Ana içeriğe atla

Bu Suçluları Ne Yapalım?

—Efendim! Suç yönünden ne bitek ülkeymişiz böyle! Maden bulmuş gibi deşeledikçe suçlu çıkıyor. Biz bu suçluları ne yapalım?
—Sallandırın gitsin!
—Ah keşke! Ama idam yasak! Öldüremiyoruz ki! Aslında çözüm o.
—Hapse atın, Güneş yüzü görmesin.
—Olurdu da hapishanelerimiz tıka basa dolu. Yüzde yüzün üzerinde bir kapasiteyle çalışıyoruz.
—O zaman ölmekten ve içeriye girmekten beter yapın, yani sürüm sürüm süründürün.
—Nasıl?
—Suçlu, kamuda çalışıyorsa görevine son verin, özel sektörde çalışmasına izin vermeyin, çalıştıranı yakın takibe alın, yurt dışına gitmesine izin vermeyin. Suçluya telefon açanı dinlemeye alın, yardım edenin ensesinde pişin.
—Faydası olur mu?
—Olmaz olur mu? Bu yöntem ölmekten beter yapar onu. Bu durum onun için ha ölmüş, ha yaşamış. Hatta ölmek isterse ölmesine de izin vermemek lazım. Yaşamalı ki her gün ölmeli.
—Bu çok insafsızca bir muamele olmaz mı? Bunları kazanmaya çalışsak.
—Suç işlemeselerdi efendim! Bunlara merhamet etsek merhamet maraz doğurur. Bırak bunları kazanmaya çalışmayı; düşüyorum, ölüyorum,  imdat deseler bile bırak kurtarmayı, tutunduğu yerden elini bırakması için bir de tekme vurmak lazım.
—Yani yaşamasınlar...
—Evet yaşamasınlar. Bugün nefes alıyorlarsa hallerine şükretsinler, bir de idamın kalktığına. Aslında dinlemeden kellesini almak lazım.
—Pişman olsalar da mı?
—Onu zamanında suç işlemezken düşüneceklerdi. İşledikten sonra pişmanlık neye yarar? Sonra ne belli pişman oldukları?
—Pişmanlığa sıcak bakmıyorsun?
—Evet.
—Ama Hz Adem de hata yaptı. Duyduğu pişmanlık sonucu Allah onu affetmekle kalmadı, ardından onu peygamber tayin etti.
—O ayrı. Sonra herkes Adem gibi olsa sorun olmaz zaten.
—Yanlış düşünüyorsun. Hadiste peygamber "Günahından tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir" der. Allah Fatır süresinde "Her suç işleyeni Allah yok etmiş olsaydı yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı" buyurur. Dinin bu konuda görüşü bu iken bize ne oluyor da bu kadar acımasız olabiliyoruz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde