Ana içeriğe atla

Babanın Günahını Niçin Evladı Çeksin?

Ne zaman bitmeyen çilemiz Filistin meselesi gündeme gelse, İsrail Filistinlileri katletse dünya ayağa kalkar. İsrail'in bu orantısız güç kullanmasını eleştirir. Ülkemizin bu konuda sesi daha bir gür çıkar. Devletin en tepesinden İsrail'i yerden yere vuran açıklamalar gelirken halkımız da protesto eylemleri düzenler. Devletiyle ve milletiyle topyekûn Filistinlilerin yanındayız dense yeridir. Buraya kadar sorun yok. Sorun içimizde sesi cılız çıkan bazılarının yazıp çizdikleri ve dillendirdiklerinde.

Ne mi yapıyorlar? İçimizdeki bu kesim hemen tarihe gidiyor, Filistinlilerin Osmanlıya nasıl ihanet ettiklerini, nasıl arkadan vurduklarını anlatıyorlar bir güzel. Ardından İsrail'in terörüne ve Filistinlilerin gözyaşına değiniyorlar. Bu tiplerin yazdıklarından ben, "Filistinlilerin üzüntülerini paylaşıyor, İsrail'i telin ediyoruz ama Filistinlilerin bugün başına gelenler dünkü ihanetlerinin bir bedelidir, biz bunu unutmadık, size de hatırlatıyoruz" demek istediklerini anlıyorum. Hatta utanmasalar belki de "oh olsun" diyecekler.

Tarihi olayları derinlemesine bilmesem de Arapların Osmanlı'yı I.Dünya Savaşında arkadan vurdukları bir gerçek. Kabul. Ama hepsi mi  bize arkadan vurdu? Değil elbet. O zaman niçin tüm bir coğrafyayı ve bir ırkı toptan suçluyor, toptancılık yapıyoruz. Bir kısım Arapların bizi arkadan vurması tam bir ihanettir. Bunu tasvip etmemiz mümkün değil. Üstelik biz Müslüman kardeşiz. Pekiyi Arapların bu ihanetinde bizim suçumuz yok mu? Demek ki oraları boş bırakmışız, birileri doldurmuş. Çünkü tabiat boşluk bırakmaz. Biz eskisi gibi güçlü olsaydık, zaafa düşmeseydik kimse bize arkadan hançer saplayamazdı. Haydi diyelim ki Arapların yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında idi, hiçbir dertleri ve sorunları yoktu. İngilizlerle bir olup bize keyfi isyan ettiler. İsyan ne zaman olmuş? Yüzyıl önce. Bugün isyan edenlerden yaşayan var mı? Yok. Hepsi vefat ettiler, hatta bu isyancılardan sonra kaç nesil vefat etti. Bugünkü Arapların isyanda payı var mı? Herhalde var diyemezsin. Çünkü akıl, mantık bunu gerektiriyor. Eğer babalarının yaptığı ihanetten dolayı bunlara da hain diyorsak bunun ne bilimsel, ne dini açıklaması vardır. Bu suçlama, olsa olsa Hıristiyanların "Asli günah"veya "İlk günah" açıklamasına girer. Zira onlara göre Adem ile Havva'nın  yasak ağacın meyvesinden yemesinden dolayı bu ikisinin suç işlediğine ve bundan sonra doğan herkesin günahkar olarak dünyaya geldiğine inanılır. İsa, çarmıha gerilerek günahların bedelini ödemiş, bundan sonra gelenler de ilk günahtan kurtulmak için vaftiz olmaları gerekiyor. 

Atalarının geçmiş ihanetlerinden dolayı bugün bizim Arapları suçlamamız, Hıristiyanların asli günahtan farklı değil. Haydi diyelim ki onlar vaftiz gibi bir yol bulup ilk günahtan kurtuluyorlar. Peki biz ne yapacağız? Zira biz Müslümanız. Üstelik bize göre her doğan günahsız olarak dünyaya gelir, kimse babasının günahını çekmez. İnancımız, suçun ferdiliğini esas alır. 

Durum bu iken geçmişin suçunu hiçbir şeyden haberi olmayan çocuklarına yıkmak inancımıza terstir. Yok bunlar yedisinde ne ise yetmişinde de odur, bu Arapların genlerinde vardır, denirse bu da başka bir ırkı kötülemektir, ırkçılıktır. Bu da inancımıza aykırıdır. Üstelik cahiliye adetidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde