Ana içeriğe atla

İtiraf ediyorum: Darbeyi ben yaptım*

15 Temmuz darbe girişimi yapıldı. Orta yerde stratejik öneme sahip binalar  bombalanmış, 240 civarında insanımız can vermiş, iki binin üzerinde gazimiz var. Ülke neredeyse bir savaştan çıkmış. Cinnet halinden sonra bir ay geçmiş, devlet hâlâ yaraları sarmaya devam ediyor. Bir sarmaşığın büyümesi gibi içimizde dal-budak salmış, kökü bizde, beyni dışarıda olan maşa bir ihanet şebekesi harekete geçip memleketi yerle bir etti. Orta yerde suç unsurları ve aletleri var. Fakat suçlu yok orta yerde. Ne kadar suça karışmış üst aklın elebaşı maşası varsa soluğu yurt dışında aldı. Bize kala kala: " Ben, bana verilen görevi yerine getirdim..." diyenler kaldı.

Mübarekler! Her zamanki gibi yine ağzınızdan bal damlıyor. Hepiniz  sütten çıkmış ak kaşık gibisiniz… Madem darbede yoksunuz, o zaman yurt dışına niye tüydünüz? Nerede o kendisini “siyaset bilimci olarak tanıtan, halkın evlerine sinip dışarı çıkamayacağını, darbeden sonra iktidar parti üyesi 5-6 milyon kişinin mal varlığına el koymak suretiyle ekonominin düze çıkarılabileceğini ve bu süreçte kendisinin albay olsaymış daha fazla faydalı olabileceğini” söyleyen aklı evvel. Siyaset biliminin ‘S’sinden dahi anlamayan, kendisine verilecek iki koyunu dahi güdemeyen bu Prof. unvanlı mahluk o diplomayı nasıl aldı acaba? Olsa olsa böylelerine diploma düzenlenmiştir. Başka da olamaz zaten. Bu adamdan ne siyaset bilimci, ne asker, ne ekonomist, ne psikolog ne de sosyolog olur... Darbeyi mizansen ve tiyatro olarak lanse etmeye çalışan maşanın başı ise, “Darbeyi kendisinin yaptığına bir delil bile getirseler cezasını çekmek için ülkeye gelirim” açıklaması yapıyor. Senin olman zaten mümkün değil muhterem! Sen ağzı dualı birisin. Darbe ile siyaset ile senin ne işin olur? Sen ki Cebrail’in kuracağı partiye bile katılmayacağını deklare ederek bir meleğe meydan okumuş birisin. Hal böyle iken senin bu tarakta ne bezin olabilir? Üstelik darbeye kalkışanları tanımıyorsun bile. Zaten sen hasta bir adamsın. Nice zamandır hastalığından dolayı memleketine gelememiş birisin. Üstelik peygamber de sürekli rüyana gelerek rahat uyumana da imkan vermiyor. Olsa olsa sana atılmış bir iftira olur bu... Darbenin bir numaralı sanığı diye iftira atılan bir İlahiyatçı kardeşimiz de tevafuk bu ya. O gün getirisi fazla diye darbe merkezine tarla satın almaya gelmiş. Adamın bütün suçu bu. Halbuki ne kadar masumane bir istek. Adam tarla alamaz mı? Tam da bizim muhteremin tarla alasının geldiği gün darbe olmuşsa adamın suçu ne? Zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış. Adam da para varsa alacak. Anayasamızda mülkiyet edinme diye bir hak var. Ne zaman alacağını size mi soracak. Belki de eğitim aşığı bu adam, aldığı tarlaya hizmet olsun diye bir okul yaptıracaktı. Bereket hakimler, anlayışlı birileri çıktı da savcının çırpınışına aldırmadı. Yoksa masum bir can yanacaktı...

Bereket bu darbenin arkasında ne NATO, ne CİA, ne MI6, ne de  ‘Hizmet hareketi’ var. Dünyaya barış ve hoşgörüden başka bir şey vadetmeyen ‘Mahşerin bu dört atlısının’ ne işi var böyle kirli işlerle? Hükümet ve millet yine suçu örtmek için suçluyu başka yerlerde arayıp hedef saptırmaya çalışıyor. Halbuki itiraf ediyorum bu darbeyi ben yaptım. Bir defa o günlerde ben de bir arsa alma peşindeydim. Bizim Öksüz, Akıncı üssünde arıyor arsayı bense Çarıklar’da. O da ilahiyatçı ben de. O da Allah-peygamber anlatıyor, ben de. Hiç kusura bakmayın. Yine yanlış yerlerde arıyorsunuz faili. Bırakın adamlar ‘Hizmet’ etmeye devam etsinler. Sonra inanıyor musunuz maşalığa özenenler, her girdikleri makamda sadece emir subaylığına, yaverliğe soyunanlar hiç birinci adam olamazlar, sadece emir alırlar. Emir alanlar darbe falan beceremezler. Bırakın, devletin tüm kurumlarının % 90’ının onlardan olmasını. % 100’ü de onlardan olsa yine beceremezler. Onlar tıpkı II. Mahmut’un eline bir çuval ve bir kürek vererek hazinenin içine götürüp “Küreği daldır, çuvala altın doldur” diyen fakir insanın durumuna benzer. Adam küreği daldırır, kaldırınca altınların hepsi dökülür. Çünkü küreği ters daldırmıştır. Bu durumu gören padişah: “Vermeyince Ma’bûd, ne yapsın Kel Mahmut” der.


Hasılı adına ‘Hizmet Hareketi’ dedikleri bu grup  tıpkı bu adam gibi çoğu şeyi ağızlarına ve yüzlerine bulaştırdı. Başkasının emrinde, onlara hizmet etmeye kendini adamış, aklını kullanmayan emir erleri darbe falan yapamaz. Boşu boşuna darbeyi siz yaptınız diye peşlerine düşmeyin. Gelin ben buradayım. Çünkü darbeyi ben yaptım.  16/08/2016
*24/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde, 22/08/2016 tarihinde Ladik.biz  sayfasında yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde