Ana içeriğe atla

Sadaka Ülkesiyiz Vesselam

Ne zaman bir camiye gitsem, çıkışta para isteyen bir veya birden fazla dilenciyle karşılaşırım.

Ne zaman bir cumaya gitsem, Diyanet İşleri Başkanlığının, din görevlileri eliyle hutbede yardım talebinde bulunduğunu ve çıkışta sergi açıldığını görürüm. 

Ne zaman bir esnafın yanına gitsem, otururken kapıdan Allah rızası için diyerek yardım talebinde bulunan dilencinin kapıda belirdiğine şahit olurum.

Ne zaman bir çay ocağına otursam, hemen birinin veya birden fazlasının geldiği ve yardım talebinde bulunduğu olur.

Ne zaman bir markete girsem, marketin çıkışında ve elimde alışveriş poşetiyle ilerlerken ha bana da bir şeyler alıver diyene rastlarım.

Esnafın kasasının önünde, fırında, marketlerde kasiyerin ön tarafında yardım isteyen olmasa da değişik yardım kuruluşlarına ait yardım kutusu eksik değil.

Caminin içinde her daim sabit yardım sandığı zaten var. 

İnşaat halindeki camilerin görünür tarafında yardım levhası dikkat çeker. 

Okullarda farklı yardım kuruluşlarına ait yetimlere kantin desteği adı altında yardım kutuları sınıf sınıf dolaştırılıyor. 

Lise öğrencilerinin sosyal sorumluluk programı çerçevesinde yapmakla yükümlü olduğu saatlere bakıyorum. Ağırlıklı olarak bir şeyler toplayalım. Bunları ihtiyaç sahiplerine verelim yönünde. 

Okullar, öğretmenlerden kendi okulundaki ihtiyaç sahibi öğrenciler için öğretmenlerden yardım talebinde bulunuyor. 

Çarşı, pazarda ve insan yoğunluğunun olduğu çoğu yerlerde yardım stantları çokça var. 

Belediyeler ihtiyaç sahiplerine yardım ediyor.

Kaymakamlıklar bünyesinde bulunan yardım vakfı için haftalık toplantı yapar. Yardım talebinde bulunanlardan kaç kişiye ne kadar yardım yapalım kararı alır.

Gezip dolaşırken caddede durdurup yanlış anlamayın, dilenci değilim diyenleri saymıyorum. 

Yardım kuruluşlarının yardım toplamasını ve yardım dağıtmasını da saymaya gerek yok.

Bu görüntümüzün hali nedir böyle? Çoğumuz ülkede fakir yok. Alışveriş merkezleri dolu. Millet deli gibi harcıyor. Para var ki alıyor. Tatil merkezleri dolu. Cadde ve sokaklar son model arabadan geçilmiyor türünden bir şeyler yazıp çiziyor. Bütün bunları görenler nedense hemen yanında bitiveren dilenci yoğunluğunu görmüyorlar.

Bu dilenciler ihtiyaç sahibi oldukları için mi her yerde varlar? Eğer öyle ise sosyal devlet anlayışı nerede kaldı? Devlet niçin bunların cadde ve sokaklarda dilenmesine izin veriyor? Şayet bu dilenenlerin çoğu ihtiyacından toplamıyor, bu işi meslek haline getirmişse devlet niçin tedbirini almıyor?

Bu kadar dilenci aç ve acından dileniyorsa bu bizim ayıbımız ve devletin sosyal devlet görevini yapamadığının bir göstergesidir. Yok, keyfi ve meslek edindiğinden bu kadar kişi dileniyorsa, bu da devletin görevini yapmadığını bir göstergesidir.

Hasılı, ülkemiz için sosyal devlet demekten ziyade sadaka ve dilenci devleti veya ülkesi dense herhalde yanlış olmaz.

Gerçekten bu ülke sosyal devlet mi ya da halkının önemli bir kesimi geçimini dilenerek mi temin ediyor?

Her iki halde de vah bize!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde