Ana içeriğe atla

Gecikmiş Yüzleşmenin Telafisi Yoktur

Hata ve yanlış kelimelerini birlikte aynı anlamda kullansak da elde olmadan ve farkına varmadan kişinin işlediği kusura hata denirken bile bile yapılan hataya ise yanlış diyoruz. Birinde kasıt yok, diğerinde var.

İnsan olup da hata ve yanlış yapmayanımız yoktur. Çünkü hatasız insan olmaz. Ne kadar mükemmel olsa da insanın gündelik hayatında ve hayatın evrelerinde hata yapmaması mümkün değildir. Çünkü hata yapacak bir fıtratta yaratılmışız. Hatasız biri varsa o da hiç eksikliği olmayan Allah'tır. 

Elhasıl bilerek veya bilmeyerek hata ve yanlış yaparız. Hata ve yanlışı masum ve makul hale dönüştüren ise hata ve yanlışın farkına varıldığı zaman bundan hızlıca vazgeçmektir, U dönüşü yapmaktır ve her hata ve yanlışın sonucunda da taraflardan özür dilemek, hata ve yanlıştan vazgeçmek ve doğrusunu yapmaktır. Bu bir erdemdir. Bunu da en kısa zamanda yerine getirmek gerekir. 

Hata ve yanlıştan vazgeçmek aynı zamanda kişinin kendisiyle yüzleşmesi demektir. Bir daha bunu yapmayacağım sözüdür ve yaptığından pişmanlık duymak demektir. Aynı zamanda verdiği zarar var ise zararı tazmin etmektir. Eğer hata ve yanlış yapan kişi, telafisi zor ve ağır bedeller gerektiren bir hata ve yanlış yapmış ve de etkili bir makamda ise görevinden istifa etmek suretiyle köşesine çekilip yerini taze kana teslim etmesidir. İlgili kişi aynı zamanda yapılan eleştirilere de açık olmalıdır. 

Hata ve yanlışların mimarı ilgili kişi, zamanında hatasıyla yüzleşmez, hatadan kurtulma yollarını aramaz, hata ve yanlışları halının altına süpürerek görmezden gelir, hata ve yanlışında ısrar eder, düzeltmeyi ihmal eder, geçen zaman diliminde zamanında önlem almadığı için girdiği maceralardan ve inadından dolayı ceremesini sessiz yığınlar çekiyor, bu çekilen sıkıntıyı görmezden gelmeye devam eder, uzun süre körler ve sağırlara oynadıktan sonra o kadar başarının ardından bir mağlubiyet gelir ve hata ve yanlışları masaya yatırmaya kalkarsa buna badü harab'il Basra denir. Çünkü Basra harap olduktan sonra o yıkılıp dökülen Basra sittin sene kendine gelmez. Düzelse de orası Basra olmaz.

Basra nasıl düzelsin ki? Halbuki bunun yolu sıcağı sıcağına hatayla yüzleşmektir. Soğumuş ve kangren olmuş sorunların içinden çıkmak ve eski günlerdeki gibi başarı çıtasını yükseltmeye çalışmak beyhude çaba olur. Çünkü ardı arkasına yapılan hata ve yanlışlar birike birike sorunlar çözülemeyecek kadar büyümüştür.

Nerede hata ve yanlış yaptık üzerine istediği kadar kafa yorsun, hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Çünkü kokuşma ve yozlaşma başlamıştır. Kokuşma ve yozlaşmanın ise tedavisi ve telafisi yoktur. Bu badireden ne kadar kurtulmaya çalışsa da eski görkemin yakalayamadığı gibi küçülen küşüle yok olmaya mahkumdur. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde