Ana içeriğe atla

Camileri Niçin Kur'an Kurslarıyla Birleştirmiyoruz Yazıma Gelen Tepkiler (1)

“Camileri Niçin Kur’an Kursları ile Birleştirmiyoruz” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıyla, cemaat yönünden garip kalmış camileri yine öğrenci eksikliği çeken kursları aynı çatı altında birleştirmeyi, ayrı ayrı bina, ayrı ayrı görevli atama, cami ve kursların ısınmasında tasarruf edilmesini kastetmiştim. Bu yazımı bir arkadaş sosyal medyasında paylaşmış. Yazının üzerine de kendi yorumunu eklemiş. Bu yazımda bu yazıma gösterilen tepkilerin bir kısmına ve verdiğim cevaplara yer vereceğim.

Ramazan  abim, çuvaldızı kendimize batırarak ülkemizdeki israfın sebeplerinden birini çok güzel tarif etmiş ve buna karşı nasıl bir önlem alınacağını da açıklamış.

Lütfen, "Sadece camilerimiz ve Kur'ân kurslarımız mı israfa sebep oluyor? İsrafa sebep olan başka şeyler yok mu?" diyerek karşı çıkmayın. Siz de kendinize göre tespit ettiğiniz başka israf kanallarını yazın.

Mesela konserlere harcanan devletin paralarını, muhtarlara ödenen asgarî ücret ve sigorta giderlerini, ayrıca muhtarlık binasının tüm masraflarını, Külliye ve makam odaları başta olmak üzere devlete ait binalardaki lüks ve şatafatı, basit bir okul müdürü odasının saray yavrusu gibi olmasını falan ekleyin ama bu yazıda anlatılanlara da lütfen karşı çıkmayın. Çünkü kendisi de hafızlık eğitimi alıp tamamlamış olan bu yazının sahibinin dinî gayretinin itiraz edeceklerin tamamından daha yüksek olacağına kefilim”. (Rıza Bozdağ)

“Ramazan Yüce her ne kadar hafız olsa da olaya hem yüzeysel yaklaşmış hem de kurs ve camilerin işleyişini hiç bilmediği aşikar. Bu tespitlerdeki eksikliklerin nedeni  yazıya konu ettiği bir kurs veya camideki uygulamayı tüm Türkiye’deki isleyişin aynı olduğunu zannettiğinden kaynaklanıyor. Örnek olarak verdiği ve ayakkabılıkta namaz kılınıyor dediği uygulamanın kendisi de yazısında tasarruf demiş bunu niye eleştiriyor ki? Ayrıca ayakkabılık dediği yerler ya imam odası ya da kütüphanelerdir ve sadece sabah namazlarında kullanılır. Tamam belirtilen konularda isleyişlerde bazı eksiklikler olabilir ama bu herkesin ulu orta tam bir bilgi sahibi olmadan tartışmaya açması gerçekçi olmayacaktır, burada olduğu gibi ben de yazdım anlayışında olacaktır. (Mehmet Keser)

Mehmet Bey’in eleştirisine verdiğim cevap:

Mehmet Bey! Yazdığım yazıya getirdiğim öneriler kendime ait görüşlerdir. Tek doğru budur iddiasında değilim. Eleştirin için teşekkür ederim. Ben konu edindim. Siz de anladığım kadarıyla işleyişin içinden biri olduğunuz için eleştiri getiriyorsunuz. Aksayan yönlerinin olacağını belirtiyorsunuz. Ben dışarıdan gören biriyim. Bu vesileyle fikir teatisinde bulunmuş oluyoruz. Bu konuyu laf olsun ve yazmış olmuş olmak için yazmadım. Dert edindiğim için ele aldım. Benim getirdiğim bu önerilere, camiler Mescidi Nebi işlevine kavuşacak. Çok amaçlı kullanılacak. Allah'ın evi ile Kur'an ve çocuklarımız iç içe olacak. Her şeyden öte ısınma problemi ve sorunu çözülmüş olacak. Camilerimiz sabahtan akşama ısı problemi çekmeyecek. Tasarruf sağlanacak. Ayrı ayrı yerlere kurs binası dikilmeyecek. Tek ısınmayla hem kurs öğrencileri hem de cami cemaati ısınmış olacak. Elbette eğitim için masraftan kaçınılmaz ama tasarruf bizlerin en önceliği olmalı ve küçümsenmemeli. Ecdadımız her büyük caminin yanına hamam yaparak hamamda 24 saat sıcak su olduğu için bu sıcak suyu caminin altından geçirerek camilerin ısınmasını sağlamıştır. Günümüzde niçin böyle bir şey düşünmeyelim. Ayrıca başka camileri bilmem ama benim namaz kıldığım camilerin mahfili ayakkabılık. Üstelik sadece sabah namazında değil, cuma hariç tüm vakit babaları kış mevsiminde burada kılınıyor. Neden böyle bir yer seçilmiş. Cemaat az ve ısınma problemini aşmak ve masrafı azaltmak için yapılıyor. Her ısınma masrafı için de boş kalan cumalarda sergi açılıyor. Bir diğer husus, cami ve Kur'an kursu mekan birliğinde camiler aktif olarak kullanıldığında ve buralarda cami görevlileri ders verdiğinde toplumun büyük bir kısmında bu imamlar ne iş yapıyor. Bunların mesaisi ne kadar gibi eleştirilerin de önüne geçilmiş olacağını düşünüyorum.

“Ramazan Yüce! Öncelikle bu kadar güzel üslubunuz ve davranışınızdan dolayı tebrik ve teşekkür ederim. Bunu sosyal medyada kaybolan bir davranış olduğu için söylüyorum.

Ortaya koyduğunuz konu, zaman mekan yer olarak farklılık gösteren bir konu olduğu için herkesin yaklaşım biçimi, dünya görüşüne göre değişeceğinden dolayı farklı bakış açıları olması kaçınılmazdır. Aslında bu konuda müftülükler gereksiz lüzumsuz işlerle uğraşmak yerine hem üzerlerine atılmak istenen suçlamaları ortadan kaldırmak ve hem de doğru davranışları bulmak adına özellikle diyanet camiası dışından katılımlarla sempozyumlar ve seminerler düzenleyebilir. Tekrar teşekkür ediyorum kolaylıklar iyi bayramlar”. (Eleştirisine verdiğim cevaba binaen Mehmet Keser Bey’in cevabı)

(Okuyucudan gelen tepkiye devam edeceğim.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde