Ana içeriğe atla

Çocuklarımın Alacağı Olsun!

Üç çocuğum var. Aslında dört de bir tanesi daha işini almadı. Benden yiyor. Hoş, çok alacağa da benzemiyor. Ki almak istese de bu devirde işi kim bulmuş ki benim tekne kazıntısı bulsun. Benim zamanımda iş bulmak için aslanın ağzından almak gerekiyordu. Sonra iş aslanın midesine indi. Şimdi ise aslanın işkembesine geçti.

Neyse üç oğlana geleyim ben. Allah hayırlarını versin hepsinin ama kırgınım onlara. Daha doğrusu kızgınım. Alacakları olsun. Çünkü beklentilerime cevap vermediler hala. Bu görünümleriyle beklentime çok cevap verecek de görünmüyorlar.

Biri neyse. Kendi yağıyla kavrulmaya çalışıyor. Diğer ikisine esas serzenişim. Karı koca çalışıyorlar. Kazançları da iyi. Allah daha çok versin ama ne yapayım bana yar olmayan kazançlarına.

Nedir bu derece çocuklarına seni kızdıran derseniz? Sormayın diyeceğim ama madem ki sordunuz. O zaman günah benden gitti. İçimdekini dökeyim size.

O kadar imkanın içerisinde, ahir ömründe babamızı Monaco'ya gönderelim. Orada bir ıstakoz yesin demediler. Demedikleri gibi hiç düşünmemişler. Size kırgınım. Bir ıstakoz yedirmediniz dedim. "Istakoz neydi, bilemedim ki" demez mi biri. Güya yurtdışı görmüş, mektep medrese okumuş biri. Daha ıstakozdan haberi yok. Kendisi görmemiş ki bana yedirsin. 

Öbürü hiç topa girmedi. Öyle zannediyorum, ıstakoz caiz mi diye araştırmaya girmiştir. Hanefilikten de ödün vermez. Şafii'yi de görmez. Halbuki Şafii ne güne duruyor değil mi. Babam çıksa denizden yerim demiş. Her ne kadar Şafii olmasam da o yerim diyorsa bana ne oluyor da caiz değil, yemem diyeceğim. Sonra ben Şafii'den daha mı çok Müslümanım. Sonra babanıza Monaco ve ıstakoz imkanı sundunuz da babanız caiz değil mi dedi? Bırakın o kadarını da babanız düşünsün.

Halbuki bu yaşıma geldim. Geldim gidiyorum. Yaşım 60 olmuş. Trabzon'a doğru gidiyorum. Dişler eskisi gibi değil. Cebimde yeşil pasaportum ve imkanı yerinde iki oğlum olduğu halde itibardan tasarruf edilmez deyip babalarına bu imkanı sunmadılar. Alacakları olsun. Babalarına bu ahir ömürlerinde yedirmeyip de o kadar parayı mezara mı götürecekler, merak ediyorum.

İnanın, kabirde Münker Nekir ıstakoz  yedin mi dese başım öne eğilecek. Susma hakkımı kullanacağım. Sükut ikrardan gelir de demezler bu melekler. Onca variyetin içinde nasıl yemezsin deseler utanacağım. Hesap gününde Rab Teâlâ onca nimet verdim. Istakoz bile yemeden geldin, halbuki hepsi senin içindi dese mahcubiyetten boncuk boncuk terleyeceğim.

Oğlanlardan hayır yoksa kendin gideydin Monaco’ya. Haydi yol yolak bilmezsin. Antalya’ya gideydin. Orada yiyeydin ıstakoz. Mezara mı götüreceksin dediniz. Yok yok yok. Anlamıyor musunuz siz?

Haydi bir yolunu bulup gittim diyelim. Nasıl yiyeceğim ben o ıstakozu? Daha ben de görmedim bu nimeti. İnternetten baktım. Korkunç geldi bana görüntüsü. Haydi sınıf atlama adına bu korkuyu göze aldım. Bu meret nasıl yenir bilmem ki. O kadar okul okudum, o kadar değişik ilde çalıştım. Ne okul öğretti bu ıstakozu ne çalıştığım yerlerdeki insanlar. Okul bir şey vermez dedikleri bu olsa gerek. Çok gezip çok şey öğrenecekmişim meğer.

Çocuklarıma kızsam da haklarını yemeyeyim. Onlar da görmemiş daha ıstakozu. Okul, çevreleri ve ben de göstermedim ise çocukların ne suçu var değil mi? Bu arada çocuklarım yedirmekten kaçınmaz. Sağ olsunlar zaman zaman götürürler lokantaya. İstediğini ye derler. Babaları ne bilsin envaiçeşit yemeği. Menüye bakıp şundan ver der. “Şu” demesi de bu yaşında daha bir isme dönüşmedi. Ne bilsin garibim yemeklerin isimlerini. Ya da siz ne yerseniz ben de onu yiyeceğim der, bozuntuya vermem ve cehaletimi ortaya koymam. Ama şunu söylemeden de geçemeyeceğim. Çocuklar bana lokantada dünyayı yedirseler, gözümün açıldığı bu aşamadan sonra menüsünde ıstakoz olmayan yemeği ne yapayım ben. O yüzden alacakları olsun çocuklarımın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde