Ana içeriğe atla

Sen misin Canı Künefe Çeken? (2)

Zile bastım. Kapı açıldı. Ooo diyecekler sandım. Gördüm ki normal günlerden bir gündü gelişim ev halkı için. Belki de hangi dağda kurt öldü ya da künefesizlikten iflahımız kesildi, nasıl yiyeceğiz diye düşünüldü. Belki de şok geçirdikleri için tepki verilmedi. Künefe künefe diye tutturan oğlan dışarı çıkacakmış. Zamanını buldun der gibiydi. 

Neyse oturduk yemek için. Oturunca eşofmanımda damlacıklar gördüm. Tek tük de samana benzer ince ince döküntüler. Damlacıklar yağmur damlaları, döküntüler de rüzgarın yerden savurduğu olmalı dedim ve zekama hayran kaldım. Öyle ya rüzgar eşliğinde yağmur vardı. Başka ne olacaktı. Yine de test için elimi dokundum damlacığa. Dokunduğumun yağmurla alakası yoktu. Elime bulaştı tatlı bulaşığı. 

Bir kalkış kalktım oturduğum yerden. Başka yerimde var mı derken gömlekte de vardı bulaşıklar. Adeta parlıyordu gömleğimde oluşan desenler. 

Sıcağı sıcağına yiyeceğim künefeyi bırakıp üzerimi değiştim ve ardından künefeyi bir beş dakikada bitirdik. Beş dakikalık zevk için gitmişti 330 ama olsun. Zevk için değerdi. Zaten zevk için yaşamıyor muyduk?

Ağzımda tadı, midemde künefe uykuya daldım. 

Öğleye doğru hem künefe tabağını verip hem depoziteyi alıp cebim para görsün. Sonra da çarşıya yönelmeyi istedim. Dolabı açıp pardösüyü giydim. Kaşkolü da boynuma attım. O da ne? Kaşkolde tatlı bulaşığı vardı. Bir hışım kaşkolü alıp banyodaki kirli sepetine attım. Bir gömlek, bir eşofman bir de atkıya sebep oldu bizim künefe sevdamız derken bir de baktım ki pardösünün sol tarafından elime bir şeyler bulaştı ve sertlik vardı. Gözümü çevirdim. Yukarıdan aşağıya sıvanmıştı künefenin yağı ve şekeri. Parlıyordu adeta. Üstelik pardösünün içi de künefe yemiş. Şuraya da süreyim desem bu kadarını beceremezdim. Adeta künefe yağı ve şekeri banyosu yapmış benim elbiselerim. Bundan demek ki tabakta niye şerbetini olmadığı. Böylece künefeden sadece ailem değil, giydiğim elbiselerim de nasibini almıştı. Öyle ya biri yiyip diğerleri bakarsa olmazdı. Bu vesileyle esas bayramı elbiselerim yaptı. Üç kişiye yeten; eşofman, gömlek, atkı ve pardösü olmak üzere yedi kişi yedik üç kişilik künefeyi... Diğerleri neyse de pardösüye bari bulaşmasaydı şu benim künefe sevdam. Hem kışı çıkarmadı daha. Üstelik geçen sene pardösüyü temizlemesi için kuru temizlemeciye verdiğim katmerli parayı unutmadım daha. Özel yıkama olunca para böyle oluyormuş. Eyvah ki eyvah. Bir daha eve künefe getirirsem iki olsun dedim. Ne vardı da eve getirmiştim. Ha gidip künefecide yeseydik olmaz mıydı? Bu künefe çok pahalıya patladı bana. Ama olan oldu. Son pişmanlık ise fayda etmez zaten.

Gözüm ıslak mendili aradı. Aldım yanıma. Pardösünün temiz tarafını kanepeye serdim. Çıkardığım ıslak mendillerle sanki halıya çay dökülmüş gibi sildim durdum. Hızımı alamayıp üzerinden birkaç kez daha geçtim. Pardösü anam ya dedikçe onu yerken düşünecektin dedim. Nerede bir bulaşık gözüme ilişmişse sildim. Oğlana da, evlat iyi ki annen evde yok. Akşamdan yıkanmadan çıkmaz künefenin bulaşığı, kaskatı olur bulaşan yer demişti. Burada olsa hiç sildirmez, kışın ortasında kuru temizlemecide alırım soluğu. Aman haberi olmasın dedim. Yoksa kış günü birkaç gün pardösüsüz kalacağıma mı yanayım, bu kış iki defa kuru temizlemeciye para ödeyeceğime mi yanayım. Aman ha aman dedim, sıkı sıkıya tembihledim. 

Kaç ıslak mendil kullandım bilmiyorum. Oldu tertemiz deyinceye kadar kullandım. Ardından sildiğim yerler hafif nemli bir şekilde pardösüyü giydim. Elime künefe tabağını alıp çıktım. Teslimatı yapıp  depoziteyi nakit aldım. 

Oradan çarşıya yöneldim. Pardösünün ıslak yerleri kurudukça sertleşmeye başladı. Düğmeyi açıp kapadıkça bu sertliği daha fazla hissettim. Pardösünün sağı yün gibi. Sağı ise sem sert. Bu kadarına da pes doğrusu. Başıma dert alayım diye uğraşsam bu kadarı başıma gelmezdi. Hemen Cafer'in Çilesi filmindeki Cafer'in çilesi gözümün önüne geldi. Kaderim kaderim desem de kendimin ördüğü bir kaderimdi bu. 

Bir ay daha giydim pardösüyü. Sol taraftaki sertlik eskisi gibi olmasa da her giyişimde bu sertliği hissettim ve gözümün önüne o akşamki künefe maceram geldi. İstemeden bir kabus yaşamışım ve bu kabus hala peşimi bırakmadı. Bereket kendi pardösümü kendim giyerim. Bir gün hanım, bu sefer ben tutayım diye pardösüyü eline alsa işte o zaman yandım demektir. Şükür ki kış bitti ve pardösü kuru temizlemeciye gitmek için dolapta bekliyor. Yakındır ne zaman vereceksin temizlemeciye denmesi. 

Aylar geçti. Künefenin tadı hala damağımda demeyeceğim. Çünkü tadı akşamdan bitti. Sabahında ise adeta zehre dönüştü. O gündür bugündür, künefeye ödediğim paranın acısı geçti ve unuttum. Kimse bir künefe olsa da yesek demiyor. Ki dense nasıl bir tepki vereceğimi elan kestiremiyorum. Gel gör ki bu zaman olmuş, neydi o künefe maceram öyle diyorum ve hiç unutmuyorum. Künefe midir yoksa sünepe mi bir türlü peşimi bırakmadı. 

Siz siz olun, künefeden uzak durun. 

İlla künefe ve ben. Ben künefesiz yapamam diyorsanız, lütfen bu iştahınızı künefecide giderin. 

Sakın ola sakın, eve getirmeyin! Nokta. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde