Bundan iki buçuk yıl
önce Türkiye, bir genel seçime gitmiş ve alınan sonuçlara göre hiçbir parti
parlamentoda çoğunluğu sağlayamadığı için hükümet krizi çıkmıştı. Çünkü
sandıktan koalisyon çıkmış, hiçbir parti birbiriyle koalisyona yaklaşmamıştı. Kaç
ay boyunca hükümet kurulamamıştı. Nihayetinde Cumhurbaşkanının kararlı
duruşuyla Türkiye 5 ay sonra yeni bir seçime giderek ortaya çıkan hükümet krizi
beş ay sonra çözülebilmişti.
Hükümetin
kurulamadığını ve orta yerde istifasını vermiş bir kabinenin olduğunu gören
PKK, fırsat bu fırsat deyip “Çözüm Sürecini” bozmuş ve yeniden bombalı
eylemlerine başlamış, Güneydoğu’nun birçok ilinde hendek ve barikatlarla yeni
bir kalkışmaya gitmişti. PKK’ya bu cesareti veren ülkedeki siyasi boşluktu.
Bereket ülkede geçmiş hükümet olma tecrübesi olan ve “Ben nasılsa müstafi
durumdayım, günümü gün edeyim, etliye-sütlüye karışmayayım” demeyen bir hükümet
vardı ki sorumluluğu üstlenerek terör örgütünün üzerine acımasızca gidebilmişti.
Türkiye’ye zor günler yaşatan bu menfur sahne alınan inisiyatifle
çözülebilmişti.
07 Haziran 2015
yılındaki hükümet krizini 01 Kasım seçimleriyle gideren ülke, genel seçimlere
1,5 yıl kala yeni bir seçime daha gidiyor. Üstelik bu sefer sistem değişmiş
durumda. Hem cumhurbaşkanını, hem de Meclis üyelerini seçeceğimiz bir seçim var
önümüzde. Kimse sonucun ne olacağını, yeni sistemin ülkeye ne getirip
götüreceğini, Meclis’te nasıl bir aritmetiğin oluşacağını, Meclis çoğunluğu ile
Cumhurbaşkanının farklı partilerden olması sonucu ortaya çıkarsa sonucun bizi
nereye götüreceğini kestiremiyor.
Mevsim yine yaz ve
haziran ayı. Ayların, günlerin ve mevsimlerin uğur ve uğursuzluğuna inanan
birisi değilim. Felaket tellalılığı da yapmak istemiyorum ama gördüğüm tablo
beni ürkütüyor. Çünkü aynı endişeyi 7 Haziran 2015 seçim öncesi hissetmiştim,
halihazırda aynı durumla karşılaşacağımız endişesini taşıyorum. Üstelik bu sefer
yeni sistemin ne getireceğini kestiremiyorum bile. Çünkü bizim siyasetimizde
maalesef uzlaşı kültürü yok. Eğer bir partinin kendisine muhtaç olduğunu hissederse
bir parti, “Benim dediğim olacak” diye tüm isteklerini sıralar. Çünkü ocağına
düşmüşsün, naçar ya dediğini yapacaksın, ya dediğini yapacaksın. Zira bizim
siyasetimizde ülkeden önce parti çıkarları gelir.
Eskiden etrafımız ateş
çemberiydi. Şimdiki pozisyonumuz ateş çemberinin içinde olduğumuzu gösteriyor. PKK’sı, DAEŞ’i, FETÖ’sü ve bunların
ağa-babaları olan ABD ve Batı sendelememizi ve tökezlememizi bekliyor. En ufak
bir zaafımızda öldürücü vuruşu yapacaktır. Nitekim PKK’nın 7 Haziran seçim
sonrası ateşkesi bozması da bunu gösteriyor. Ülke siyasetinin çıkmaza girmesi
ve Cumhurbaşkanı ile Meclis arasında uyumun olmaması ülkenin felaketi olur. Bir
vatandaş ve seçmen olarak ben, ülkenin 07 Haziran tablosu ile karşı karşıya
gelmesini istemiyorum. Çünkü böyle bir ortamda ayakta kalabilmemiz için güçlü
bir mekanizmanın ve ivedi karar alabilen bir ülke siyasetine ihtiyacımız
vardır.
Ülkeyi yönetmeye talip
olan siyasi partilerin kişiler üzerine siyaset yapmaktansa ilkeler üzerine
siyaset yapmasında ve önceliğin Türkiye olduğunu bilmelerinde yarar vardır.
Yoksa ufacık bir sendelememiz bizi kurtlar sofrasına yem ve meze yapabilir.
Ülke yönetimine talip olanların çoğunda bu duyarlılığın olduğu kanısında
değilim. Umarım seçmen bunun farkındadır. Parti liderlerinin; aday belirlemede
ülke sorumluluğunu taşıyacak, dürüst ve donanımlı kişilere listelerinde yer
verir diye ümit etmek istiyorum. Çünkü ülkenin buna her zamankinden daha fazla
ihtiyacı vardır.
*** 03/05/2018 tarihinde Barbaros ULU ismiyle Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.
*** 03/05/2018 tarihinde Barbaros ULU ismiyle Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder