamalı. Aynaya bakıp “Dün yüzüme bakmayanlar, bugün bana niçin ilgi gösteriyorlar ve ben kimi üzüyor, kimi sevindiriyorum” diye düşünmeli her şeyden önce. Bu kimsenin bugün yaptığı siyaseti görünce geçmişin renkli siması Ferruh Bozbeyli’yi hatırlamış oldum. Kendisi yaşıyor bildiğim kadarıyla. Allah rahmet eylesin kendisine.

*** 08/05/2018 tarihinde Barbaros ULU ismiyle Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde