Toplum
olarak genelde -bize sorumluluğumuzu
hatırlatmayan- hikayemsi bir dini
seviyoruz, dinin gizemli dünyası ilgi alanımıza giriyor, Kur'an'da bulunan
muhkem ayetlerden ziyade birden fazla anlama geldiği için yoruma ihtiyaç duyan
müteşabih ayetlere ilgi duyuyoruz. Konu olarak da İsa-Mesih, mehdi, müceddit...
gelecek mi? Cinler alemi, şefaat, mucize, gaybın bilinmesi, cin... gibi
konular hep gündemimizdedir.
Peygamberimizi
anlatırken de hep ön planda mucizelerini ele alıyoruz. Ayı nasıl ikiye böldüğünü,
çocukken kalbinin nasıl temizlendiğini, hicret esnasında örümceğin nasıl ağ
ördüğünü, kuşun nasıl yuva yaptığını, Süraka'nın atının nasıl sürçtüğünü,
ticarete gittiğinde Güneş'ten korunmak için bulutun nasıl gölge yaptığını...vs
anlatır dururuz. Sorarım size: Bu şekil anlatılan bir peygamber bizim için
örnek olur mu? Bilelim ki Peygamberimizin en büyük mucizesi Kur'an-ı Kerimdir.
Tüm asırlara hitap eder ve etkisi devam etmektedir.
Mucizevi
peygamberin örnekliğinden söz edilemez. Bir defa şunu bilelim ki peygamberin 63
yıllık hayatı hep mücadeleyle geçmiştir. "Allah'a ve ahiret gününe
inananlar için Allah'ın Rasülü’nde sizin için güzel örnekler vardır"
buyurulmaktadır. Hep ayakları yere basan bir peygamber vardır: Bir hicreti var
ki dillere destandır: Kendisini öldürmek isteyen müşrikleri yanıltmak için
yatağına Hz Ali’yi yatırıp habersizce evinden ayrılması, Medine şehrine ters
bir istikamette olan Sevr isimli mağarada 3 gün boyunca yol arkadaşı Hz Ebu
Bekir ile birlikte gizlenmesi bir zekanın ve taktiğin ürünüdür. Yolda
kılavuzluk yapsın diye işinin ehli ve aynı zamanda güvenilir olan müşrik
Abdullah b. Uraykıt’ı seçmesi emanetlerin din-cemaat-grup-sendika-parti
merkezli bir taassuba göre değil, işin ehline tevdi edilmesine bir
örnektir. 440 km’lik bir mesafeyi deve
yürüyüşüyle günlük ortalama 55 km gidip,
8 günde Kuba’ya varması mücadelenin, sabrın ve azmin örnekliği olsa
gerek. Yine kendisine emanet edilen müşriklerin eşyasını vermesi için ölümle
burun buruna geldiği bir esnada emanetleri sahiplerine vermesi için Hz Ali’yi
görevlendirmesi emanete ne kadar riayet ettiğini, ihanet edilmemesi gerektiğine
bir işarettir.
“Hırsızlık
yapan kızım Fatıma da olsa cezasını verirdim” demesi adaletine, Hacer’ul
Esved’in konması esnasında oy birliğiyle
hakem tayin edilmesi, Safa Tepesi’nde toplanan insanlara: “Şu dağın ardından
düşman bir ordunun geldiğini haber versem bana inanır mısınız” buyurduğunda,
“Evet biz sana inanırız. Çünkü bu güne kadar asla yalan söylediğine şahitlik
yapmadık” denmesi yine güvenilirliğine işaret olsa gerek. Üstelik kendisine
‘Güvenilir’ anlamında ‘el Emin’ lakabı bizzat düşmanları tarafından
verilmiştir. “Alemlere rahmet olarak gönderilen” Peygamberimiz'in Uhud Savaşı
için fikir alışverişinde bulunması,
savaş esnasında dişinin kırılıp yanağından yaralanması ve ölümle burun buruna
gelmesi yine onun, hayatında istişareye önem verdiğine ve mücadele azmine bir
örnektir. Peygamberin hayatından bize numune-i imtisal olacak binlerce örnek verebiliriz. Biz bu düsturları
bırakarak onu anmak ve anlatmak için hep mucizelerine sarıldık. Niçin acaba?
Peygamberi, bu şekil olağanüstü özellikleriyle anlatmak suretiyle sakın
birileri: “Peygamberler mucize gösterir, biz de keramet gösteririz” demek
isteyerek kendilerine pay çıkarmış olmasın. “Ben de sizin gibi bir insanım…bana
sadece vahiy geliyor…gaybı bilmiyorum” demesine rağmen hep gelecekten haber
veren bir peygamberi ön planda tutmak nasıl izah edilir acaba?
* 27/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder