Ana içeriğe atla

Tek Giyimlik Elbiselerimiz *


Bir mesele var ki kapalı kapılar ardında dillendirilse de alenen pek konuşulmaz. Zira konuşan yanar. Daha doğrusu yakarlar. Gizemli gizemli konuşma, ağzındaki baklayı çıkar dediğinizi duyar gibiyim. Çıkarırım çıkarmaya. Zira bende bakla ıslanmaz. Ama bu durumda beni yakmış olursunuz. Evlilik ve evlilik aşamalarında adaylardan gelin ve gelin adaylarının giydiklerini konu edinmek istiyorum.

Her devirde düğünler masraf mı masraf bu ülkede. Bu işe kalkan sıfırı tüketir. İşin sonunda yeni bir ev kurulacak, masraf olacak elbet. Burada ev kurmak amacıyla çiftin ihtiyaçlarından bahsetmeyeceğim. Bunlar olmazsa olmazdır, alınacak. Benim derdim gelin ve gelin adayının bir defa giyip çıkarıp attıklarıdır. Aslında atılmıyor. Bir defa giyip bir daha giyilmeyecek şekilde gardırop veya çeyizlik sandığına konuyor ve hayat boyu saklanıyor. Sen öbür dünyaya gidersin, bunlar hatıra olarak kalır. Bunlar: Ağız tadında giyilen elbise, nişan elbisesi, abiye, gelinlik elbisesi ve gelinliğin altına giyilen ayakkabı vs. Gerçi gelin elbisesi çoğu zaman kiralanır ve düğünden sonra gidip teslim edilir. Ama kirası satın almak gibidir. Ha almışsın, ha kiralamışsın. Yine bunlar pahalı mı pahalı. Yeter ki gelin kızımız beğensin.

"Hayda... Giymeyecek mi, seninki de laf yani! Bu saydığın şeyler her kızın en önemli günlerinde giymeyi hayal ettiği elbiselerdir. Zira hayatında bir defa evlenir, en mutlu gününde giymeyip de ne zaman giyecektir? Bu konu şakasından bile olsa asla mevzubahis edilemez" dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Alınacak, alınmalı, almak zorundasın. Çünkü örf ve adetlerimiz böyle der. Ne kriz, ne fakirlik, ne de yokluk dinler. Zira bunlar, kız ve kız evinin kırmızıçizgisidir.

Kına, nişan, gelinlik, abiye, gelinliğin altına giyilecek ayakkabı israf dersen kim inanır. Zira bizde israf deyince akla ekmek israfı gelir sadece. Kimse bu alınanları israf olarak görmez, göremez. Kazara yazık, israf de; Müslümanlığın sorgulanır. Ardından ince düşünmeyen, anlayışsız biri ilan edilirsin.

Neyse bu kadar anlayışsızlık yeter, bende de hiç ummadığınız kadar bir incelik olduğunu göstermemin zamanı. Her genç kızın düşü olan bu tek giyimlikler alınsın ve giysinler. Biz de alalım. Burada istediğim tek giyimlik olan bu elbiselerin sair günlerde de giyilecek şekilde revize edilmesi. Kızlarımız hatıralarını gözden ırak yerlerde yaşatacaklarına üzerlerine giyerek yaşatsın ve eskitsinler. Böylesi daha faydalı olur diye düşünüyorum, israf da olmaz üstelik.

Biliyorum bu önerimi düğün sektörüne hitap eden  ve bu işten ekmek yiyen firmalar beğenmeyecektir. Varsın beğenmesinler. Zira bu öneriyi herkes beğensin diye bir düşüncem yok. Zaten herkesi memnun edemeyiz. Ama düşünmeye değer.

*20/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde