Ana içeriğe atla

Sandık Kurullarına Ramazanda Reva Görülen Muamele (2)

Malumunuz 31 Mart mahalli seçimleri ramazan ayı içerisinde yapıldı. Sandık kurullarına bu oruç gününde yapılan muameleyi "Sandık Kurullarına Ramazanda Reva Görülen Muamele" başlığıyla bir önceki yazımda kaleme almıştım.

Yazıda, sabah 06.30'da başlayan mesai maratonu iftar vaktinde oy sayım ve döküm işiyle devam ettiğini ne muhtarlardan ne de partilerden sandık kurulu üyelerinin iftarını açacak doğru dürüst bir iftariyelik gelmediğini, üyelerin geç vakte kadar karnını doyurmadan görevini yaptığına işaret etmeye çalışmıştım.

Bu yazımda da seçim torbasının teslim sürecine değineceğim.

Oy sayım, döküm, tutanağa geçirme, ıslak imza, zarf ve pusulaların torbaya yerleştirilmesi 21.45'e kadar sürdü. Sandıkta görev yapan üyelere teşekkür ederek helalleşerek ayrıldım. Üyeler evlerinin yolunu tutarken bir elimde torba, diğerinde kapalı zarfla binanın çıkışına geldim. Görevli polisler, üçer kişi götürüyoruz. Az önce bir ekibi gönderdik. Burada bekleyin. Üçe tamamlanınca polis nezaretinde ilçe seçim kuruluna gideceğiz dedi. Bir 20 dakika bekledim. Sayı üçe tamamlanınca torbaları kucağımıza alarak bir taksinin içine bindik. Adliyenin yolunu tuttuk.

Bizi getiren polis girişte bizi başka polislere teslim ederek yeniden görev yerine gitti. Kapıdaki görevliler her torbanın sandık numarasını sorarak ellerindeki evraktaki numarayı işaretledi. 

Bahçe kapısında başlayan bu muameleden sonra bir kapıya daha geldik. Torbalar ve bizler X-ray cihazından geçirildik. Şuradan yürüyün dediler. İçi kırtasiye malzemesi dolu torba ağır mı ağır. Kimi durmadan el değiştirerek kimi kah dinlenerek kimi sırtına alarak yürüdük de yürüdük.

Bir kapıya daha geldik. Görevli polisler evrakımızın tam olup olmadığını, şunları, bunları yapıp yapmadığımızı sordu. Sandık numaralarımızı not ederek şuradan sıraya girin dedi.

Sıraya geldiğimiz zaman gördüğüm manzara mahşer yerini andırıyordu. Nereye gideceğimizi bilmeden peşi sıra sıraya girdik. Epey bekledikten sonra sıra bir iki adım gidiyor. Yeniden beklemeye koyuluyorduk.

Derken merdiven basamakları geldi önümüze. Çıkacağız ana çıkmak ne mümkün. Sanki bütün sandık başkanları aynı anda gelmişti. Bir basamak çıkıyoruz ve bekliyoruz. Basamaklarda beklerken Ahmet Haşim'in Merdiven şiirinden "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden" dizesi geldi aklıma. Ağır da olsa çıkacağım ama çıkmak ne mümkün. Merdivenleri etten örmüştük. Hemen dizeyi değiştirerek ağır ağır dikileceksin bu merdivenlerde şeklinde mırıldanmaya başladım.

Sabahın köründe başlayan, gecenin bu vaktine kadar süren koşuşturma ve telaş, merdiven basamaklarında bekledikçe omuzlarımıza yorgunluk iyice çöktü. Ayaklarımıza kara sular indi. Hafif bir genişlik bulan çömelip yere oturdu.

Ağır ağır süren bu merdiven sefası pardon çilesi kaç basamak oldu bilmiyorum. Merdivenleri çıkınca bu çile bitecek sandım. Çık çık. Üç kat çıkıvermişiz.

Üçüncü kata çıktığımda karşımda görevli ordusu ile karşılaştım. 

Ayakta biraz bekledikten sonra boşalan bir masaya gidip istenen evrakları teker teker verdim. İki görevli bütün tutanakları tek tek inceledi. Partilere verilen oyları hesap makinesiyle kontrol etti. Tamam dedikten sonra diğer evrakı sırayla diğer masadakilere verdim. En son teslim evrakını tebellüğ ettim ve torbayı aldılar. Şuradan inebilirsin dediler. 

Aşağıya indiğimde saat 23.50 idi. Bir 15 dakika tutanak ve torbanın teslimi sürdüğünü, adliyeye 22.20'de geldiğimi düşünürsek, aşağı yukarı üç kat merdiveni gıdım gıdım çıkma, sırada durma ve dikilme süresi 1.5 saat sürmüş. 

Eve geldiğimde saat 00.50 falandı. Böylece sabah 06.30'da başlayan maraton 15-16 saatin sonunda bitti. İşimiz bitti ama biz de bittik maalesef. Bu da benim kulağıma küpe olsun. Bir daha mahalli seçimlerde görev alırsam iki olsun.

Yazım uzadı ama bu konuda şunları da söylemek isterim.

Şunu bilelim ki oruç oruç seçimde görev almak başlı başına bir sorun.

Partililerin iftarlığı üyelerden esirgemesi hiç şık kaçmamıştır. Siyasi partilerin bu konuda bir empati yapmasında yarar var.

İlla bu seçimi ramazanda oruç oruç yapmak zorunda mıydık? Meclis karar alarak bu seçim ramazan bayramı sonu yapılamaz mıydı? İstenirse pekala yapılabilirdi.

Bir diğer husus, son yıllarda seçim torbalarının bina sorumlularından alınması çok yerinde bir karar. Aynı karar seçim torbalarının ve tutanaklarının bina sorumlularına tesliminde de uygulanabilirdi. İlçe seçim kurullarında iki görevlinin yaptığı kontrolleri okullarda okul müdürü başkanlığında kurulacak iki kişilik komisyon da teslim alabilirdi. Tüm sandıkları teslim aldıktan sonra bina sorumlusu polis nezaretinde ilçe seçim kuruluna seçim tutanaklarını ve torbalarını teslim edebilirdi. Böyle yapıldığı takdirde adliyeye, ilçe seçim kuruluna o kadar sandık başkanı gitmeyecek, o kadar kalabalık olmayacak, sandık başkanları saatlerce merdivenlerde beklemeyecekti. Haydi bunu daha düşünemediler. Üç kat yukarıya çuval teslimini anlamak zor. Bunun için adliyenin zemin katında bu teslimatı yapmak daha kolay değil miydi? Hasılı seçim konusunda alacağımız daha çok mesafe var vesselam.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde