Ana içeriğe atla

"Ayı mısın Ay Ayı?"


Davetli olduğum bir düğüne giderken sol tarafımdan önüme geçen 4 kişilik bir grubu gördüm. Onlar da beni gördüler. Zaten görmemeleri mümkün değildi. Çünkü karşı yoldan benim bulunduğum kaldırım tarafına geçiyorlardı. Mecburen araba falan geliyor mu diye bakmaları gerekiyordu. Üç tanesi baktı, hiçbir şey olmamış, tanımıyormuş gibi yapıp selam vermeden önümden salona geçmek için yürüdüler. Çünkü yemek kalmayabilirdi. Sadece bir tanesi beni görünce yanıma gelip hal-hatır sorduktan sonra birlikte geldiği ekibe yetişmek için yanımdan ayrıldı.

Yapılan bu muameleyi garipsediğimi söylemek isterim. Zira düğüne gelen ekip kişisel davetli değil, bir STK’yı temsilen oradaydılar. Bir yerde temsil makamında olan kişilerin gözü yemekte olmaktan ziyade davet edildikleri yere gittikleri zaman çevreye bir göz atmaları, insanlara selam vermeleri, imkan varsa hal ve hatır sormaları gerekir diye düşünüyorum. Çünkü deruhte ettikleri iş  kamu adına yaptıkları bir görevdi. Çevresinde gördüğü insanlar ister üyesi olsun veya olmasın sosyal olmak, insanlara değer vermek zorundadır. Çünkü bulunduğu yerde kendini değil, STK'ını temsil etmek durumundadır.

STK'nın başına ve yönetimine yeni geldiler, acemilikleri var desem kaç dönemdir parti genel başkanları gibi yerlerinde çakılı dururlar. Yani eskiler ve tecrübeliler. Bu işi gönülsüz yapıyorlar desem öyle bir şey yok, seçimde karşılarına çıkan rakiplerine katlı epey mücadele ettiler. Yani yerlerini de seviyorlar.

İnsanın sorası geliyor: "Be mübarekler! Çevrenize tebessüm etmeyeceksiniz, selam vermeyeceksiniz, görmezden gelecekseniz ne diye işgal ediyorsunuz bulunduğunuz koltukları?  Size öküz desem inanın öküze hakaret olur. Böylelerine bizim yörede söylenen bir deyim var: Ayı mısın ay ayı diyesi geliyor insanın. Tanıdığınızı tanımamazlıktan gelmeyi iyi beceriyorsunuz. Bu hastalığın adını bilmiyorum ama olsa olsa ayı olursunuz. Utanın utanın yaptığınızdan! Milletin size emanet ettiği görevi kötüye kullanıyorsunuz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde