Ana içeriğe atla

Zan ve Kanaat

Gündelik hayatta yapmadan edemediğimiz, kaçmak istesek de kaçamadığımız, konuşurken farkına varmadığımız bir hastalığımız var: Zanda bulunmak. Zan malumunuz "kesin olmayan bilgi, sanma, sanı" demektir. Bu tür bilgilerin bir kısmı doğru olmakla beraber büyük bir kısmı ise bir kuruntudan ibarettir. İster istemez bu kuruntu da bizi yanlışa ve yanlış yapmaya sürüklemektedir.

Zannın bir kısmı yasaklanmamakla beraber büyük bir kısmı dinimizce yasaklanmıştır. Nitekim Hucurat süresi 12.ayette Allah "Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakınınız. Şüphesiz zan(nın çoğu) günahtır" buyurmaktadır. Bu ayette zannın çoğu derken yasaklanan zannın suizan(kötü zan, kuşku), helal kılınan zannın ise hüsnüzan(iyi niyet) olduğu anlaşılabilir. Belki de kaçınma zorluğundan Allah "Aşırı zanda bulunmayın, işi makul seviyede, tadında bırakın" demek istemiş olabilir.

Kelimelerin etimolojisini tam bilmiyorum. Ama eş anlamlı olmasa da çoğu zaman "kanaatimce, kanaatime göre, bana göre,  bence, sanırım..." gibi kelimeleri de zan/zannımca kelimesi yerine kullanıyoruz. Çünkü bu kelimelerle başlayan kelimeler kesin bilgi ifade etmemektedir. Gündelik hayatta biri veya bir konu hakkında konuşurken sık başvurduğumuz kelimelerdir bunlar. Öyle zannediyorum zanna az değil, çokça başvuruyoruz. Günah olmakla beraber sıkça kullandığımız zan keşke zannetmekle kalsa. Çünkü çoğu zaman kafamızda oluşturduğumuz bu algılar bizde kesin bilgiye dönüşebiliyor. Hatta bazen iftira boyutuna da taşıyabiliyoruz. Yani daha büyük günaha giriyoruz. Bu demektir ki algılarımız gerçekliklerimiz olup çıkıveriyor. İşin garibi işi zan, sanı ve kanaatle  de bırakmıyoruz. Birçok komisyon, kurul bir konu veya bir kişi hakkında karar verirken "...kanaatine vardığından..." şeklinde karar veriyor. Çoğu zaman bu tür komisyonların kanaatleriyle alınan kararlar mahkemedeki hakimin kararından daha önemli olabiliyor. Kişi mahkemede aklansa bile komisyonun kanaati değişmediği müddetçe kişi bazı haklarından mahrum kalabiliyor. Bu da bazı mağduriyetlere yol açabiliyor.

Mahkemelerimiz tam adalet dağıtmasa da, adaletimizde eksiklikler olsa da kişilerle ilgili alınacak tasarruf ve kararlarda son sözü mahkemeye bırakmakta fayda var. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde