Ana içeriğe atla

"Sen de mi Orucu Sayıyorsun?"

İliklerime kadar üşüdüğüm soğuk bir zamanda üzerimde pardesü, başımda takke, ayağımda bot, pantolonumun altında pijamam olduğu halde tıraş olmak için berbere girdim. Sıra beklerken konu havanın soğukluğuna geldi. Berber, "Sıkı giyinmemize rağmen üşüyoruz" dedi. Kendisine "Biz bu halde üşüyoruz, bazı bayanlar etek giyiyor, başı ve boyun kısmı açık şekilde okula geliyor. Nasıl üşümüyorlar, merak ediyorum. Kuruma geldikten sonra içeride kaloriferler yanmasına rağmen yanıma gelip kaloriferin derecesini yükseltsek, çünkü üşüyoruz" şeklinde taleple geliyor. Konuşanın giyimine bakıyorum, sanki sıcak bir havada giyebileceği bir giyimle gelmiş karşıma. Kendisine be kardeşim etek yerine pantolon ve üzerinizi biraz kavi giyseniz üşümezsiniz, bak ben üşümüyorum" desem yanlış anlar. Mecburen susuyor ve kazanın derecesini yükseltiyoruz şeklinde konuşunca berber koltuğunda beni dinleyen biri kadının ne şekilde giydiğine iyi dikkat etmişsin, ben hiç farkına varmadım bugüne kadar" dedi. Olabilir dedim tanışmadığım bu kişiye. Karşısında kendisiyle konuşmaya gelenin giyim ve kuşamını görmeyen bu adam kör mü diye dikkat ettim. Kör de değil. Demek ki gözü kapalı konuşuyor muhataplarıyla. Herkes benim gibi sapık mı dedim kendi kendime.
*
Malum ramazan ayındayız, oruç tutuyoruz. Günlük 16 saatten fazla bir vakti yemeden, içmeden geçiriyoruz. Kolay mı değil. Çünkü açlık ve susuzluk hissetmemesi mümkün değil insanın. Tüm meşakkatine rağmen orucumuzu tutuyoruz. Çünkü dini bir vecibedir. Orucun kolaylığı ve zorluğu beyinde başlar ve beyinde biter. Niyetine aldın mı bir bakmışsın ki orucun gelmesiyle gitmesi bir olmuş. 

Ben oruca başlamayı birçok memur, öğretmen ve öğrencide görülen pazartesi sendromuna benzetiyorum. Pazar gününden başlayan tedirginlik ertesi günü iş başı yapınca geçiyor. Oruç da böyledir. Ramazana girmeden bu sıcak ve uzun günlerde nasıl dayanırız tedirginliği oruç tutmaya başlayınca geçiyor.

İlk üç gününü tuttuktan sonra biri, "Oruçta bitti, şurada ne kaldı" dedi. "Mübarek, daha var 27 gün. Ne bitmesi dedim, gülüştük.

Orucun 8.günü bir yerde iftardayız. "Orucun 8 günü bitti, geriye ne kaldı" diye konuşuldu. Daha var 22 gün, birliği falan yok dedim. "Bazıları orucu sayıyor, neyini sayıyorlar, sen de mi sayıyorsun" dedi. Ne olur saydığımızda. Yoksa siz saymıyor musunuz, bak 8 gün bitti diyen sizdiniz. Orucu bu kadar kolay sanmayın. Zaten zor olduğu için Allah 12 ay oruçlu geçirmemizi değil, bir ay oruçlu olmamızı emretti. Eğer size kolay geliyorsa 365 gün oruç tutun, elinizden alan mı var, dedim.

Bazı insanları anlamakta zorlanıyorum. Verdiğim iki örnekte biri karşısındaki kişinin ne şekilde giydiğinden haberi olmadığını, diğeri tuttuğu orucu saymadığını söyleyerek ne yapmak istiyor? Ya laf olsun diye konuşuyor, ya ne konuştuğunu bilmiyor, ya da kendilerini çok takvalı göstermeye çalışıyor. Aklı sıra seni ayıplamaya çalışıyor. Mübarekler! Allah o gözü niye verdi, bakar kör olasın diye mi? Ya da orucun kaçıncı gün olduğunu bilmenin neresi garip? Acaba bu tipler bugün iftar kaçta okunacak, imsak ne zaman başlayacak diye imsakiyeye göz atmıyorlar mı? Bal gibi bakıyor. Kaçıncı gün olduğunu bilmeden iftar ve insanın vaktinin girip girmediğini nasıl tespit ediyorlar. Hasılı, bu tiplerinki "Laf olsun padişahım." Bunun başka bir izahı yok. Umarım bu tiplerde mürailik yoktur. Şayet varsa bu, her şeyi yakar, yıkar. 24.05.2018




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde