Ana içeriğe atla

Suçlama Hastalığımız

1."Yarın bir gün eşinin, kızının, bacının başörtüsüne dokunurlarsa onlara dönüp işte bu emeklinin gücü dersiniz". 

2."Ay başında 10 bin lira pazar paranızı almayı unutmayın. Malum, kendisi pek unutkan. Siz de çok açsınız".

3."Ders verenler daha ilk günden dersini almaya başladılar. Mahşerde verecekleri hesabı da şimdiden düşünmeye başlasınlar". 

4."Ne garip bir ülke olduk. Bir yılda 50 bin konut yapan bir ustayla, iki yılda bir heykel bile yapamayan bir çırağı yarıştırıyoruz". 

5."ÇOK GARİP BİR ÜLKE OLDUK, BİR YILDA 70 BİN KONUT YAPANLAR DEĞİL, EŞEK HEYKELİNİ İKİ YILDA YAPANLAR RAĞBET GÖRÜYOR". 

Yukarıdaki alıntılar sosyal medyada paylaşım yapan partili trollere ait. Troller gözü dönmüş ve aklı selim düşünemeyen kişilerdir. Onların görevi, adı üzerinde trollük yapmak. Bir partiyi övmek, başka partiyi kötülemektir vazifeleri. Bunu da meccanen, gönül rızasıyla yapıyorlar. Tek yaptıkları, bir el tarafından servis edilen basmakalıp sloganvari şeyleri sayfalarında paylaşmaktır ve kamuoyunda bir algı oluşturmaktır.

Trollere sözüm olmaz. Zira hiçbir sözün onlara faydası olmaz. Niyetim bu trollerin dünyasından herzelere yer vererek aklı selim düşünenlere farklı bir bakış açısı sunmaktır. 

Seçimi yapıp bitirdi bu troller. Seçim bitince işleri bitmiyor. Şimdiki görevleri ise seçim mağlubiyetini birilerinin üzerine yıkmak. Kendileri yunmuş ve yıkanmış olunca, elbette bir günah keçisi bulacaklar. Fayda etmez ama trollere şunu söyleyeyim: 22 yıldır o kadar seçim kazanan kişi hiçbir seçmeni suçlamıyor. Niçin kaybettikleri üzerine kafa yoruyor. Toplantı yapıyor. Kaybedilen illerde anketler yaptırarak ikinci olmanın sebeplerini öğrenmeye çalışıyor. Daha bir tespit yapmadan bu trollere ne oluyor ki seçmeni hedef yapmaya başladılar? Bir de sormadan edemiyorum. Bu troller bu tür trol paylaşımları ile bugüne kadar bir Allah'ın kulunu kendi görüşlerine çekebilmişler mi? Acaba yarardan çok zarar vermiş olduklarını hiç düşünüyorlar mı? Aman boş verin trolleri. Aklını kullanmayan, olaylar arasında bağlantı kurma yeteneğini kaybetmiş kişilere ne söylesen boş.

Şimdi geleyim bu paylaşımlara. 

1.paylaşımları başörtüsü üzerine. Güya yarın birileri başörtüsüne dokunurlarsa, işte bu, emeklinin gücü dersiniz diyerek emeklileri suçluyorlar. Bilsinler ki başörtü sorununun altından çok sular aktı. Yeni gerekçe bulun. Kimsenin, hiçbir gücün bu zamandan sonra başörtülüye dokunacağı yok. Siz varın başörtüsünü dilimizde pelesenk ederek ne hallere düşürdük, onu düşünün. Başörtüsü ve başörtü üzerinden çok ekmek yediniz. Yıllardır süren zirvenin gerisinde başörtüsü üzerinden yapılan siyaset yatıyor. Artık buradan size ekmek çıkmaz. Ayrıca oy vermeyen emekli bugüne kadar size oy verdi ise ilanihaye size vermek zorunda mı? Bu oylar ve emekliler sizin tapulu malınız mı? Emekli kaç seçimdir size oy verirken iyiydi de şimdi mi kötü oldu? Siz bırakın yenilginin suçunu emeklinin üzerine yıkmayı. Emekliyi bu yüksek enflasyonda on bin liraya nasıl mahkum ettik, bu adamlar bu kadar parayla nasıl geçinsinler diye empati yapın. Sahi kaçınız on bin liraya talim ediyor? Bu maaşa talim etseniz zaten böyle suçlamazsınız. Çünkü tuzunuz kuru sizin.

2.paylaşımla yine emekliler suçlanıyor. Ayıpladığınız başınıza gelir de o zaman anlarsınız açlığa mahkum edilen emekliyi belki.

3.paylaşımla güya partilerine oy vermeyerek ders verenler bunun ahirette hesabını nasıl vereceklerdir diyorlar. Burada suçlu, kendilerine oy vermeyen herkes. Akılları sıra aba altından sopa gösteriyorlar. Hangi kitapta yazıyor oy vermenin hesap vermek olduğu? Gidip geldiniz mi öbür dünyaya? İslam ve imanın şartında mı yazıyor ya da 54 farz denilen farzlarda mı var oyun hükmü? Gidin işinize. Milleti dinle, ateşle korkutmayı bırakın. Dinî emellerinize alet etmeyin. Yetmedi mi din üzerinden siyaset yaparak parsayı topladığınız?

4.ve 5.paylaşım aynı içerik. Güya konut yapanla heykel yapan karşılaştırılıyor. Konut yapanı değil de heykel yapanın tercih edilmesi ayıplanıyor. Merak ediyorum birileri durmadan heykel, siz ise bina mı yapıyorsunuz? Hem bir karar verin. Elli bin konut mu yaptınız bir yılda, yetmiş beş bin mi? Arada 25 bin konut var. Fazla atmayın da civcivler yesin.

Ezcümle, niyetim siyaset değil. Hangisi kazanır veya kaybeder, hiç umurumda değil. Serzenişim seçmenin suçlanması. Beyler, bırakın seçmeni suçlamayı da “kendinize bakın. Şayet siz doğru yolda iseniz başkasının sapıklığı size zarar veremez”. Bu yazdığım son cümle ayettir. Sadece bu ayetin gereğini yapsanız, liderinizin özeleştirisine kulak verseniz daha kazançlı çıkarsınız. Değilse suçlaya suçlaya yok olur gidersiniz. Söyleyin suçlayarak yok olmak mı istiyorsunuz ya da yeniden kazanan olmak mı? Çünkü suçlayan kaybeder. Normal şartlarda kazanan olmayı istersiniz ama görüyorum ki gözünüzü bir perde bürümüş, daha da küçülmek için suçlamayı tercih ediyorsunuz. Yol yakınken bu hastalıktan kurtulun. Çünkü mücadeleyi değil, ucuzculuğu seçmişsiniz. Ne diyeyim, kendi düşen ağlamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde