Ana içeriğe atla

Vatandaşını Koruma Görevinde Devlet İşin Neresinde? ***


Devletin suç işleyen birinin yakasına yapışma gibi bir görevi var. Çünkü suçludan diğer masum vatandaşlarını koruması gerekiyor. Zaten devlet bunun için vardır. Fakat devletin suçluyla mücadele etmesinin yanında vatandaşını suça iten sebepleri de ortadan kaldırma gibi bir görevi vardır. Hatta bu görevi suçluyla mücadeleden önce gelir.

Suçluyla elinden geldiği kadar mücadele ederken vatandaşı suça iten sebepleri ortadan kaldırmada devlet nerede? İşte burada biraz düşünmek lazım! Çünkü devlet bu alanda üzerine düşeni gereğince yapmıyor. Örnek vermek istersek… Devlet, adam gibi olması gereken eğitim ve öğretimini iyi vermiyor, yeterince barınma sağlamıyor, dini eğitim vermiyor ya da veremiyor. Vatandaş diploması için gittiği okulların yerine iyi bir eğitim ve öğretim alsın diye çocuğunu resmi veya gayri resmi -merdiven altı diyebileceğimiz yerlere- gönderiyor veya onların yurt ve evlerine veriyor. Görünen yüzü eğitim, dini tedrisat, ahlaklı insan yetiştirme olan bu yerler bir müddet sonra bir suç örgütü olup çıkıyor. Suç ortaya çıktıktan sonra devlet mücadeleye başladığı zaman ihanet şebekesinin beyin tabakası elini-kolunu sallayarak yurtdışında soluğu alırken bizim devletimiz geride kalan zayıflarla mücadele ediyor. Adına da suç ve suçluyla mücadele diyor. Sormazlar mı daha önce neredeydin devlet diye…

Örneklere devam edelim… Sigara ve alkollü içeceklerin zararını bilmeyenimiz yoktur. Zararlı olmasına rağmen devlet bunların üretimine, ithalatına ve satışına izin veriyor. Ardından özellikle sigara paketlerinin üzerine “öldürür” vb şeyler yazdırarak güya mücadele ediyor. Devlet bununla da yetinmiyor. Tütün ve mamullerinin nerelerde içilmemesi, kimlere satılmaması gerektiğini belirten kanunlar çıkarıyor. Yine mücadele etmesi için Yeşilay’ı kurduruyor. Sonuç; hem içkiye, hem de sigaraya isteyen herkes ulaşabiliyor. Güya devletin bu yaptığı, insanımızı zararlı içeceklerden korumak oluyor. Kimse kusura bakmasın, devletin bu yaptığı zararlı içeceklerle mücadele falan değil, tamamen bir aldatmacadan ibaret. Devlet gerçekten zararlı alışkanlıklarla mücadele etmek istiyorsa bir şey zararlı ise bunların vatandaşına satılmasına, üretilmesine izin vermez. Mücadelesine ilk önce buradan başlamalı.

Bir örnek de güncelden verelim… Malumunuz 2019 Ocak’ından itibaren marketlerden alışveriş yapan müşteriye satıcı, plastik poşetlerin beherini 25 kuruştan satacak. Amaç doğaya büyük zararı olan poşetlerin kullanımını en aza indirmek ve müşteriyi poşet yerine alternatif kullanıma özendirmek. Burada niyet iyi olmakla beraber adama sormazlar mı, bir şey zararlıysa niçin üretimine izin veriyorsun? Madem zararlı, bırakın 25 kuruşu! Müşteri, ben 25 lira da olsa bu poşeti alacağım dese bile devlet poşet sattırmaması lazım. Bunun yerine doğaya büyük zararı olan poşetin yerine taşımada kullanılabilecek alternatif üretimler yaptırması lazım. İşte ben o zaman devlet gerçekten vatandaşını koruyor derim.

Yine devlet dershaneleri kaldıracağım, öğrenci etüt ve kurs merkezlerine ihtiyaç hissetmeyecek derken okullardaki eğitim ve öğretimi iyileştireceği yerde tüm okullarda “Yetiştirme ve Takviye Kursları” adı altında bir nevi dershanecilik yapıyor. O zaman ne anladık bu işten. Aradaki fark daha önce etüt vb yerlere çocuğunu gönderirken parasını veli karşılarken devlet okullarda açmak suretiyle parasını kendisi veriyor. Kalite ve verim ise tartışılır. Sonuçta çocuk okuldaki ders yükünün üzerine bir yük daha alıyor. Yani dinlenemiyor.

Bizim devlet anlayışımızda görünen hep insanımızı heba etme sonucu ortaya çıkıyor. Bence devlet suçla mücadele etmede samimi ise gerçekten vatandaşı, öğrenciyi, insanımızı suça iten sebepleri öncelik ve ivedilikle ortadan kaldırması gerekiyor. İşte o zaman devletin sivrisinekle uğraşmaktan ziyade suç üreten bataklığı kurutmaya çalıştığına inanıyorum. Bunun için devletin aklı vatandaştan kat kat önde olmalı. Suç ve suçlu olmaması için her şeyden önce hayatın hiçbir alanında boşluk bırakmaması lazım. Sen boşluk bırakırsan bir başkası doldurur. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez.

*** 12/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde