Ana içeriğe atla

Yazılarımı Okuyan Var mı?

Birkaç senedir kelime dağarcığım yettiğince hemen hemen her konuda birikimlerimi yazıya dökmeye çalışıyorum. Ben yazdıkça tasasını bazıları çekiyor: Yazılar okunuyor mu diyor. Kimi yüzüme karşı söylerken kimileri de ardımdan söylüyormuş bunu.

Yazılarım okunuyor mu, okunmuyor mu? İki gazetede toplam haftada yedi gün, bir internet gazetesine de haftada bir yazı gönderiyorum. Haftalık gönderdiğim internet gazetesinde okuma oranı yazdığım konuya göre değişiyor. Gazetelerde yayınlanan yazılarımı ise kaç kişi okuyor bilmiyorum. Çünkü gazete yönetimi hangi köşenin ne kadar okunduğu bilgisini vermiyor. Ne benimkini, ne de diğer köşelerin bir istatistiğini yayımlıyor. Gazetenin yetkili kişisi ile "Okunma oranım nasıl, şayet okuyan yoksa bırakabilirim" dediğimde "İlgiyle takip ediliyorsun, olumlu tepkiler alıyoruz" diyor. Belki de benim moralimi bozmamak için böyle cevap veriyor da olabilir.

Gazetelere gönderdiğim yazılarımın tamamının yayımlandığı bu blogum var. Kendi halinde mütevazı bir sayfamdır burası. Tıpkı benim gibi. Çok tanınmayan bu sayfam günlük ortalama 80-100 kişi tarafından okunmaktadır. 

Okunmak, takip edilmek ve tepki vermek/görmek güzel bir şey. Ama yazılarımda gördüğüm bir şey var. Bazı yazılarımın okuyucular tarafından daha fazla ilgi gördüğünü okuyan sayısından anlıyorum. Bazıları ise yeterince tepki görmüyor. Bu da doğal bir şey. Çünkü herkes her yazıma ilgi gösterecek, beğenecek diye bir şey yoktur. Yine okuyucular bazı yazılarımı kendilerine tercüman olmuş görürken bazı yazılardaki görüşlerime de katılmayabilir.

Yazılarım ilgi görse de, görmese de, okunsa da, okunmasa da yazmaktan zevk aldığım müddetçe yazmaya devam etme gibi bir niyetim var. Gerekirse okuyan bir kişi kalmasın. Çünkü yazmak suretiyle kafamda geçirdiğim duygu ve düşüncelerimi yazıya dökmüş oluyorum. Bu da beni rahatlatıyor. Aynı zamanda bir konudaki görüşümü kayda geçirmiş oluyorum. Üstelik yazarken vaktin ne zaman geçtiğini bile hatırlamıyorum. Bu da vaktimi yazmak suretiyle değerlendirdiğimi gösteriyor. Yazmak için de belli bir zaman ayırmıyorum. İşimden arta kalan boş vaktimde yazmaya çalışıyorum. Konu bulmada da zorlanmıyorum açıkçası. Bazen bir toplu taşımada seyehat ederken gördüğümü yazmaya başlıyorum. Gittiğim yerde yalnız isem yazımı bir çay ocağında tamamlıyor ve aynı anda bloğumda yayımlıyorum. Bazen aklıma birden fazla bir konu gelmişse sayfamda bir taslak oluşturup bir başlık atıyorum, taslak olarak sayfamda kalıyor. Hatta taslaklarıma sonradan bir göz attığımda bir kısmını yarıya kadar yazılmış görüyorum. Eksikliği sonradan tamamlıyorum. 

Tüm yazılarımı yazarken önce yazmaya cep telefonumdan başlıyorum. Bu yüzden cebimde durması gereken telefonum elimden düşmez. Cepten başlayıp bitirdiğim ve aynı anda yayınladığım yazılarımda çoğu zaman yazım ve imla hataları olabiliyor. Bazısı gözümden kaçsa da bazı yanlışlarım T9'un azizliğine uğruyor çoğu zaman. Çünkü yazdığım bir kelime bir bakmışsın başka bir kelimeye dönüşmüş oluyor. Bu tür yanlışları da gazeteye göndereceğim zaman yazıyı worda aktarınca görebiliyorum. Gözümün çarptığı yanlışları bu şekilde sonradan düzeltiyorum. Yine de gözümden kaçan yanlışlarım da olmuyor değil.

İşte bu da cepten bir yazı. Allah gördüklerimi yazmayı, yazdıklarımla amel etmeyi, insanlara faydalı olmayı nasip etsin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde