Ana içeriğe atla

Kaderi Suçlamayı Bırakalım Artık! *


Toplumda ne zaman bir doğal afet olsa veya suç işlense, insanımızın yolu cezaevine düşse olayın niçin olduğunu incelemeden hemen “kader…kader kurbanı…kader mahkumu…demek ki kaderi böyleymiş…insan kaderini değiştiremiyor…Allah böyle yazmış…ne kötü kaderin varmış…” sözlerini çokça duyarız. Bu bakış açısı suçu kadere yıkmak ve insanı temize çıkarmaktır. Yani bu işte benim suçum yok, eğer suçlu arıyorsanız suç kaderimdedir, beni değil; kaderimi suçlayın demektir. İnsanın yaptıklarına kılıf bulmasıdır.

Allah evreni yaratırken üç çeşit yasa yaratmıştır. Bunlar: Fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasalardır. Gece ve gündüzün meydana gelmesi, yağmurun yağması, doğa olayları, mevsimlerin oluşması, Güneş’in doğup batması vs birer fiziksel yasadır. Bunlar yaratılırken kendisine ne görev verilmişse aynıyla vuku bulur, insanın dahli yoktur. Canlıların doğumu, gelişmesi ve ölümü ise biyolojik yasalara örnektir. Bu yasa da Allah’ın evreni yaratırken koyduğu ölçü çerçevesinde meydana gelir. Toplumsal yasa ise toplumun oluşum, gelişim, değişim ve çözülmesiyle ilgilidir. İnsanı ve hayatı ele alır. Buna da örnek verecek olursak: Gelir dağılımının adil olmadığı toplumlarda toplumsal barış bozulur, işsizlik ve kuraklığın olduğu yerde göç başlar…gibi. Yine Allah Kur’an’da eski kavimlerin yaptıklarını misal olarak verir: Onlar böyle böyle yapmışlar ve başlarına şunlar gelmiştir. Eğer siz de onlar gibi yaparsanız aynı akıbet sizi bekliyor, demek suretiyle toplumsal yasaya işaret etmektedir.

Her üç yasada da sebep-sonuç ilişkisi vardır ve evrenseldir. Fiziksel yasalarda insanın dahli yoktur. Fakat insanın çevreye verdiği zararlardan dolayı iklim değişiklikleri, küresel ısınma, ozon tabakasının incelmesi ve delinmesi gibi durumlar ortaya çıkabilmektedir. Canlıların GDO’su ile oynamak suretiyle elde edilen ürünler, insanın veya canlıların gelişimine olumsuz katkı sağlaması biyolojik yasalarda da bir değişikliğe sebebiyet verebilir. İnsanın özgür iradesiyle yaptığı şeylerle oluşan toplumsal yasalar da değişmezdir. Mesela Allah, “Bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe Allah hiçbir toplumu değiştirmez” buyurarak Allah’ın kanununda bir değişiklik bulamazsınız demektedir.

Kader; ölçü, plan, düzen, denge ve program demektir. Yani kaderden anlamamız gereken “Allah’ın evreni yaratırken bir plan ve ölçü çerçevesinde koyduğu kurallar bütünü” diyebiliriz. Yani yukarıda anlatmaya çalıştığım üç yasa kaderin ta kendisidir. Allah, “Ben evreni yaratırken bir ölçü koydum, bu düzen demektir. Siz de hayatınızı bir düzene koyun, bir plan ve program çerçevesinde hareket edin” demek istiyor. Yine Allah, “İnsanoğlunun başına gelenler kendi yapıp ettiklerinden demektedir. Kaderden anlamamız gereken budur. Durum bu iken depremde binamız yıkılır; kader deriz, maden ocağında göçük meydana gelir; kaderden kaçılmaz deriz, hız kurallarına uymadan ölümüne araç sürer, kaza yaparız; kader deriz. Evet depremlerin olması, maden ocaklarında göçüğün meydana gelmesi bir doğa olayı yani fiziksel yasanın bir gereğidir. Binanın yıkılması ve altında insanların kalması depreme dayanıklı ev yapmayışımızdandır. Yani insan eli değiyor burada. Öldüren deprem değil, çürük binalarımızdır. Allah, “Sağlam bina yapmazsanız o yaptığınız binanın altında kalırsınız” ölçüsünü koyuyor.

İnsanoğlu adam öldürür, hırsızlık yapar, cinsel istismarda bulunur, terör eylemlerine vs katılır…Bunların hepsi insanın özgür iradesiyle yaptıkları şeylerdir. Bu ve benzeri suçlarla hapishaneleri dolduran insanlara anlaşmışçasına kader mahkumu, kader kurbanı diyoruz. Allah’tan korkalım böyle derken. Suçu kadere yükleyen kader inancımız öbür dünyada yakamıza yapışır. Kimse yaptığı veya işlediği suçun cezasını kadere yüklemesin. Böyle diyenlere kader kadar başınıza taş düşsün diyesim geliyor. Hele kader kurbanı diye suç işleyen insanları hapisten kurtarmak için genel af ilan etmek veya bunu dillendirmek hakkaniyete uymaz. Suçlu mutlaka cezasını çekmelidir. Eğer suçlu affedilecek ise mağdur tarafların izni olmadan devletin affetme yetkisi yoktur, Meclisin de buna alet olmaması gerekir. Özellikle sorumluluk makamında olanların genel af veya kısmi af gibi sözleri ağzına bile almamalıdır.

Bazıları “Kaderimiz değişir mi” şeklinde soru sorar. Mübarek kaderini biliyor musun ki değişir mi diye soruyorsun. Kader dediğimiz şey, kendi yapıp ettiklerimizdir. Lütfen yaptığımız şeylerden dolayı kaderin arkasına sığınmayalım. İşe ilk önce günümüzde yaygın olan yanlış kader anlayışımızı düzeltmekle başlarsak taşlar yerli yerine oturur; hayatımız düzene girer, yaptığımız ve yapacağımız şeyler için tedbirler alırız.

* 14/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde